DİNCİLİK VE DİNDARLIK

DİNCİLİK VE DİNDARLIK

Eskilerin kulaklara küpe olacak çok güzel bir sözü vardır. “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” diye. Babamdan bu sözü ilk duyduğumda merakıma yenik düşmüş ve sormuştum. “ Nasıl yani?” Babam dış görünüşüne bakarak kimseyi yargılamamak anlamına geldiğini söylemişti. Birini görürüsün üstü başı perişan görünür fakat zengin olabilir. Başka birini görürsün din ile alakalı bir şey yapmaz ve bu insanın inancı çoğu inanandan üstün olabilir. Bu öğreti bana hiç kimse hakkında peşin hükümlü olmamam gerektiğini öğretmişti. İşte bu ve bunun gibi öğretilerin derinliğini çözemeyen toplumlar hep sabit fikirleriyle beraber tarih sayfalarında kaybolmuştur.
Dindarlık ve dincilik kelime olarak birbirine çok benzese de aslında çok farklı kavramlardır. Dindar kişi inancını karakterine yansıtan kişiyken, dinci bunun tam tersi olarak dini değerleri hayatının her alanında kullanıp bundan nemalanan kişidir. Dindarlar, mütevazı, kibar ve örnek kişilerdir. Fakat dinciler kaba, ahlak yoksunu, dinleri olduğu için toplumun ahlak kurallarını hiçe sayıp ahlaka ihtiyaç duymazlar. Bu bütün dinler için geçerlidir. Tarihsel dinamikler bu gerçeği destekler. Orta çağ Avrupası kiliselerin kontrolü altındayken krallar bile kiliseden onay almadan göreve başlayamadığı tarihlerde, kilise halkı din adına ezip sömürüyordu. Örneğin kilisenin bu uygulamalarına karşı çıkan kişiler ilk olarak 10 ve 12. yy. arasında İspanya’da kurulan engizisyon mahkemelerince yargılanıp cadılık suçlamasıyla diri diri yakılabiliyordu.
Kiliseler insanlara cennetten arsalar satarak ve buna mecbur bırakarak halkı iliklerine kadar sömürebiliyorlardı. Kurulan haçlı orduları diğer dinlerin mensuplarına kâfir yakıştırması yapıp yüz binlerce insanı katletti. Dünyadaki tüm savaşlar neredeyse ya din ya da mezhep yüzünden çıkmıştır.
Avrupa yaşadıkları bu çağları günümüzde “Karanlık çağlar”olarak adlandırmaktadır. Fakat Orta Doğu’da Avrupa’nın karanlık çağ olarak adlandırdığı o tarihlerde bilimsel çalışmalar bile yapılmaktaydı. Birçok bilim insanı o tarihlerde Orta Doğu topraklarından çıkmıştı. Farabi, El cezeri, Harizmi ve Beyruni gibi isimler Orta Çağ Avrupası dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyenleri idam ederken bu insanlar astronomi bilimiyle uğraşıyor ve bilimsel keşifler yapıyorlardı. Örneğin El Cezeri ilk güneş saatini icat etmiş ve bu saat hâlâ Diyarbakır Ulu Camisinin avlusunda sergilenmektedir. Leonardo da Vinci yaptığı mancınık sistemini El Cezeri’nin yaptığı bir su kaldırma kaldıracından esinlenmiştir. Orta Doğu’da bu denli gelişmeler sonucunda ne oldu da Avrupa bilimde ilerlerken biz savaşlarla kan gölüne döndük? İşte tam bu noktada dincilik yapması gerekeni yapıp, İslam’ı bilimden uzaklaştırma operasyonu aslında Emeviler döneminde başlamıştır.
Halifelik döneminin ortalarında Hz Osman’ın öldürülmesini bahane ederek Hz Ali’ye kılıç bileyen Muaviye onun ölümünden sonra İslam dinine hurafeler sokarak günümüzdeki uydurulmuş dini yaratmıştır. Bilim şeytan işi olarak tanımlanmış, bilim insanları bu uğurda can vermiştir. Yaşadığımız çağda din adına yapılan tüm kötülüklerde bu gelenekten gelmiştir. Emeviler camileri beyin yıkama merkezleri olarak kullanmıştır. Onlardan önce camiler ilim ve bilim öğrenme yerleri olarak kullanılırken artık camiler Emevi adetlerini dine, dinin gereğiymiş gibi sokulan yerler haline gelmiştir.
Dinciliği yaratan bu akım dindarları ikinci planda bırakmakla kalmıyor onları dinsizlikle suçluyordu. Dincilik dünyadaki tüm dinlerde cehaleti, organize bir makine gibi kullanmaktadır. Cehalet onların olmazsa olmazıdır. Cahil insan dinciliği besleyen en önemli yakıttır. Düşünün ki kendisi zor şartlarda yaşarken hatta açlıkla savaşırken ona din öğrettiğini iddia eden kişiye koşulsuz bağlanıp onun lüks ve israf hayatını hiç sorgulamaz. Sorgularsa diğer cahiller tarafından ihanetle suçlanır ve dinsiz olarak damgalanır.
Tüm dinlerin bir peygamberi ve bu peygamberin de bir kitabı vardır. Peygamberler insanlara bu kitapla indirilen dini tebliğ etmekle mükelleftir.
İnsanların dini anlamaları için sadece kitap yetmez. Bu kitabı açıklayan bir peygamberin olması da şarttır. Dindarlar için bu tebliğ yeterliyken nedense dinciler için bu yetmez ve kendilerini kurtaracak birine ihtiyaç duyarlar. İnsan yaradılışı ile alakalı yönetilmeyi seven bir varlıktır. Onun cennete gitmesini kolaylaştıracak birini bulması ve kendini yönetmesini istemesi onun için bir ihtiyaçtır. Hâlbuki Kâf suresi 16. Ayet şöyle der. “ İnsanı biz yarattık ve içinden geçenleri biliriz, sağında solunda oturmuş iki alıcı ( yaptıklarını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.” Bana şah damarımdan daha yakın olan bir yaratıcı varken, ben neden bir başkasından yardım isteyeyim ki? diye düşünmeli insan.
Dinciler siyasi alanda da çok fanatik olurlar. Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenler de bu fanatik dinci siyasi oluşumlardır. Kendinden olmayanın kanı ona helal kılınır hatta onları savaş ganimeti olarak alıp köle pazarlarında satmaktan çekinmezler. İndirilmiş dinden ziyade, uydurulmuş din çıkarları bakımından onlara daha cazip gelir. Yani dindar olmak farklı, dinci olmak farklı şeylerdir.
Her dinin dincileri ve dindarları vardır. Bugün medeni ülkeler olarak adlandırdığımız ülkelerin bile dini inanışlarında bu dincilik faktörü etkili olmaktadır fakat onlar dinin bilimin önüne geçmesine izin vermedikleri için bilimde atılım yapmışlardır. Vatikan denilen Roma’daki özerk yapılanmada olan çocuk taciz ve tecavüz haberleri bir dönem Avrupa’yı kasıp kavurmuştu. Hâlâ bu tip haberler önü kesilmeye çalışılsa da gündem yaratabiliyor. Musevilik’teki üstün din ve insan anlayışı bu dindeki dinci fanatizmin en belirgin örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Onlara göre ilk din onlarındır ve onlardan sonra gelen tüm dinler ve insanlar onlara hizmet için varolmuştur. Musevilik’teki bu anlayışa Siyonizm denir. Siyonist Yahudiler, dünyada söz sahibi olan insanlardır. Büyük İsrail devleti hayali onlar için Allah’ın bir emridir. Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl bir gazeteci olmasına rağmen sonraki süreçlerde yaptığı Siyonist faaliyetlerden dolayı bu oluşumun fikir babası olarak tanımlandı.
Dindar Yahudiler yıllarca bu dinci Yahudiler yüzünden zulüm gördü ve ötelendi. Şu an bile İsrail- Filistin savaşına karşı çıkan dindar Yahudiler din düşmanı olarak damgalanmaktadır. İlahi dinler bir yana, dincilik ve dindarlık ilahi olmayan dinlerde bile belirgin bir şekilde ayrışmaktadır. Buna göre her inananın kendine sorması gereken soru şudur. Dinci miyim, Dindar mıyım?

 

Editör:Nigar KAYA

Yorumlar (10)

  1. Munise Demircioğlu
    • 30/03/2024

    "Cahil insan, dinciliği besleyen en önemli yakıttır." Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Kaleminize sağlık Zafer hocam...

    • 29/03/2024

    Çok doğru tespitler hocam kaleminize kuvvet

  2. Nokta atışı ⭐ Kaleminize sağlık hocam

  3. Hamza
    • 31/01/2024

    Zafer hocamın ellerine sağlık kuvetli bir kalemi var

  4. Hamza
    • 31/01/2024

    Zafer hocamın ellerine sağlık kuvetli bir kalemi var gercekten

  5. Özge kaykisiz
    • 31/01/2024

    Zafer hocamın yazısı çok güzel olmuş...şu an şunu dusundm biz dinci miyiz yoksa dindar miyiz...acaba başa gecmek için dindar rolü mu yapiyoruz...Zafer hocam kaleminize saglik

  6. Günay
    • 31/01/2024

    Dini kendine kalkan ederek din adı altında insan insana zulüm eder oldu Allah'ım bizi dindar olan ve bunu da sadece Allah'a daha yakın olmak için öğrenmeyi bilmeyi nasip etsin 🙏🙏🙏

  7. Gül Genç
    • 31/01/2024

    Yine harika bir yazı olmuş. Yüreğine sağlık. Tabii ki Dindarım

  8. Bekir SEVİK
    • 29/01/2024

    Rabbim dinci sapkınlardan koruyup, dindar insanlar olmayı nasip etsin bizlere.

  9. Aysel Kara
    • 29/01/2024

    Dinsizler çoğaldıkça meydan sahte dindarlara kalır. Kimse dinini artık bilmiyor çünkü😩

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer DEĞİRMENCİ

30.08.1979 yılında Erzurum’da doğdu. Babasının memur olması nedeniyle 1983 de Kayseri’ye göç ettiler. İlk, orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamamladı. İş hayatına atılıp sonrasında askerlik görevini tamamladıktan sonra yine değişik işlerde çalıştı. En son 2013 de bir iş için gittiği Diyarbakır da eşi Yeliz Değirmenci ile tanıştı. ve evlenip Diyarbakır’a yerleşti. Roman yazma isteği çocukluğunda babasının eski bir daktiloda yazmaya çalıştığı fakat bir türlü bitiremediği roman denemelerinden gelmekte olup, eşininde desteğiyle ortaya çıktı. Yayımlanan Ağaç dalından kuşlar, Simon, Ölüm var! Hasan ve Çoban isminde dört romanı var. Ayrıca araştırmacı tarih yazarı olan Zafer Değirmenci çeşitli platformlarda yazdığı makalelerlede tanınmaktadır.