Şakir Paşa Ailesi ve Sakandallar

Şakir Paşa Ailesi ve Sakandallar

𝑯𝒂𝒍𝒊𝒌𝒂𝒓𝒏𝒂𝒔 𝑩𝒂𝒍ı𝒌𝒄̧ı𝒔ı 𝒗𝒆 𝑺̧𝒂𝒌𝒊𝒓 𝑷𝒂𝒔̧𝒂 𝑨𝒊𝒍𝒆𝒔𝒊: 𝑴𝒖𝒄𝒊𝒛𝒆𝒍𝒆𝒓 𝒗𝒆 𝑺𝒌𝒂𝒏𝒅𝒂𝒍𝒍𝒂𝒓

“Şakir Paşa Ailesi’nin dizisi izleyicilerle buluşmuşken, bu vesileyle ailenin en ilginç üyelerinden biri olan Halikarnas Balıkçısı’nın hayatına doğru bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?”

Gün batımının kızıllığı Bodrum’un mavi sularına vurmuştu. Dalga sesleri, arada bir konuşmalarını bölüyor, esinti begonvillerin mis kokusunu taşıyordu. İki arkadaş, eski bir taş kafede, deniz manzarasına karşı çaylarını yudumluyordu. Konu siyasete takılı kalmıştı, sıkıcı bir girdaba dönmüştü sohbet.

Biri coşkuyla konuşuyor, diğeriyse uzaklara dalmış, denizin serin esintisini içine çekiyordu. Sıkılmıştı bu sohbetten; belli ki zihni başka diyarlarda dolaşıyordu. Birden gözleri etrafı saran begonvillere takıldı. Gözlerini çiçeklerin renk cümbüşünden ayırmadan, lafı değiştirmeye karar verdi.

Hafif bir gülümsemeyle; “Bu muhteşem begonvillerin buraya nasıl geldiğini biliyor musun?” diye sordu.

Arkadaşı omuz silkti. “Bodrum’da zaten her yerde var, herhalde doğal olarak yetişiyordur.”

Başını iki yana salladı. “Yok, öyle değil. Onları buraya getiren biri var. Halikarnas Balıkçısı’nı hiç duydun mu?”

“Kim o?” dedi arkadaşı, merakla. “İsmini bir iki kere işittim ama kimdir, necidir bilmem.”

Derin bir nefes aldı, gözleri aniden uzak bir geçmişe döndü.

“Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı ama herkes onu Halikarnas Balıkçısı olarak tanır. İstanbul’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. Cevat Şakir, ailesinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmiş.

Annesi, doğumundan bir gece önce gördüğü anlamlı bir rüya nedeniyle ona Musa adını vermiş; ancak babası ve amcasının isimleri de ona eşlik edecekti çünkü amcası Cevat Bey, çocuğu olmadığı için yeğenini kendi evladı gibi seviyor, ona büyük bir değer veriyormuş.

Böylece isimler bir araya gelmiş ve tarihe “Musa Cevat Şakir” olarak geçmiş. Cevat Şakir’in doğduğu aile sanatıyla, yetenekleriyle ve sıra dışı bireyleriyle tanınıyordu. Altı çocuklu bu ailenin en büyüğüydü ve ardından gelen her kardeş, sanat dünyasında kendine önemli bir yer edinecekti.

Ressamlıkta ustalaşan Fahrelnisa, gravür sanatında öne çıkan Aliye, tiyatro sahnelerinde parlayan Şirin, seramik sanatının öncüsü Füreya ve modern resimde ün kazanan Nejad Melih… Bu ailenin her ferdi, Türk sanatının köşe taşlarından biri olacaktı.

Cevat Şakir’in ilk yılları, babası Şakir Paşa’nın elçi olarak görev yaptığı Atina’da geçmişti. Çocukluk anıları Yunanistan’ın renkleriyle bezenmişti. Daha sonra ailesiyle birlikte Büyükada’ya döndüler ve Cevat, öğrenimine burada başladı. Liseyi Robert Kolej’de bitirdiğinde yazma tutkusunu keşfetmişti.

Henüz mezun olmadan, bir tercüme yazısı İkdam gazetesinde yayımlanmıştı. Ancak ailesinin ısrarları, Cevat Şakir’i denizcilik hayallerinden uzaklaştırarak Oxford Üniversitesi’nde tarih eğitimi almaya yönlendirdi. Orada bir İtalyan kadına âşık oldu ve evlenerek bir süre İtalya’da yaşadı. Bu dönemde resim üzerine eğitim aldı, bu sanat dalına olan yeteneği de ortaya çıkmaya başladı.”

Arkadaşı merakla dinlemeye devam ediyordu. “Sonra ne olmuş?”

“1914 yılında Türkiye’ye dönen Cevat Şakir’in Büyükada’ya dönüşü ve aile evine yerleşmesi, sadece kendi yaşamını değil, tüm ailenin kaderini etkileyen bir dönüm noktasıydı. İtalyan eşi Agnesia ile kayınpederi Şakir Paşa arasındaki yakınlık, aile içinde huzursuzluk yarattı. Bu durum, Cevat Şakir ve babası arasında ciddi bir çatışmaya dönüştü.

Ailesi, ilerleyen yıllarda maddi sıkıntılar yaşamaya başlamış. Şakir Paşa çözüm olarak Afyon’daki çiftliklerine taşınmış ama dedikodular eksik olmamış. Bir gece tartışma büyümüş, yaşanan bu tartışma ailenin kaderini değiştirmiş. Baba ile oğul arasında patlak veren gerilim, silahların konuşmasına neden olmuş.

Cevat Şakir’in elindeki silah, istemeden de olsa babasının hayatına son vermiş. Bu trajik olay, ailenin kaderini derinden etkiler. Bu, Cevat Şakir’in hayatını altüst eden bir dönemin başlangıcı olmuş.”

“Bu yüzden mi sürgün edilmiş?”

“Evet. Aslında eğitimli bir yazardı; Avrupa’da okumuş, Osmanlı’nın son döneminde önemli eserler kaleme almış. Cevat Şakir, cinayet iddiasıyla yargılandı ve ağır bir ceza aldı. Ancak yıllar sonra sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakıldı. Bu olayın ardından sürgün edildiği Bodrum, onun yeniden doğduğu yer oldu.”

“Bodrum sürgün yeri miydi yani?”

“Evet, ama o, bu sürgünü cezadan ziyade yeni bir hayata çevirmiş. O zamanlar Bodrum, kimsenin pek bilmediği, sakin ve ücra bir köy gibi bir yerdi ama o, buraya küsmek yerine, bu topraklara âşık olmuş. Bodrum’un güzelliklerini ortaya çıkarmış. Bodrum’u Bodrum yapan şeylerin çoğu onun sayesinde aslında.

Sadece palmiyeleri değil, gelin çiçeği, begonvilleri ve mimozaları da o getirmiş buraya. Tam 45 farklı bitki türünü Bodrum’a kazandırmış.”

“Vay be!” dedi arkadaşı, gözlerini begonvillere dikerek. “Mimozaların hikâyesi de var mı?”

“Olmaz mı? Carmen kitabını çevirirken, İspanyol kızlarının saçlarına mimoza taktığını öğrenmiş. ‘Benim Bodrumlu kızlarım neden takmasın?’ diye düşünmüş. Bodrumlu kızların saçlarında mimozalar görmek istemesi, bu tohumları Paris’ten getirmesine vesile olmuş.

Bir süre sonra Bodrum’un her yanı mimozalarla sararmış. Bir düğün alayında kızların saçlarında mimoza görünce sevincinden havalara uçmuş. Bodrum, onun ellerinde adeta bir efsaneye dönüşmüş.”

Arkadaşı derin bir nefes aldı, gözlerinde bir hayranlık vardı. “Bodrum’un her köşesinde onun emeği varmış demek.”

“Evet,” diye gülümsedi. “Her begonvil dalı, her mimoza çiçeği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a olan aşkını fısıldıyor… Onun dokunuşu olmasaydı, belki bugün bu güzellikler de olmayacaktı.”

Bodrum’un taşında, toprağında, denizinde ve çiçeklerinde Halikarnas Balıkçısı’nın emeği, tutkusu ve hatıraları yaşamaya devam ediyor. Her begonvil dalı ve mimoza çiçeği, bize bir trajedinin nasıl güzelliğe dönüştüğünü anlatıyor.

Arkadaşı, begonvillere farklı bir gözle baktı. “Yani şu gördüğümüz güzelliğin arkasında trajik bir hikâye var diyorsun.”

“Öyle… Ama o trajediyi güzelliğe dönüştüren bir adamın hikâyesi. Bodrum’un denizi, balıkçıları, süngercileri… Hepsini hikâyelerine taşımış. İnsanlara denizi, doğayı sevdirmiş. Belki de Bodrum’un ruhunu yeniden yaratmış diyebiliriz.”

Sessizlik çöktü. Dalgaların sesiyle birlikte begonviller hafifçe salınıyordu. Arkadaşı derin bir nefes aldı.

“Bodrum’a her geldiğimde başka bir şey öğreniyorum,” dedi, gülümseyerek. “Meğer bu sokaklarda hâlâ onun izleri yaşıyormuş.”

“Hem de her köşede,” diye ekledi diğeri. “Bodrum, sadece deniziyle değil, hikâyeleriyle de güzel. Halikarnas Balıkçısı’nın dokunuşu sayesinde… Bodrum’u sadece bir tatil yeri değil, bir efsane yapan da bu zaten.”

📌 Cevat Şakir, kentin antik dönemlerdeki Halikarnassos isminden dolayı “Halikarnas Balıkçısı” takma adıyla eserlerini yazdı.

Kaynak:
https://www.aa.com.tr/tr/portre/halikarnas-balikcisi-cevat-sakir-kabaagacli/3016553#:~:text=Bu%20dönemden%20sonra%20kentin%20antik,güzelleşmesi%20için%20büyük%20çaba%20harcadı.
kaynak https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Halikarnas_Balıkçısı

ÇOCUKLARIN TRENİ FİLMİ

EDİTÖR Ümmü Özçelik

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Havin EZO

𝑨𝒎𝒆𝒓𝒊𝒌𝒂'𝒅𝒂 𝒚𝒂𝒔̧ı𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎. 𝑺𝒂𝒏𝒂𝒕 𝒕𝒂𝒔𝒂𝒓ı𝒎 𝒆𝒈̆𝒊𝒕𝒊𝒎𝒊𝒎𝒊 𝑺𝒂𝒈̆𝒍ı𝒌 𝒔𝒐𝒓𝒖𝒏𝒍𝒂𝒓ı 𝒏𝒆𝒅𝒆𝒏𝒊𝒚𝒍𝒆 𝒕𝒂𝒎𝒂𝒎𝒍𝒂𝒚𝒂𝒎𝒂𝒅ı𝒎, 𝒂𝒏𝒄𝒂𝒌 𝒔̧𝒖 𝒂𝒏𝒅𝒂 𝒔𝒐𝒔𝒚𝒂𝒍 𝒎𝒆𝒅𝒚𝒂 𝒚𝒐̈𝒏𝒆𝒕𝒊𝒄𝒊𝒍𝒊𝒈̆𝒊 𝒚𝒂𝒑ı𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎. 𝑨𝒚𝒏ı 𝒛𝒂𝒎𝒂𝒏𝒅𝒂 𝒄̧𝒆𝒔̧𝒊𝒕𝒍𝒊 𝒓𝒆𝒔𝒊𝒎 𝒄̧𝒂𝒍ı𝒔̧𝒎𝒂𝒍𝒂𝒓ı 𝒈𝒆𝒓𝒄̧𝒆𝒌𝒍𝒆𝒔̧𝒕𝒊𝒓𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎, 𝒔𝒂𝒏𝒂𝒕 𝒂𝒍𝒂𝒏ı𝒏𝒅𝒂𝒌𝒊 𝒕𝒖𝒕𝒌𝒖𝒎𝒖 𝒗𝒆 𝒚𝒆𝒕𝒆𝒏𝒆𝒌𝒍𝒆𝒓𝒊𝒎𝒊 𝒈𝒆𝒍𝒊𝒔̧𝒕𝒊𝒓𝒎𝒆𝒚𝒆 𝒅𝒆𝒗𝒂𝒎 𝒆𝒅𝒊𝒚𝒐𝒓𝒖𝒎."