GEÇMİŞ ZAMAN MİMOZALARI
- Yazar: Şerif PINAR
- 2 Temmuz 2025
- 10 kez okundu

GEÇMİŞ ZAMAN MİMOZALARI
Kim sevmez ki mehtabı? Yaz gecelerinde yakamozu? 90’lardan kalma bir ritüel aslında gitar ve Akdeniz akşamları… Ege de olsa fark etmez, kalbi Ege’de kalanlara… Ya da Karadeniz’in yeşille buluşması. Deniz olsun da…
Öyle ki, aşiyanım bu akşam mehtaba. Deniz de mehtap vazifesini yapmış, dalgalar meşk ederken, yakamoz ne kadar tatlı tatlı vuruyor, gerçekten yaşamak istediğim yuvama. Ve parlak ışıklar altındaki âlem, niye gölge düşürüyorsun yalınlığa? Oysa ne gerek var; güzel zaten güzel, özel zaten özel yanında.
Ah, aşkım!! Sen o kadar güzelsin ki; ne bakmaya kıyarım, ne de dokunmaya. Sen öyle kal, yeter. Yanıbaşımda, sessizce. Hazırlıktı benimkisi, yaldızlı bir geceye. Hayalinle göz kapaklarım ağırlaşan, yorgun geceye. Yürüyordum devamlı. Zamansız, yalnız. Söküp kurtulmak istercesine.
Zaman… Gönülden kopan mı, koparılan mı? Yoksa beni senden alan mı? Aman denilemeyen zaman döneminden geçerken hızlı hızlı ve kaçarken âdeta umarsızca geceden, yaşanmışlıkların parlayan yıldızları altında sen parlarken, bir gülüşüne hasret tazem. Giderken adım adım tükenişe.
Hep aklımdaydı oysa; kazandığımı zannedip kaybettiğim günler, kaybettiğim sevgiler. Yürüdüğüm şu kaldırımda çisil çisil döktüğüm güller, bu sevda bitmez dediğim yüzler, gözler, sözler…
Evet. Yüzler, gözler, sözler… Dönüp de arkama baktığımda, yaşamak istediklerimi, yaşadıklarımı bulabilir miyim tekrar diye, nafile. Gidenleri, tükenenleri, tükenmişlikleri? O kadar yüz, o kadar göz ve bir o kadar sözden sonra. Yalnızlığın kemik gibi her tarafına battığı düşünüldüğünde, neydi bu?
Sosyal birlikteliklerden sonra kabuğuna çekilmiş kaplumbağa misali, sen aradıkça süregelen dostluklar, sevgiler ya da aşklar… Yalan mıydı o yüzler, derin bakışlar ardındaki gözler ve insana susma, konuş dercesine iltifat dolu sözler?
Ah yazım, peki bu kaçıncı aldatışın? Veda bile etmeden, bu kaçıncı kaçışın? Gölgeni düşürürken altın bir muma, ışıltıydı; yansıyan ve anımsadığım, o tatlı çehren, ne güzel gülümsüyordu bana. Sadece yazları mı diye sorası geliyor insan.
Yahut neden yaz da bahar değil mesela. Bahar yeniden doğuş değil miydi? Her şeyin yeniden filizlenmesi. İlk zamanların takviminin başlangıç mevsimi. Üzerine şarkılar yazıldığı mevsim.
Beklenen baharken, neden şimdi yaz? Sıcaklığından mı acaba? Yoksa kendini adadığı özgürlükten mi? Nihayetinde hep tatil sezonu olmuştur da, sadece deniz midir tek etken? Belki ay ışığı, belki biraz romantizm, müzik, dans ve ışıklar altındaki o âlem. Gerçekten ne güzel gülümsüyordu bana? Zaman umarsızca kopup giderken benden, ne istiyordu yaz; ruhen ve bedenen?
Ne değeri var ki, övünmenin? Lime lime dökülürken gençliğimin eylülü, üzülmenin? Geçmiş günün anılarını çağırdığımda bir bir; sadece sana değil, zamana da yenilmiş yüreğim. Elden ne gelir, giden gençlikse. Düşündürür aslında gelen her yaz, bu çabukluğa ve döngüsel işleyişe. Gözlerim kapalı çağrıldığında geçmiş günlerin anıları, hesap verecek bir tek yüreğimdir aslında onca uçup giden ve sonuçta yenik düşmüş her şeye hitaben.
NE MUHTEŞEM GÜNLER GÖRDÜM
Diyorum ya, ne muhteşem günler gördüm. Göksel çayırlara yıldız çalan, kuzgun karasında kızıl ekimin. Çorakken güneşim; canlanır, damla damla körpeliği sevdamın, bir sonbaharlı özlem: mercan kızılı sultanım. Muhteşemliğin doruğunda da olsa hayatım, ekimin hem bereketi hem de kuruluğu gibidir dudaklarım; çatlamış, yazdan kalma ve suya hasret. Onun için belki kara ya da karamsı. Denizin maviliğinden, doğanın yeşilliğinden ve sıcaklığın sarılığından çıkmış bedenimin kendini bulamayan halleridir bunlar; tatlımsı, acımsı ve tavırlı.
Sevdam ise bir kelebek edasıyla pırpırlanır, canlanır, çorak tenimin ardından ümitle, sevgiyle, vuslatla haykırır. Özlem kimdir, kimedir bilmez aslında ama nidaları duyulur derinlerden, derinliklerden, en dipten. Öylesine deli dolu ve bir o kadar sevecen.
Yaz coşku, yaz ömrüm. Ama aslında bir burçak tarlasında bayrağını çekmiş uçarı gönlüm. Yüksek dorukları okşayan bir lütuftur düşkünlüğüm ve ilham aldığım o göz kamaştıran, kumru sevdası aşklarımdır; özüm, sözüm. Ya düşüm? Alışagelmiş olgunluğunda damgasını vuran hükmüm?
Islandıkça her yağmurda ihtiyacı varmış gibi denizimin, neden çözümsüzlüğüm ve nasıl olmuşum kördüğüm? Hükmü vermişken boş sayfalarım, yarım kalmış bir meziyet, sıra dışılığı yaşamın. Övgüyse, kanıma işleyen esareti, sonu istemediğim bir eziyet: bitirmeyi korktuğum, belki tüm anlarım.
Bir kere daha gözlerimi kapadım. Sesin, nefesin, hayalin, en tatlı değişinken, seslenişin. Gizlenen saflığın, sitemkâr dileğim. Perdesi açılmamış bir rüya bu. Katıksız, sevgi dolu. Sevecen bakışıyla Hep bakar, durur. Süregelen bir sevda oyunu. Yaz, ekim, bahar her ne ise… Arayıp da bulmak mı zor; bakıp öylece maziye, yoksa bırakıp mazide hatırlamak mı hayalinle geçirdiğim onca günü, özlediğim o saf güzelliğin ile.
MAVİ GECEMDE
Yüreğim hâlâ yüreğinde. Denizde, mavide, saklı derinlerde. Gözüme bakışın ilk düştüğünde, yüzündeki o tatlı renk, tebessüm ediyordu yüzüme. Gece, mavide. Tacını takmış, beklerken tahtını, bir ışıltı; yalın, titrek, mağrur, çekingen, sevdaya üşengeç. Utangaç gizeminle, dile gelir aşkımın resmi, güzelliğin görkeminde. Mavi, gecemde. Mavi içimizde, Haydi durma gülümse. Parlasın her defasında mutluluğun, kıpır kıpır etsin içimde. Bir müjde arar sevdiğim, gece. Gece maviyken gönlümde, gönlüm gece mavisinde.
Geçiştirip ıskaladığımız onca şey dururken öylece ve onca kez sallanırken bize el, sen iken hayatımdaki tek emel, hadi durma saklanma gel, bir şans daha ver. Saçılsın göğsümüzden al al amberler…
Ey! Tatlı sevdam; inceliğindi, seni şiirlerime taşıdığım. Küçücük bir ilgi ki, şımarttığım. Sana düşen, elbet sende kalsın. Bırak güzelim, bana düşeni, bana ver. Ne bir avuntu olsun gönlünde, ne de unutulması istenen buruk bir acı. Belki bir umut, belki bir heyecan… Geçmiş zaman mimozaları…
Şerif Pınar
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir
Bir Önceki yazımı okudunuz mu?
https://fisildayankalemler.org/author/serifpinar/