BİR GECE YARISI
- Yazar: Uğur UKUT
- 22 Nisan 2024
- 52 kez okundu
BİR GECE YARISI
Ben bile bilmezken derdimi nasıl anlatabilirdim ki? Yolun sonuna bakarken sızlayan yüreğimi saracak bir gazete kağıdı bile bulamamak kaderim miydi, yoksa benim beceriksizliğim mi? Onu anlamaya çalışıyordum.
Başım önümde ellerim cebimde “yürüyorum arkama bakmadan.” Sahi kimindi bu dize? “Bir hayal görüyorum gözlerimin karanlığa saplanan son noktasında. ”Soğuk ciğerlerimi sökmeye çalışıyor sanki. Aldığım nefes buz olarak giriyor, çıkan kristalleşip yere düşüyor ya da hissedemediğim soğuğun etkisinden bana öyle geliyor.
Başımı kaldırıp bakıyorum karanlığın son noktasına. Ne gözlerine mil çekilmiş bir ama gibi bakan evler var ne gökyüzünü kapatan kül rengi bulutlar. Pırıl pırıl yıldızlı bir gece ve onun da tam yarısı. Sessizce gün değişmek üzere tarihler bir sayı ileri gidecek. Herkes yeni bir gün diye ömür sayacaktı.
Bir türlü aklıma sığdıramamıştım bu zaman denen kavramı. Kimi güneş takvimi kullanıyordu kimi ay takvimi. Hayvan takvimi ya da dünyanın her yerinde farklı farklı ölçümler.
Peki, doğrusu hangisiydi veya zaman neydi? Sonuçta ömrümüzü onunla ölçüyorduk. Ay takvimine göre doksan yıl yaşayan biri güneş takviminde 87 yıl oluyor. Diğerlerinde durum ne bilmiyorum ama eminim farklı rakamlara ulaşacağız. Peki ömür dediğimiz şey tam olarak ne kadar zamana tekabül ediyor acaba?
Bir de şunu düşünmek lazım ölümden sonra ne fark eder hangi takvimde kaç yıl yaşadığın? Buna dayanarak 20 yaşında ölen biri ile 100 yaşında ölen birinin farkı var mıdır? Allah kahretsin yine beyin gitti. Bırak oğlum felsefeyi kendine bak sen. Bir bak haline soğuğuyla nam yapmış coğrafyanın ıssız bozkırında bir yol kenarında yürüyorsun. Hatta yürümeye çalışıyorsun.
Sahi ne işim var benim burada ya da ne yapıyorum şu anda? Arkamdan gelen sese döndüm. Bir heyecandı bir aracın geliyor olması. Ama hafif rüzgâr tümseklerden aldığı ince ince karları çukurlara doldurmakla meşguldü. Açık havada rüzgârın uğuldaması da bir garip yani.
Sağıma soluma dönünce de karanlığın son noktasından başka bir şey göremiyordum. Tekrar başımı öne eğip yürümeye devam ettim. Kaldırımsız şose yolun devamı soğuktan yanmış düşüncelerimdi sanki. İnleyen düşünceler. Gülümsedim.
Bir yüz beliriyor aklımda iri gözlü asık yüzlü bir kadın. Belki de o gülümsüyordu da ben öyle algılamıştım. Sonra kulağımda bağırtılar duydum kadın bağırıyordu. Öfkeliydi, hem de bana bağırıyordu. Hakaretler.
Kimdi bu annem miydi, karım mı ya da benim üzerimde hak iddia eden başka biri mi? benimse aklımda onun boğazını bir bıçakla kestiğim an gözlerimin önündeydi. Ya da kendimi o seyrederken ödül verircesine bir ipin ucunda sallandırmak. Belki de böyle bir ölüm benim ödülüm olacaktı.
Sahi ben niye yaşıyordum. Zamanın ne olduğunu bilmeyen biriysem, bir kadından bile işittiğim hakaretlere cevap veremiyorsam ne gereğim vardı hayat denen rüyanın ortasında? Hatta buranın neresi olduğunu bile bilmiyordum.
Hani öfkelendiğimde saatlerce yürüdüğümü bilirdim de bilmediğim yerlere hiç gidememiştim. Kahretsin ben buraya yaya gelmemiştim. Arabam altı kilometre kadar geride kalmıştı. Tepeden yolun sağındaki köye doğru yürüyordum.
Bu zemheri gecesinin ayazını arabada geçiremeyeceğimi bildiğimden başımı sokacak bir dam bulmak için. Başımdaki sis dağılıncaya kadar sürecektim de araba artık arızalandı mı yakıtı mı bitti bilmiyorum.
Yarı yolda bırakmış ve çalıştırmaya uğraşınca aküyü de bitirmiştim. Son hatırladığım öfkeyle çarptığım evimin kapısıydı. Başımdaki sis dağılmaya başlamıştı.
Şimdi gerçek bir ölümle baş başaydım. Soğuk sadece hakaret etmiyor ciğerimi de sökmeye çalışıyordu. O kadınla mücadele etmek soğukla mücadele etmekten daha mı zordu?
Sahi ben niye yaşıyordum?
29-08-2017
Uğur UKUT
Uğur UKUT
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ
Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?
Devamı geliyor mu? Merak ettim adamın sonunu...