Sakız Falı Müzesi

Sakız Falı Müzesi

Sakız Falı Müzesi

Mahallenin girişinde iki katlı eski bir müstakil evin ikinci katında yaşayan bir ev kızı vardı. Adı herkesin dilinde “Feride ablaydı.”

Kendisi evin dışına hiç çıkmaz, balkonundan hayatı izlerdi. Çünkü Feride abla sadece evinde değil, balkonundaki saksılarda da hüküm süren bir çiçek kraliçesiydi ama bu öykünün esas kahramanı çiçekler değil: Falım sakızıydı.

Feride abla her sabah perdeleri aralayıp yoldan geçen çocukları gözlerdi. Çocuklar sokağın en sevimli ama en patırtılı sürüsünü oluşturuyordu.

Sabahtan akşam ezanına kadar oyunlar oynayan minik bir orduydu, aynı zamanda Feride ablanın en sadık dostlarıydılar. Feride abla onların “ablaaaaa top çatıda kaldıııııı!” nidalarına karşılık vermezdi. Ama elinde tuttuğu listede bir işaret görürse, pencereyi açar ve tek cümle kurardı:

 “Mahmut bakkaldan iki tane Falım! Bir tane de kavunlu ama kare kutudan olan!”

Mahmut bakkal sadece bakkal değildi; mahallenin hem tuhafiyesi hem kozmetik ürünleri satan mağazası hem de züccaciyesiydi.

Çocuklar her gün bakkaldan alınan sakızlarla dönerdi. Feride abla hasır sepeti aşağı sarkıtır, poşeti alırdı. Heyecanla sakızı ağzına atar atmaz kocaman balon yapıp patlatırdı. Ama geri kalanında bambaşka bir rutin başlardı: fal okuma!

Feride abla Falım sakızlarının içinden çıkan cümleleri bir bilmiş edasıyla yorumlar, çiçeklerine de bu falları esirgemezdi; sadece fal okumakla kalmaz, hepsine tek tek neşeli bir melodiyle konser verirdi.

“Bak papatya, bu hafta kelebekler uçuşacak, aşık olacakmışsın! Kendine dikkat et!”
“Lavanta, sana gelecek biri var… Gelişini ben bile tutamıyorum.”
 “Yasemin, sen yine burnumu deldin, ama ruhuma iyi geliyormuşsun, devam.”
 “Ortanca, sen açtıkça gökyüzü maviye çalacakmış, sakın ha açmayayım deme, ne gerek gökyüzünü küstürürüz.”

Zamanla mahallede “Feride ablanın çiçekleri konserde” söylentisi yayıldı. Balkonundaki fesleğen yaprakları sabahları dik duruyor, petunyalar akşamüstü küsüyor gibiydi.

Yasemin gece boyunca balkonun kokusuyla sarar, Feride ablayı mest ederdi. Ortancalar rengarenk açar, ruhu da mest ederdi. Balkonunda Akasya ağacı yetiştirebilen kaç kişi vardı bilinmez; Feride abla bunu başardı.

Ama asıl ünü, sakızlardan çıkan falları duvara çerçeveleyip asmaya başlamasıyla yayıldı. Koridor boyunca yürüyünce insan kendini bir “Fal Müzesi’nde gibi hissediyordu. Onlarca çerçeve içinde umut dolu fallar…

 “Hayatında var bir dönemeç, gerisi heyecanlı bir süreç, dişleri beyaz inci gibi, yüzü de pek bir güleç.”
 “Şans bu hafta kapında. Talih kuşun yakında.”
 “Kıkırdayıp durursun, sahipsiz kedi bulursun.”
 “Gelmedi bu aşkın sonu, vereceğim sana bir ip ucu.”

Bu yazılar arasında bir tanesi özellikle dikkat çekiyordu:

“Evden çık, gez dolaş; bahtım kara, deme ah.”

Feride abla bu fallardan sonra perdeyi bir kez daha araladı, kafasını uzattı ama bu defa çocuklara başka bir emir verdi:

 “Ayna alıverin, şu dışı mücevher kutusuna benzeyenden olsun!”

Çocuklar “abi bu bir mucize” diyerek bakkala koşarken, Feride abla yasemine döndü:

“Hazır ol güzelim, seni bu gece çatıya alıyorum.”

Ve sonra koltuğuna oturdu, yaseminin kokusunu içine çekti, sakızını çiğnedi, falını okudu. Balkonda gece hafiften serinledi; içerisi mis gibi yasemin ve fal kokuyordu.

Çiçeklerle konuşan bir ev kızı, tüm günü ev işleriyle geçerken kendine kurduğu fal müzesiyle bir ömrünü tamamladı. Mahallede kimse onu evden çıkarken görmedi; daima evde, çiçeklerle ve müzesiyle baş başaydı. Ve onun müzesi benzersizdi, umutla dolu mesajların içinde bir ömür bitti…

 

Yazının tamamı yazarına aittir.

Fatma YAMAN

Editör: Nigar KAYA

Hayat Yavaş İçilen Bir Kahvedir

Yorumlar (2)

  1. droversointeru
    • 27/09/2025

    Wohh exactly what I was looking for, thankyou for putting up.

  2. Yıldız Tek Gamlı
    • 18/09/2025

    Yaaa çok tatlı bir öykü😍

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fatma Yaman

Fatma Yaman - Fatma Yaman, Adana'nın sıcak ve bereketli topraklarında dünyaya geldi. Çocukluğu, narenciye kokulu sokaklarda, güneşin içini ısıttığı taş avlulu evlerde geçti. Henüz küçük yaşlardayken kelimelere merak saldı; kitapların içinde kaybolmayı, hikâyeler uydurup defter kenarlarına resimler çizmeyi bir oyun değil, bir varoluş biçimi olarak benimsedi. Bu derin ilgi onu, ileride mesleğini de tutkusunu da şekillendirecek olan yola yönlendirdi: Türk Dili ve Edebiyatı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgisi sadece teorik düzeyde kalmadı. Aynı zamanda yazmanın, anlatmanın ve çocuklara ulaşmanın farklı yollarını da araştırmaya başladı. Mezuniyetinin ardından Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak öğrencilerine yalnızca bir dersin içeriğini değil, kelimelerin taşıdığı duyguyu, yazının ardındaki düşünceyi ve edebiyatın iyileştirici gücünü de aktardı. Öğretmenlik, onun için bir meslekten çok bir köprüydü; insanlarla kalpten kalbe uzanan bir anlatı köprüsü. Bu yıllar içinde bir kadın olarak büyüdü, evlendi, bir erkek çocuk annesi oldu. Anne oluşu, hayatındaki en derin, en dönüştürücü deneyimlerden biri oldu. Annelik, ona yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda içinden taşan yeni bir yaratıcılık verdi. Oğlunun doğumuyla birlikte, gözlemlerini, duygularını ve hayal gücünü harmanlayarak okul öncesi çocuklara yönelik kitaplar yazmaya ve çizmeye başladı. Bu kitaplarda çocukların dünyasına dokunuyor, onların kalplerine sıcak, güvenli bir hikâye evi kuruyordu. Kaleminden dökülen her cümle, çizgilerine eşlik eden her renk; sevgi, merhamet ve umut taşıyordu. Ancak hayat her zaman bir masal gibi ilerlemedi. Evliliği zamanla çatladı ve sonunda bir ayrılıkla son buldu. Boşanma süreci, onun iç dünyasında derin bir iz bıraktı ama aynı zamanda kendi ayakları üzerinde durduğu, kadınlığına ve üretkenliğine daha sıkı sarıldığı bir dönemin de başlangıcı oldu. Yalnızlığı, bir eksiklik değil; kendini tanıma ve yeniden kurma fırsatı olarak gördü. Bugün Fatma Yaman, hem bir öğretmen hem bir anne hem de çocukların iç dünyasına incelikle dokunan bir yazar ve çizer olarak yaşamına devam ediyor. Yazdığı ve resimlediği okul öncesi kitaplar, çocukların hayal gücünü beslerken, ebeveynlere de sevgiyi, anlayışı ve sabrı hatırlatıyor. Adana'nın sıcaklığı hâlâ sesinde, kelimelerinde ve çizgilerinde hissediliyor. O, kendi içinden büyüttüğü ışıkla hem oğlunun hem de dokunduğu çocukların dünyasını aydınlatmaya devam ediyor.