Uyku, Gaflet ve Dalâlet

Uyku, Gaflet ve Dalâlet

Uyku, Gaflet ve Dalâlet

İnsan, düşünebilen bir varlıktır; fakat bir o kadar da unutkandır. Bildiğini yitirir, hissettiğini bastırır, gördüğünü görmezden gelir. Hayatın durmaksızın akan hengâmesinde çoğumuz, farkında olmadan bir tür uykunun içine dalarız. Gözlerimiz açıktır ama içimizdeki bakış körelmiştir. Kulağımız duyar ama idrak edemeyiz. Bu durum yalnızca bir yorgunluğun ötesine geçerek, insanın hakikatten uzaklaşmasını sağlayan en sinsi ve en tehlikeli biçimidir.

Peki ya uyku, yalnızca bedenin duyduğu bir ihtiyaç mıdır, yoksa insanın iç dünyasına çöken mecazi bir karanlık mı? Bu karanlıkta kişi, kendine yabancılaşır; anlamın izini sürmekten, vicdanının fısıltısını duymaktan uzaklaşır. Oysa kendini bilmeyen, ne başkasını anlayabilir ne de yaşamın özünü hakkıyla kavrayabilir. Sokrates’in asırlardır yankılanan sözü acaba tesadüf müdür?: “Kendini bil.” Çünkü kendini bilmeyen, yaşamı da yalnızca yüzeyde seyredip bu hayattan geçip gider.

Bir kişi sabah işe gidiyor, akşam evine dönüyor, faturalarını ödüyor, ailesiyle vakit geçiriyorsa ve dışarıdan bakıldığında her şey yerli yerindeymiş gibi görünüyorsa… bu, gerçekten “uyanık” olduğu anlamına mı gelir?. Zira düzenli ve alışkanlıklara teslim olmuş bir yaşam da uykunun başka bir biçimidir. İnsan, rutinin konforuna sığınarak kendini unutur; otomatikleşmiş hareketlerin arasında varlığının özünü yitirir. Eğer şu soruları sormuyorsa: “Ben ne yaşıyorum?”, “Gerçekte ne hissediyorum?”, “Yaşam dediğimiz bu döngüden ibaret mi?” O zaman gözleri açık olsa da zihni puslar içindedir.

Uyku dediğimiz hâlin bir adım ötesi de gaflettir. Gaflet; insanın hem kendine hem de çevresine karşı duyarsızlaşmasıdır. Düşüncenin köreldiği, aklın sorgulamayı bıraktığı, vicdanın sustuğu bir durgunluktur. İnsan, içinde yaşadığı dünyanın çığlıklarına kulağını tıkar; doğanın günden güne tükenişini, adaletin eşit biçimde dağıtılmadığını, insanlığın birbirinden uzaklaştığını bilir ama yine de görmezden gelirse, işte bu hâlin adıdır gaflet.

Gaflet, kimi zaman alışkanlıkların gölgesinde saklanır. Her gün aynı yolları yürür, aynı ekranlara bakar, aynı sözleri tekrar ederiz; fakat yaşadığımız dünyanın nereye gittiğini düşünmeyiz. Ekranda yoksulluk içinde kıvranan bir çocuğu ve ailesini, yıkıma uğramış doğanın bir parçasını, adaletsizliğe uğramış bir topluluğu ya da bir halkı gördüğümüzde; yahut hegemonya uğruna çıkartılan gereksiz savaşları ve ölen onca insanı izlediğimizde belki bir an dururuz, sonra sıradaki içeriğe geçeriz. İşte bu, vicdanın silikleştiği, insanî sorumluluğun unutulduğu andır: gaflet.

Oysa gaflet yalnızca acıya duyarsız kalmak mıdır? İyiliği görmezden gelmek, umudu paylaşmamak, güzellikleri yüceltmemek de gaflet değil midir? Komşunun derdini bilmemek, çevremizi şuursuzca kirletmek, yaşadığımız dünyanın ortak miras olduğunu unutmaktır gaflet. İnsan yalnızca kendine dönük yaşadığında, sadece benliğini değil, tüm insanlığı bir adım daha karanlığa sürüklemez mi? Zira düşünmeden yaşamak, hissizliğin sıradanlaştığı bir düzenin parçası hâline gelmektir gaflet.

Toplumları ayakta tutan şey yalnızca yasalar ya da kurumlar mıdır; ortak değerler, duyarlılık ve sorumluluk bilincine ne denilmeli? Bu bağlar zayıfladığında, insanın insana yabancılaştığı, doğanın sadece tüketildiği ve adaletin sesi duyulmaz hâle geldiği bir dünya ortaya çıkar. Ve işte asıl tehlike burada başlar: Bağın koptuğu yerde, sorumluluk da yiter; sorumluluğun yittiği yerde de insanlık, sadece ismennn kalır.

Gafletin biraz daha ilerisi, yolun sonunda karşımıza çıkan en karanlık duraktır: dalâlet. Bu hâl, insanın hakikati kaybetmesiyle başlamaz aslında; onu artık istememesiyle başlar. Göz göre göre yanlışta ısrar etmeye başlar insan. Bildiği hataları savunur, hatta zamanla onlara anlam yükler. Yaşadığı hayat bencilce, sahte ya da acımasız olsa bile; kendince sebepler bulur, kendini ikna eder. Aklını, gerçeği bulmak için değil, yaptığı her şeyi meşrulaştırmak için kullanır. Vicdan konuşmaz olur; düşünce, sorgulamak yerine bahaneye dönüşür ve sonunda kendini aklamak için çalışır.

Çıkarı uğruna yalan söyleyen biri, bunu “herkes böyle” diyerek meşrulaştırır. Haksızlık eden, “sistem zaten adil değil” diyerek sorumluluktan kaçar. Rüşvet alan, “başka türlü yürümüyor bu işler” der. İsrafa göz yuman, “ben değiştirsem ne olacak?” diyerek umursamazlığa sığınır. Ve zamanla mesele sadece yanlış yapmak olmaktan çıkar; o yanlışı sahiplenmeye, onu gündelik hayatın bir parçası hâline getirmeye dönüşür. İnsan, içinde bulunduğu çarpıklığı sorgulamak yerine, ona alışır; alıştıkça da kendi karanlığını normal sanmaya başlar.

Dalâlet, insanın yolu artık umursamamasıdır. Soran, arayan, merak eden insan gitmiş; yerine kabullenmiş, susmuş ve duyarsız bir insan gelmiştir. İşte bu durum, insanın hem kendine hem dünyaya en büyük ihanetidir.

Ama bilinmelidir ki umut  ve uyanış her zaman vardır. Çünkü her insanın içinde, bir yerlerde “uyan” “kendine gel” diyen bir ses vardır. Bazen bir kelime, bir kitap, yaşanılmış bir acı ya da bir dostun uyarısı bu sesi harekete geçirmeye yetebilir. Bir baba, çocuğunun gözlerine baktığında hayatın anlamını yeniden hatırlayabilir. Bir kadın aynaya bakıp kendine “Ben kimim?” diye sorabilir. Bir genç, gecenin sessizliğinde içinden geçen o tarif edemediği boşluğu fark edebilir.

Bu anlar, içsel uykunun bölündüğü anlardır. Kişi sarsılır, sorgulamaya başlar. O ana kadar normalleşmiş olan duyarsızlık sarsılır. Hakikat, aslında hep oradadır, sadece bakılmayı bekler. İnsan ne zaman yönünü yeniden bulmak isterse, düşünce canlanır, vicdan harekete geçer ve hayat anlam kazanmaya başlar.

Bu nedenle soru sormaktan, düşünmekten ve içe dönmekten kaçınmamak gerekir. Asla unutulmaması gereken unsurun, uyanmanın bir ayrıcalık değil, bilinçli bir tercih olduğudur. Ve bazen her şey, insanın kendine sorduğu basit ama gerçek bir soruyla başlar: Gerçekten yaşıyor muyum? Diye.

Gerçek değişim, düşünmeye başlamakla olur. Düşünmek ise, gafletin karanlığını dağıtan en güçlü ışığıdır.

Antropolog Yazar Murat Çatal

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Instagram

YouTube

Yorumlar (1)

    • 2/04/2025

    Kaleminize yüreğinize sağlık hocam Umarım uyanırız...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Murat Çatal

Fisildayankalemler.org online gazetemizin Editörü ve Yazarıdır. Almanya’da yaşamaktadır. Araştırmaları, Antropoloji alanındadır. ‘Tanrıların Gizemi’, ‘Doğru Bilinen Yanlışlar’, ‘Alevi Ritüellerinin Kökeni’ ve ‘Die Ursprünge der Alevitischen Rituale’ adlarında dört antropoloji araştırma kitabı bulunmaktadır. https://1000kitap.com/kitap/tanrilarin-gizemi--355711?hl=tr https://www.sinirsizyayincilik.com/kitaplar/alevi-rituellerinin-kokeni/ https://www.sinirsizyayincilik.com/kitaplar/dogru-bilinen-yanlislar/ https://fisildayankalemler.org/author/muratcatal/