Kemalizm İdeolojisi
- Yazar: Züleyha EKİCİ
- 9 Eylül 2024
- 45 kez okundu
Kemalizm İdeolojisi
Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türk devrimini oluşturan düşünce sistemidir. Devrim rastgele yapılan bir eylem değildir. Türk devriminin amacı ulusun kalkınma davasıdır. Bu davanın öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’tür. Devrimi gerçekleştiren liderin adına atıfta bulunan Kemalizm ideolojisinin 21. yüzyılda birçok kişi tarafından bilinmediği görülmektedir.
Bu sebeple, “Kemalizm nedir?” sorusuna yanıt aramak elzem bir çalışmadır. Bu çalışmada Türk Devrimi’nin ideolojisi olan Kemalizm’in oluşum süreci, prensipleri, nasıl algılandığı ve önemi üzerinde durulacaktır. 100. yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geçirdiği siyasi, sosyal, kültürel gelişimi ve değişimleri bilmemiz ve kavrayabilmemiz açısından Kemalizm ideolojisinin anlaşılması önem teşkil etmektedir.
Kemalizm Kavramının Ortaya Çıkışı
Kemalizm kavramı ilk kez 1920 yılında İngiliz Yüksek Komiseri De Robeck’in bir raporunda kullanılmıştır: “Fransızlar, Kemalistlere karşı iyi görünüyorlar.” Bu nedenle, söz konusu kavramın ilk olarak İngilizler tarafından kullanıldığı söylenebilir (İnan, 2004: 109). Buradan anlaşılacağı üzere Anadolu’da yaşananları, gidişatı yorumlama çalışmalarında yabancılar tarafından askeri yazışmalarda kullanılmıştır.
Vatanın istiklali için savaşan Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin bireylerine verilen isimlendirmedir Kemalizm. Buradan anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal’in liderliğinde Anadolu’da başlayan istiklal hareketine Kemalist demişlerdir.
Günümüzde apayrı, birbirinden farklı Kemalizm ifadeleri bulunmaktadır. Kemalizm ideolojisinin değişik biçimlerde tanımlandığı “Atatürkçülük”, “Atatürkçü Düşünce Sistemi” gibi kavramların kullanıldığı görülmektedir.
Kemalizm kavramının başka, Atatürkçülük kavramının başka olduğunu savunanlar, düşünenler bulunmaktadır. Örnek olarak Attilâ İlhan’ın bu sözleri gösterilebilir: “Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; çünkü o, ‘Atatürkçü’den farklıdır.
Adını 20’li yılların (ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı; o Müdafaa-i Hukuk ‘mücahidi’dir ki, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘anti-emperyalist’, Bolşeviklerle dosttur; onlara ecnebi ajanslar, ‘Kemalist’ diyor, Kemal’in Adamları anlamına! ‘Atatürkçü’ deyimi, bir kere Gazi Mustafa Kemal Paşa ‘Atatürk’ olduktan; daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atılmıştır: Daha çok ‘İnönü Cumhuriyeti’nin, sosyal ve siyasal tavrına ve tutumuna yakıştırdığı bir etiket bu: Anti-emperyalizm es geçilmiştir; Türkçülüğün yerini Yunan-Latin söylemi alır; Bolşevik Rusya ile kara gün dostluğu sona eriyor” (İlhan, 2022: 411).
Kemalizm ideolojisinin 1930’lu yıllarda şekillenmeye başladığı söylenebilir. Bu yıllarda ivedilikle tek partili totaliter rejimlerin varlığı görülmektedir. İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nasyonal Sosyalizm, Sovyet Rusya’da Komünizm hareketleri dünyada kelebek etkisi gibi yayılmış ve tüm devletlere sirayet etmiştir.
Süleyman İnan, Kemalist ideolojisinin meydana gelmesinde bu rejimlerin etkisinde kalındığını ve özgün bir ideoloji meydana getirmek gayesinin olduğunu söylemektedir. Bunun akabinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendine ait ideolojisini gerçekleştirme minvalini oluşturmuştur.
1930’lu yıllar Türk devrimi için mühim bir geçiş evresini teşkil etmektedir. O dönemde dünyada yaşanan “Büyük Buhran” adı ile tanımlanan hadisenin iktisadi menfi sonuçları, iktidar partisini siyasi uygulamalarda değişikliğe gitmeye yöneltmiştir.
Devlet, bu durumun karşısında iktidarını güçlendirme çabasına girmiştir. Diğer taraftan da devrimin sosyal yaşama daha tesirli bir biçimde etki etmesi cephesinde arayışa başlamıştır. Cereyan eden hadiselerden sonra Türk Devrimi’nin ideolojisi olan Kemalizm’in esas hatları çizilmiştir.
Devrim ideolojisinin çerçevesinin oluşturulması ivme kazanmıştır. Devrimin topluma görünür biçimde izah edilebilmesi hem de yaratılan ideoloji çevresinde sosyal birleşmenin ve kenetlenmenin dayanıklı olması istenmiştir.
Teorinin, pratikten sonra ortaya çıkması, dogmadan farklı bir nitelikte, edimsel tarafı güçlü, pragmatiklik yönünün etkin olduğu bir ideoloji olmasına yol açacaktır. Mustafa Kemal’in ideolojilere ve doktrinlere karşı mesafeli tutumunun bu durum üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.
Kemalizm’in pratik tarafının ağır basması, etkili bir şekilde teorinin sınırlarının belirlenmemesi Kemalizm kavramının farklı şekillerde yorumlanmasına sebep olmuştur.
Kemalizm, Niyazi Berkes’in yorumuyla bir ideolojiden ziyade yaşanan tarihi hadiseler ve o hadiseler üstünden ortaya konan bir fikirdir. Uzun zamandır süregelen modernleşme hareketlerinin kendine uygun minvalde ilerlemesi ve bu çabaların yerini bulabilmesi anlamını taşımaktadır.
Kemalizm’in bir ideoloji olması fikri daha sonra zuhur etmiş ve Kemalizm ile kendi fikriyatını bağdaştırmaya uğraşanların eliyle oluşturulduğunu söylemektedir. Berkes, Kemalizm’in kendi yaşam tarzına, değerlerine ve içinde bulunduğu mevcut duruma ayak uydurarak modernleşmeyi gaye edinen, bunu gerçekleştirirken çağdaş ulusların yaşadığı meseleleri çözme yoluna giden ve bu yolda eyleme geçen modernleşme çabasından ibaret bir görüş olduğunu savunmaktadır.
İdeoloji olarak Kemalizm’in farklı yorumlanmasının dışında, nasıl tanımlanması gerektiği konusunda da değişik bakış açıları ve görüşler bulunmaktadır. Dönemin iktidarı olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin, 1931 yılında açıkladığı ana ilkeler ile ideolojinin muhtevası belirlenmiş, çerçevesi hazırlanmış, 1935 yılında da hazırlanan parti programıyla ismi verilen Kemalizm ideolojisi, bu programdaki esasların muhtevası ile uygun biçimde anlatıldığı ve izah edildiği gibi farklı içeriklerle de tanımlanmıştır.
Açıklanan ideolojinin temel esasları ile bağdaşık bir şekilde ilerlemeyi seçen İsmet Giritli, Kemalizm’in aslında bir çağdaşlaşma hareketi olduğunu, ulusçu, laik, milli hakimiyete ve deneysel yaklaşım anlayışına sahip ve her zaman etkin olmayı gaye edinen bir bünyede yol aldığını ifade etmiştir.
Atatürk’ün ölümünden sonra ise Kemalizm, Atatürk’ün merkez alındığı elitist, dogmatik, dünyaya, değişime ve her türlü eleştiriye kapalı bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 1946 yılında demokrasi ile yüzleşmek zorunda kalan CHP’nin Kemalizm vurgusu artmıştır (Çaha, 1999: 37).
Kemalizm’in katı bir ideoloji olarak kurgulanması ve siyasal kutuplaşmalarda bir araç olarak kullanılması ise 1960 sonrası dönemde görülmüştür. 27 Mayıs sonrasında siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda oldukça yoğun bir düşünsel platform oluşmuştur. Özellikle Kemalizm-Atatürkçülük tartışmalarının da bu dönemde arttığı görülmektedir. Bu yoğun tartışma ortamında, doğal olarak, bir değil birden fazla Kemalizm yorumları geliştirilmiştir (Fedayi, 2004: 88).
Ülkemizde bugün birbirinden farklı Kemalizm tanımlamaları ve yorumları mevcuttur. Hikmet Özdemir’e göre de herkesin Kemalizm’i kendine göredir ve derli toplu tek bir doktrinden söz etmek mümkün değildir (Özdemir, 1995: 246).
Kemalizm’in Temel Nitelikleri
Herhangi bir ideolojinin ya da düşünce sisteminin muhtevasını anlamakta dayandığı felsefi temeller kadar, karakterini oluşturan önemli niteliklerini bilmek mühim bir unsurdur. Bu nedenle, Kemalizm’in temel nitelikleri üzerinde durmak, Kemalizm kavramının idrak edilmesinin önündeki engelleri azaltacaktır.
Bu bağlamda, Kemalizm kavramını tayin eden ana özelliği pragmatik bir ideoloji olmasıdır denilebilir. Gelişen olaylar karşısında esnek bir tutum sergilemesi, sert bir doktrine sahip olmayışı, teorinin sonradan geliştirilmesi ve devrimin doğal gidişatı içinde biçimlenerek vücut bulması, Kemalizm’in pragmatik öz yapısının temel sebepleri olduğu söylenebilir.
İdeolojinin pragmatiklik yanı içinde farklı ögeleri barındırmaktadır. Bu nedenle, görece özgün bir niteliğe sahip olmasına yol açmıştır. Pragmatiklik ve özgünlük, Kemalizm’in üzerinde durulan ve altı çizilen niteliklerini oluşturmaktadır.
Kemalizmin Pragmatist Yanı
Devrimler incelendiğinde büyük toplumsal değişimlerin bazılarında düşünsel temellerinin önceden oluşturulduğu, bazılarının ise fikirsel muhtevasının süreç içinde meydana gelen olaylarla birlikte şekillendiği gözlenmektedir. İlk gruba dahil olan devrimlerin gelişmiş ülkelerde görüldüğü, altyapıda oluşan değişimlerin üst yapıda neticelenmesi şeklinde görülmektedir.
İkinci gruba dahil olan devrimler gelişim yönünden geride kalan ülkelerde gerçekleşirken, üst yapıda ortaya çıkan bir değişimin ona uygun bir ideoloji var ederek altyapıyı başkalaştırma gayreti olarak neticelenmektedir. İkinci gruba alabileceğimiz Türk Devrimi de bir istiklal mücadelesinin akabinde siyasi yapının başkalaşması neticesinde üstyapısal bir inkılap olarak ortaya çıkmıştır.
Türk Devrimi istiklal mücadelesi esnasında oluşmaya başlamış, düşünsel temellerini zaman içerisinde geliştirmiş, kalıcı değişikliklerle toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bundan mütevellit, Türk devriminin ideolojisi olan Kemalizm teorik olarak öncelik verilip kurgulanmamış, bunun yerine cereyan eden olaylarla birlikte gelişen bir fikriyata dönüşerek ortaya çıkmıştır.
Temuçin Faik Ertan’a göre, Kemalizm’in güncel siyasal gelişmelerle biçimlenerek oluşan bir düşünce sistemi olması, onun pragmatikliğinin ana hatlarını oluşturmuş, öte yandan Atatürk’ün doktrinlere karşı mesafeli duruşu neticesinde ideolojinin pragmatik yapısı, geri kalmış ülkelerde olduğu gibi dogmatik bir niteliğe bürünmemiş, tersine devrimin gerçekleştiği süreçte de bu yapı korunmuştur.
Kemalizm’i izah etmeye, anlaşılması güç yönlerini değerlendiren birçok düşünür, Kemalizm’in pragmatik yapısından söz etmiştir. Birçok düşünüre göre pragmatikliğin temel noktası esnekliktir, dogmatik olmamaktır.
Kazım Sevinç, Kemalizm ideolojisinin yapısının dogmatik olmadığının üzerinde durarak, mevcut değerlerimizin zaman içinde anlamını yitireceğini, geçmişte kalacağını, Kemalizm’in değişime, yenileşmeye ve bir süre sonra bu yenileşmenin de geride kalacağının bilincinde olarak yeniliklere düşünüp taşınmadan angaje olmadığını belirtmektedir.
Kemalizm’in muhtevasında farklı düşünce sistemlerinden ihraç edilmiş unsurlara rastlanabileceğini ifade eden Kazım Sevinç, bu unsurların katı biçimde alınmadığını, esnek bir formda bulunduğunu ifade etmektedir. Kazım Sevinç, Kemalizm’in etkin ve en kuvvetli tarafının sahip olduğu ana ilkelerin içeriğindeki itikatlar olduğunu, fakat bunların da Türk ulusunun hem bireysel hem de yapısıyla uyumlu bir şekilde icra edildiğini düşünmektedir.
Devletçilik ilkesinin bu duruma önemli bir emsal teşkil ettiğini belirten Kazım Sevinç, Türk devletçiliğinin Avrupa’daki devletçilik mahiyetinden farklı olduğunu, pratikte kişisel teşebbüse ve iktisadi ilerlemeye ehemmiyet gösteren, daha ılıman bir tarzda biçimlendiğini öne sürmektedir. Sevinç, diğer yandan Kemalizm’i tüm yaşamın kendisi olarak değerlendirirken, Kemalizm’in canlı bir varlık olduğu için, yaşamdaki değişimlere de kolayca adapte olabileceğini belirtmiştir.
Bu düşüncenin neticesinde, o günün Kemalizm’i ile yıllar sonraki Kemalizm birbirinden farklı olacaktır. Görüldüğü üzere Kazım Sevinç, Kemalizm’in prensiplere sahip olduğunu, fakat yine de esnek tavrıyla yeniliklere uyum sağlayabilen pragmatik özelliğini izah etmiştir.
Kemalizm’in kelimelerle ve formüllerle kritik edilemeyeceğini ifade eden Tekin Alp, formüllerin ve kelimelerin ideolojinin gayesini belirttiğini, lakin yapılması gerekenleri ve nasıl icra edileceğini yaşamın kendisinin tayin ettiğinin altını çizerek, Kemalizm ideolojisini hakiki olarak kavrayabilmek maksadıyla onun yaşamın içinden kritik edilmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir.
Neticede birçok düşünür, Kemalizm’in yaşamla bağını kesmeden, mantıklı ve sağduyulu bir şekilde ilerleyerek muhtevasını oluşturduğunu düşünmektedir. Bu fikirlerin oluşmasını sağlayan noktaların, Kemalizm ideolojisinin aşırı sert değerleri bünyesinde barındırmayan, katı ve dogmatik olmayan yapısı olduğu söylenebilir.
Kemalizm’in Özgün Yanı
Kemalizm’in sert olmayan esnek tavrı, birçok değişik unsuru ve farklı tutumu içinde bulundurmasının önünü açmıştır. Liberalizmden, sosyalizmden ve faşizmden aynı oranda bulunmayan muhtelif unsurlar görmek mümkündür. Kemalizm’i meydana getiren ilkeler gözden geçirildiği vakit, cumhuriyetçilik ve laikliğin liberalizmden, halkçılık ve inkılapçılığın sosyalizmden, devletçilik ve milliyetçiliğin faşizmden unsurlar içerdiği görülmektedir. Kemalizm, bu farklı düşünce sistemlerinin bileşiminden teşekkül olan bir ideoloji değil, pragmatikliğinin sağladığı fayda ile ülkenin ve döneminin koşullarında kendini var etmiş özgün bir yapıdır.
Tüm ilkelerde belirli bir ölçüde ilham alma ve etkilenme olsa da Türkiye’ye özgü bir versiyon olduğu görülmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın, halkçılık ilkesine dönük yapılan “ne liberalizme, ne de sosyalizme benzemiyor” eleştirilerine verdiği “biz bize benzeriz” cevabı, Kemalizm’in kendine has yapısının sloganı haline gelmiş ve ondan sonra da resmi ağızlar tarafından sıklıkla kullanılmıştır.
Dönemin düşünürleri, Kemalizm’in özgünlüğünü savunan yorumlarda bulunmuşlardır. Tekin Alp, Kemalizm’in daha önce duyulmamış, meçhul mefhumlar ve değerler yaratmadığını, tarihsel süreçte aşina olunan, uygulanan yaklaşımları ve ilkeleri icra ettiğini, lakin bunların büsbütün ayrı bir ruh ile yapıldığına vurgu yaparak, Kemalizm ideolojisinin özgün tarafına önem vermiştir.
Düşünür Tekin Alp’in düşüncesine bakıldığında, Kemalizm’i meydana getiren bu ruhu fark edemezsek, hayata geçirdiği kökleşmiş ilkelerin ve yöntemlerin kendi içerisindeki zıtlığa saplanıp kalınması kaçınılmaz olacaktır. Kemalizm demokrasiden söz ederken, aynı anda da otoriter tavrıyla disiplinden yanadır. Liberal ve cumhuriyetçi şekliyle tüm bireylerin gelişimini iddia ederken, diğer taraftan da kişinin hürriyetini kısıtlayabilmektedir. Aynı anda hem ulusçu bir tavır sergilerken, hem de eskiden ulusal olarak sahip çıktığı kültürü bir defada yok sayabilmektedir.
Bu doğrultuda, Kemalizm’i oluşturan ilkeler, diğer ülkelerde kabul gördüğünden çok farklı manaları içinde barındırmakta ve bu ilkelerin gerçek manasını idrak edebilmek için Kemalist idarecilerin demeçlerini ehemmiyetle incelemek gerekmektedir. Kemalist yöneticiler, bu ilkelerin muhtevasındaki kelimelerin ve formüllerin değişik yorumlanabileceğinin, farklı minvalde değerlendirilebileceğinin bilincinde olarak belirli bir teori ve yöntem oluşturmaktan geri durarak, Kemalizm’in temel niteliklerini belirli ölçülerde var etmeye çaba göstermişlerdir.
Türk devriminin özgünlüğünü bazı düşünürler evrensel boyutta değerlendirme yapmışlar ve Türkiye’nin yaşama geçireceği kendine has yapısı olan bu düzenin, yapısal olarak bize benzeyen diğer ülkelere de emsal teşkil edeceğini savunmuştur. Şevket Süreyya Aydemir bu düşünürlerden biridir.
Şevket Süreyya, bu yapının toplumsal ve iktisadi ilerleme yöntemlerinin, planlı bir kalkınma modeline dayanan klasik demokrasi sistemlerinden farklı, özgün bir model olduğunu söylemektedir. Türkiye’nin istiklal mücadelesi vermiş, geçmişte sömürge olan bir devlet olarak ilerleme ve çağdaşlaşma akımının öncüsü olacağını düşünmüş, Türk Devrimi’nin omuzlandığı bu modelin diğer mücadele veren ülkelere emsal teşkil edeceğini ileri sürmektedir.
Kemalizm’in Modernleşmeye Etkisi
20. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin, I. Dünya Savaşı’nın sonunda ülke topraklarının işgali ile mevcudiyeti son bulurken, Anadolu’da Mustafa Kemal’in liderliğinde başlatılan istiklal mücadelesi zaferle neticelenmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla Türk modernleşme eylemlerinde yeni safhaya geçilmiştir. Bu süreçte karşılaşılan tüm menfi koşullara karşın, Mustafa Kemal yeni bir devlet, yeni bir ulus yaratmak için mücadelenin en zorlusuna girişmiştir.
Bu atılım, tüm yurdu sarmalayan bir heyecan yaratmış, yepyeni bir etkin enerji ile her yeni günün çehresini değiştirerek ve geleceğini biçimlendirerek aydınlık bir atmosfer oluşturmuştur. Bağımsızlık daimi kılınmak istenmiştir.
Yaşanılan zamana uyumlanabilmek için birden fazla terim kullanılmıştır. Çağdaşlaşmak, modernleşmek, asrileşmek gibi terimler bu olguyu nitelendirmek için kullanılmıştır. Bu olgunun ortaya çıkışı, Avrupa kıtasında 15. yüzyıldan itibaren yaşamsal, sanatsal ve bilimsel alanda zuhur eden Rönesans ve Reform hadiselerinin etkisiyle gelişim gösteren ve ilerleyen Batı toplumlarının medeniyetini kendine model alan diğer toplumların yenilenme çabalarına dayanmaktadır.
Bu durum, geleneksel toplum yapısının yerini alarak, sosyal, kültürel ve iktisadi değişimlerin yaşanmasına yol açmıştır. Yaşanılan dönüşüm, modernleşme terimi ile ifade edilmektedir. Latince ‘modo’ kelimesinden gelen ‘eskiden farklı, günümüze ait olan, içinde yaşanılan zamanı’ anlatan “modern” kelimesinden türetilmiştir.
İsmet Giritli, aynı çağda yaşayan ulusların, Batı coğrafyasının üstünlüğünün idrakına vararak aralarındaki bu devasa uçurumu kapatmak isteğiyle modernleşme akımına kapıldıklarını söylemektedir. Uygarlık ve kültürün günümüzde tüm yaşanılan coğrafyalarda bir bütün olarak algılanması ve ortak bir gelişim sağlama hareketine girişilmiştir.
İsmet Giritli’ye göre Kemalizm modernleşmesi, akılcı, gerçekçi, deneysel, ulusal ve laik bir anlayış çerçevesinde Batı coğrafyasının güçlenmesini ve ilerlemesini sağlayan Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan ilerici esas ilkeleri kendine dayanak kabul etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, “salt bir modernleşme görünüşünün değersiz olduğunu ve Türkiye, zamanımız dünyasında tutunacaksa, toplumun ve kültürün bütün yapısında temelden değişikliklerin zorunlu olduğunu” (Levis, 1993: 291) düşünmektedir.
Kemalizm, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda değişiklikleri gerçekleştirirken, Batı ile uyumlanmaya çalışırken, Batı coğrafyasının felsefi kökenlerinin ilkelerini hep içinde yer aldığı görülmektedir. Mustafa Kemal, tarihsel süreçte Batı felsefesinin ilerici ve aydınlanmacı düşünürlerinin dünya görüşlerine hakim bir önderdir. Batı medeniyetinin Anadolu coğrafyasında anlaşılırlığının güç olacağının farkındalığıyla ivedilikle ilerlemek istemiştir.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan kalan geçmiş meseleleri yüklenerek yeni bir oluşum içerisine girmiştir. Atatürk, ülkenin yönetim şeklinden, iktisadi sistemine, sosyal ve kültürel yapısına kadar her alanda köklü değişimleri adım adım ilerleyerek, bazılarını büsbütün ortadan kaldırarak, yok ederek geleceğin inşa edilmesi gerekliliğini savunmuştur. Batı’nın seviyesine ulaşmak hatta daha da ileriye gidebilmek için gerekli altyapı değişimlerini gerçekleştirmeyi hızlıca sağlamak gerektiğini düşünmektedir.
Bu fikrini Mustafa Kemal, “İnkılabın temellerini her gün derinleştirmek, desteklemek lazımdır. Birbirimizi aldatmayalım, uygar dünya çok ileridedir. Buna yetişmek, o uygarlık dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz” sözleriyle ifade etmiştir.
Mustafa Kemal, çağdaş bir toplum oluşturma çabasında, yeni bir ulus var etmeye çalışırken modernizmin gerektirdiği koşullara uyumlanabilmek için ideolojik ilkeler bütününe ihtiyaç hissetmiştir. Devrimin gerçekleşebilmesi için yöntemlerin ve ilkelerin kurallarını belirlemek inancını bir ideoloji olarak tanımlamaktan kaçınmıştır. Kemalizm ideolojisini apaçık izah etmekten ve bu tanımlamayı kullanmaktan imtina ettiği görülmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde uygulanan tüm politikaları niteleyen Kemalizm kavramı ilk kez Batılı yazarlar tarafından kullanılmıştır. 1930’ların başlarında bu kavramın tanımı gelişmiş ve yetkinleşmeye başlamıştır. Daha sonraları da farklı bir kavram olan Atatürkçülük olarak adlandırılmıştır.
Yeni kurulan ülkenin şekillenmesinde, tarihsel süreçte imparatorluğun olumsuz sonuçlarından ve yüklerinden kurtulabilme çabasında Kemalizm ideolojisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘aydınlık yüzü’ olarak, kendine özgü yapısıyla ve prensipleri ışığında kendini ortaya çıkarmıştır.
Türk devriminin ideolojisi olan Kemalizm’in, ülkemizin 100. yılında bilinirliliği, Türk siyasi ve sosyal yaşamında görünürlüğü zaruri bir ihtiyaçtır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin günümüz ulusal ve uluslararası birçok sorunu tahlil edebilmek, esas temel dinamiklerini anlayabilmek, sebeplerini kavrayabilmek ve çözüm minvalleri geliştirebilmek için Kemalizm’in ne olduğunun bilinmesi oldukça mühimdir.
Yazan: Züleyha Ekici
Editör/ Redaktör: Murat Çatal
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?
Teşekkür ederim Yıldız hanım.
Çok güzel bir inceleme olmuş hocam kaleminize sağlık