DAMA ATILAN PABUÇ

DAMA ATILAN PABUÇ

DAMA ATILAN PABUÇ

Altı yaşıma kadar evin en küçüğüydüm. Annem bir kardeşimiz olacağını söyleyene kadar… Gün geçtikçe karnı şişmeye başladı. Karnının içinde kardeşimin büyüdüğünü söyledi.

Annem kardeşimi nasıl yutmuş, nasıl karnında büyümeye başlamıştı bilmiyordum. Hepimiz sınıflarda nemli pamuğa koyduğumuz fasulye, nohut, mercimektik de insan, anneler yutunca mı karnında insan bebek oluyorduk, bilmiyordum. Soruların cevabını bulamayınca öğretmenime sordum:

Annem kardeşimizi yutmuş, yakında kardeşimiz olacakmış. Pamuğa mercimek koyup ıslattığım gibi annem mercimeği yuttu, şimdi içinde insan bebek mi olacak? Peki biz de mercimek yersek karnımızda büyüyüp bebeklerimiz mi olacak? dedim.

Olur mu öyle şey, kıvırcığım, dedi. Sen nohut, mercimek yemeye ve büyümeye devam et, olur mu? Bebek olması için bir anne ve bir baba olması gereklidir. Baba ve anne çocuklarını o kadar çok severler ki baba, anneye bir sevgi tohumu verir. Anne de sevgi tohumunu yutar ve aynı sizi büyüttüğü gibi kardeşini karnında büyütür. Bebek hazır olunca doğar ve aranıza katılır, dedi.

“Hiç gerek yok ki, dedim. Zaten dört kardeşiz! Komşumuzun bir bebeği var, sürekli ağlıyor. Ben kardeş istemiyorum,” dedim.

“Kardeşin olduğunda çok seveceksin, buna inan,” dedi öğretmenim.

Annem ne kadar dört çocukla disiplini sağlamak için çok uğraşsa da babam için en küçük, en sevilesi bendim. Her ne kadar şu an disiplin konusu çocuklar üzerinde sevgi, sorumluluk gibi anlaşılsa da benim zamanımda annenin her dediği yapılacak, iş görevinde büyük-küçük olmayacak şeklindeydi.

Ev düzeninde anne terliği diye bir gerçek vardı ki o terliğin ayaktan çıkmaması için tüm kardeşler elbirliği içinde çalışır, tüm görevlerini yerine getirirlerdi. Benim en küçük olmam nedeniyle biraz nazlanır, bazen de “küçüğüm” kartını kullanarak görevlerden kaytarırdım. Bir de ben babamın “biricik kıvırcığı” idim. Bu kardeş meselesi karnımı ağrıtmıştı ama bunu kimseye anlatamazdım.

Derken bir akşam annem ile babam hastaneye gittiler. Annem kardeşimle gelecekti. Bizi evde komşumuzun en büyük kızına bıraktılar. Bu kardeş şimdiden annem ve babamı benden ayırıyordu.

Bu durum hiç hoşuma gitmedi ama komşumuzun büyük kızıyla oyun oynamak, bana bilmediğim masalları anlatması çok hoşuma gitti.

Ertesi günün akşamında annem yorgun ve kucağında bir kundakla eve geldi. Hepimiz annemin bebekle oturduğu somyanın etrafına toplandık. Kapkara kocaman gözleri, upuzun kirpikleri, alnını kaplayan uzun siyah saçları ve pembe yanaklarıyla bebek çok güzeldi.

“Bakın ne kadar güzel bir kardeşiniz oldu,” dedi annem.

“Biz çirkin miyiz?” dedi ablam.

“Büyüyünce yakışıklı bir erkek olacak, sen de onun güzel ablası olacaksın. Bebekken siz de böyle güzeldiniz,” dedi annem.

Hiç konuşmadım, dikkatle bebeği seyrediyor, bir taraftan da annemi dinliyordum.

“Ben kardeşinizin karnını doyurup, uyutayım, sonra da size yemek hazırlayayım,” dedi annem.

Anlaşılan hep öncelik onda olacaktı. Annemi özlemiştim, karnım acıkmıştı, bebek çok güzeldi, annem önce onunla ilgilenecekti. Sinirlendim hem de çok sinirlendim.

Bebek kardeşim hayatımıza girince hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Artık evin küçüğü değildim. Eve gelen herkes bebekle ilgileniyor, ona bir sürü hediyeler getiriyorlardı. Annem sürekli onunla ilgileniyor, babam işten geldiğinde beni kucaklamadan önce bebeği kucaklıyor, ağlamasın diye ona türküler söylüyordu.

Hem de babamla benim en sevdiğimiz, birlikte söylediğimiz Neşet Ertaş türkülerini… Birlikte sofraya oturduğumuz anda bile bir anda ağlıyor, annem kalkmak zorunda kalıyor, bütün gün neler yaptığımızı doğru dürüst anlatamıyorduk. Bu kardeş, anne ve babamın bizimle olan vaktini çalıyordu.

Bir akşam komşuya maç izlemeye gittik. Mahallemizde bu ziyaretler bizim için eğlenceli olurdu. Babalar maç izlerdi. Anneler çay hazırlar, yanında mutlaka kek, börek, gofret, lokum olur, biz de mahallenin çocuklarıyla birlikte hem oyun oynar, hem de hazırlananları afiyetle yerdik.

Maç bittikten sonra muhabbet gece yarılarına kadar sürer, biz de arkadaşlarımızla doya doya oynardık. Bu gecenin sabahında yatağımda uyandım. Gözlerimi ovuşturarak bahçeye çıkmak istedim.

Bahçedeki çeşmede elimizi, yüzümüzü yıkamak uykumuzu açardı. Tam çıkacağım ki ayağıma giyecek terliğim yok. Babamın aldığı, en sevdiğim pembe, beyaz minik çiçekleri olan sevimli naylon terliğim yok! Koridora baktım, ayakkabılığı tekrar karıştırdım, balkona baktım, bir türlü terliğimi bulamadım. Ben oradan oraya koştururken komşumuz Ömer amca;

“Kıvırcık telaşlı telaşlı ne arıyorsun?” dedi.

“En sevdiğim terliğim yok, bahçeye inemiyorum,” dedim.

“Aaa annen ve baban söylemedi mi? Dün erkek kardeşin senin pabucunu dama attı,” dedi.

Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Nasıl benim en sevdiğim terliği çatıya fırlatırdı? Artık bu evden gitmesi gerekiyordu.

Kundakta duran kardeşimin benim terliğimi nasıl aldığını, nasıl çatıya attığını düşünmeden içeri girip beşikten kardeşimi kucağıma aldım. Sevgili kurt köpeğimiz Yaban bana yardım ederdi, kocaman bir gözü görmeyen ama burnu çok iyi koku alan çok güçlü bir köpekti. Yabanın karşısına geçtim;

“Benim terliğimi nasıl alır Yaban?” dedim. “Ben ondan önce bu evdeydim, ben babamın biricik kızıydım, evin en küçüğüydüm. Hem herkes onunla ilgileniyor, ona hediyeler alıyor hem de benim en sevdiğim terliğimi çatıya atmış,” dedim.

“Bunu al, annemle babamın bulamayacağı bir yere götür ya da bebeği olmayan bir aileye ver, zaten burada dört tane çocuk var,” dedim.

Yaban bir bana, bir kucağımdaki kardeşime bakıyor, ne yapacağını bilmiyordu. Önce elimi yaladı, ardından kardeşimi kokladı ve onu da yalamaya başladı. Yaban alıp götürmeyecekti. Maalesef o da bebeği sevmişti.

Tam bu sırada annem gözleri fal taşı gibi açılmış halde yanıma geldi.

“Ne yapıyorsun kızım, ne oldu, neden kardeşin kucağında,?” dedi.

O an içimdeki tüm kıskançlıklar gözlerime doldu. Bağıra bağıra ağlamaya başladım. Ben kardeş istemiyorum, neden terliğimi çatıya attı, neden ona kızmıyorsun, diye anneme kardeşimi şikayet ettim. Yaban alsın, götürsün, istemiyorum, dedim.

Annem gülmeye başladı.

“Kimse benim kızımın terliğini çatıya atamaz,” dedi. “Terliğin komşuda kızım, dün sen oynarken uyuyakaldın, hatırlamıyor musun? Baban da seni uyandırmamak için seni yatağına kadar kucağında taşıdı, o sırada terliğini almayı unutmuşuz,” dedi.

Kardeşim hâlâ şaşkın şaşkın kucağımda bana bakıyordu. Üstelik hiç ağlamıyordu. Bir anda gülümsedi, kardeşim bana gülümsedi.

“Bak gördün mü? Kardeşin ilk defa gülümsüyor hem de sana gülümsüyor ablası, dedi. Demek ki seni çok seviyor, sen kardeşini sevmiyor musun?” dedi.

Henüz sevip sevmediğimden emin değildim ama kardeşimin ilk güldüğü kişi bendim. Hem gülerken de çok güzeldi. O günden sonra onu en çok ben güldürdüm, biraz büyüyünce yaramazlıklarımıza birlikte güldük. Üstelik hâlâ babamın “biricik kıvırcığı” bendim.

Siz siz olun altı yaşındaki bir çocuğa cümle kurarken ne söylediğinize dikkat edin. Çocukların hayal dünyasında söylediğiniz bir cümlenin hangi dünyalara kapı açtığını bilemezsiniz.

Sevgilerimle,

Yıldız Tek Gamlı

14/01/2024

Editör: Nigar KAYA

Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ

Yazarın Diğer Yazılarını Okudunuz mu?

Gerçekler Ve Bir Yılın Ardından

 

Yorumlar (5)

  1. Nermin Kaşçı
    • 5/02/2025

    Kaleminize sağlık Yıldız hocam 🥰

    • 15/01/2025

    Ahh bu büyükler.. Eskimişse at gitsin, derdi bana da annemin bir arkadasi. Şaka niteliği de taşımıyordu ama çocuğa karşı hiç tasimiyordu.. ;) kaleminize sağlık hocam

  2. Soner ırmak
    • 15/01/2025

    Yildiz ablam çok güzel bir hikaye büyük bir keyifle okudum hatta okurkende güldüm

    • 15/01/2025

    Kardeşi olan hemen herkesin yaşadığı duyguları adeta imbikten geçirircesine ifade etmişsiniz. Hocam emeğinize yüreğinize sağlık

  3. Yıldız Tek Gamlı
    • 15/01/2025

    Okuyan yorumlarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.