Çocukluğumuzun Unutulmaz Kışları

Çocukluğumuzun Unutulmaz Kışları

Çocukluğumuzun Unutulmaz Kışları

Soğuk bir Şubat sabahına açtım gözlerimi bu sabah. Nedendir bilemediğim bir nostaljik duygular vardı içimde. Perdeyi aralarken gökyüzünden nazlı nazlı süzülen beyaz kar tanelerini gördüm. Kalbim bir masum bir çocuk kalbi gibi sevinçle titredi. Camı açarak kollarımı açtım gökyüzüne, sanki tüm kar tanelerine tek tek sarılacakmış gibi coşkuyla selamladım her birini. Yıllardır görmediğim özlem duyduğum dostlarımdı her biri. Hemen mutfağa koşup bir bardak çay doldurdum ve oturdum pencerenin önüne, kulağımda çocukluk yıllarımdan kalma eski bir melodi ile seyretmeye başladım eski dostlarımı.

Lapa lapa yağarken izlemeye doyamadığım, heyecanla birikmesini bekleyip saatlerce oynamaktan bıkmadığım erimeye yüz tutmuş çocukluk yıllarıma götürdü bu görüntü beni. Annemin kar yağıyor diyerek bağırmasıyla fırlardık yataklarımızdan ve pencereye koşardık sevinçle. Okullar tatil edilmiş olurdu genellikle. Mahallenin tüm çocukları toplanırdık ve iki gruba ayrılırdık. Sonra başlardık elimizde şekil verdiğimiz küçük topları birbirimize atmaya. Zamanın nasıl geçtiğini anlamasak ta ıslanan çoraplarımız eve girme zamanının geldiğini gösterirdi. Kısa bir mola verirdik ve dağılırdık evlerimize.

Gürül gürül yanan sobanın sıcaklığı yüzümüze vurunca anlardık ne çok üşüdüğümüzü, soğuktan kıpkırmızı olmuş sızlayan ellerimizi sobaya karşı tutarak ısıtmaya çalışırken ıslak çoraplarımızdan sobanın üzerine düşen su damlaların çıkardı “cız” sesini dinlerdik. Genelde elektrikler olmazdı kar yağdığı zaman bu yüzden küçük ama hatıralarımıza iz bırakacak o sesleri daha iyi duyardık.

Dışarıdan gelen çocuk sesleri bizi tekrardan harekete geçirirdi. Önce kuruyan çoraplarımızı giyer sonra mont, şapka ve eldivene yine dışarıdayız. Basarak dağıttığımız karların yerini yenileri doldurmuş sanki bize hazırlık yapmış olurdu. Bu defa kartoplarını kardan adam yapmak için büyütürdük. Her birimiz küçük birer heykel tıraşa dönüşürdük.

Kardan adamımızı tamamlayınca sıra gelirdi en zevkli yerine; kafasına bir bere burnuna bir havuç ve gözlerine kömürler takar el ele tutuşur etrafında dolanır şarkı söylerdik. Uzaktan bakıldığında bir kartpostal gibi görünen o karenin yaşattığı hazzı başka ne verebilirdi ki?

Annelerimiz çağırınca anlardık ki artık gün bitti. Babalar eve döndü ve yemek vakti geldi. Gün biterdi ama karda oynamanın zevki bitmezdi. Herkes evine gider yemeğini yer, dinlenir ve akşam tekrar dışarıya çıkardı ama bu defa daha kalabalık olurduk. Akşam bize annelerimiz, ablalarımız ve diğer büyüklerimiz de eşlik ederdi.

Herkes eline poşet, naylon ya da eski plastik eşyaları alır çıkardı. Sokağın başına çıkar başlardık kaymaya. Çocukların sevin ve mutluluk çığlıkları karanlığı yırtar soğuğu yumuşatır ve anılarımıza mutluluk olarak geçerdi.

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ

Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Semiha Çetin

10 Kasım 1988 yılında Samsun'da doğdum. İlköğretim ve Lise eğitimitimi İstanbul'da tamamladım. Uludağ üniversitesi Biyosistem mühendisliği bölümünden 2015 yılında mezun oldum. Namık Kemak üniversitesi Biyosistem Mühendisliği anabilim dalında doktora eğitimime devam ediyorum. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Edebiyat bölümü öğrencisiyim. Özel sektörde çalışıyorum. Evliyim ve bir kızım var. Yazmaya, orta okulda düzenlenen bir öykü yarışmasına öğretmenimin teşviki üzerine katılıp kazanmamla başladım. Lise ve üniversite yıllarında da kısa hikaye ve öykü türlerinde yazılar yazmaya devam ettim. İstan bul Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Eğitimi programına katılarak yaratıcı yazarlık sertifikası aldım. Mayıs ayında yayınlanmış Enkaz adında basılmış bir kitabım bulunmaktadır.