BEKLERKEN SENİ
- Yazar: Taha ALTAY
- 17 Nisan 2024
- 96 kez okundu
BEKLERKEN SENİ
Evler gözü kararmış bir günah renginde akşamın koynuna giriyorken sokaklar buna ses çıkarmayan şehvet tenhalığında uzanmış onları seyrediyor.
Arabalar hızla gözlerden kayboluyor. İnsanlar birazdan korkunç bir bela patlayacakmış gibi soluğu evlerinde alıyorlar. Dükkanlar kepenk sesine ağaçlar yapraklarına örtünüyor.
Trafik ışıkları loş bir aydınlık ile aydınlanıyor ben de eski kır saçlı bir yazarın dilinden çıkmış sözleri mırıldanıyorum. Yalnızlık, sessizlik, günah ve eskilerin sözleri… Akşamı ve evleri azdırır gibi tıslıyorlar.
Hava kararıyor. Bir ezan sesi bölüyor. Günahı akşamdan beni de daldığım pencereden. Saatime bakıyorum. Selma henüz gelmedi diyorum. Gözümü uzaklara dikiyorum.
Bu kabahat benim değil, şimdiye dek okuduğum şairlerindir, hep uzakta aramayı öğrettiler. Uzaktan pencereme kadar uzanan manzaradan Selma’yı nerede bulacağımı düşünüyorum. Eskiden sık sık gittiğimiz kahve evini ilk sıraya koyuyorum.
Renkli gözlü bir garsonu vardı. Yüksek topuklu giyinir saçlarının rengini zaman zaman değiştirirdi. Kolunda uygunsuz bir dövme bulunurdu bunu örtmeyecek kadar da geçmişi ile barışıktı. Sık sık gittiğimizden belli bir zaman sonra menü ile birlikte samimi bir gülümsemeyi de masamızdan eksik etmezdi.
Selma hoşlanmazdı bu kadından. Selma’nın huyu da buydu. İnsanların geçmişini ön görüye çıkaran ip uçlardan o insanı geçmişine sarar onu asla gün yüzüne temiz çıkarmazdı. Biraz da bu huysuz dünyalarımız barışmadı zaten.
Bizi her daim birbirinden uzak tutan kafalarımız. Sonra deniz kenarına iniyorum. Selma denizi çok sever. Bazı akşamlar beni de alır götürür hiç konuşmadan söz hakkını sadece denizin dalgalarına verirdi. Susarken beni sevmediğini düşündüğünü bilirdim.
Dalgaların sesiyle yüzü irkilir omuzunun üstünden bana bakar gibi yapıp tekrar yüzünü denize dikerdi. İlk tanıştığımız zamanlara giderdi. Yazı atölyesine büyük yazar olma hayaliyle elimizde kitaplarla koştuğumuz zamanlara.
Selma bana değil yazılarıma vurulmuştu ve yıllar sonra hatasını Tolstoy’un hayatını okurken, karısı kontes sofiya’nın Tolstoy hakkında “yazarken ki inceliği yaşarken ki kabalığı” sözünde buldu. Kaba saba bir insan oluyordum.
Midye satan kadının tezgahına yaklaşıyorum. Beni bu kadınla Selma tanıştırdı. Birlikteliğimizin ilk zamanlarıydı. Seni çok kıymetli bir insanla tanıştıracağım deyince yakın arkadaşlarından biridir diye çok özel giyinmiştim.
Adı Süheyla. Çok zaman önce İstanbul’a taşınmışlar. Ermeni asıllı kocası ticaretle uğraşıyormuş. Sık sık yurt dışına çıkan kocasını bir daha dönmemek üzere kaybetmiş. Bir daha da haber alamamış. Öldü mü kaldı mı kendisi de bilmiyormuş. Bir oğlu varmış. Onun istikbali için gününün çoğunu deniz kenarında midye satarak geçiriyormuş.
Canı sıkılmazsın diye Selma hem sıklıkla uğrar hem de kendisine okuduğu kitapları getirirdi. Mahalleye yakın çiçekçi Cemil abi var. Selma fesleğen aşığı bir kadındı hem de cemil abinin tatlı sohbetini severdi. Ne zaman yeni fesleğen gelse Selma’yı çağırır Selma da akşam elinde fesleğen ile gelirdi.
Rollerimiz böyle akşamlarda yer değiştirir fesleğen daha ilk akşamdan kavgalarımızın sesinden solurdu. Sonunda evden ayrılan ben olurdum. Selma ise uzun uzun fesleğene pişmanlıklarını anlatırdı. Ben de soluğu arkadaşlarımın yanında alırdım. Gece döndüğüm de ise Selma uyumuş olurdu.
Sokağımızda Selma’nın hoşlandığı komşuların pencerelerine bakıyorum. Kimsenin ışığı yanmıyor. Pencereyi kapatıyorum ve odama dönüyorum. Duvarda asılı elbisesi sanki Selma tarafından unutulmuş gibi.
Masada dudaklarından kalma son izmaritler, yarım kalmış kitabı hepsi oldukları yerde Selma’yı hatırlamıyorlarmış gibi yabancı duruyorlar.
Selma o akşam gelmedi. Bir daha da gelmedi…
Taha ALTAY
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ
Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?
ESKİLERİN VE ESKİCİLERİN MAHALLESİ
Tolstoy un eşi Sophie haklı...
Çok akıcı çok iç yakıcı... Oysa yazarların sevgisi dünyayı sarar sanırdım...