Abla

Abla

  Abla

   Hava buz gibiydi, içimse sıcacık… Bugün bu dondurucu şehirde minicik kalpleri ısıtacaktım.

   Hafta içi bütün yoğunluğuma rağmen fazla mesai ücretimi katmış, arkadaşlarımı ikna etmiş, para toplamış, dükkan dükkan gezerek en kalın kazakları, sıcacık tutacak kadife pantolonları almıştım yurttaki çocuklara…

    Unutmadan biraz da çikolata almalıydım “Sormuk şeker istemiyoruz, hep kalitesiz, ağza yapışan sormuk şeker getiriyorlar” demişlerdi.

   Bu bayram kaç kişi ziyaretlerine gelirdi, bilmiyordum. Bildiğim bir şey vardı; o eksik dişleriyle her gülümsediklerinde, dünyalar benim oluyordu. Ne zaman koşarak bana sarılsalar, yüreğim hepsini sarmak istiyordu.

 

   Lise döneminde bir arkadaşım annesini kaybetmişti. Babası kısa bir zaman sonra evlenmiş, cici annesi kız kardeşini istememiş, arkadaşım evin işlerine yardımcı olur diye kalmasına izin vermiş, üç yaşındaki kardeşinin bakımı zor olur diye yurda vermişlerdi.

   Arkadaşımla iki haftada bir okulu asar, minik kız kardeşini görmek için yurda giderdik. Arkadaşım okul dönüşünde eve geç kalmamak için kardeşiyle iki ya da üç saat oynar, bazen onlara eşlik eder, bazen de diğer çocuklarla ben de oyunlar oynardım. Ardından koşa koşa otobüse biner, eve gittiğimde anneme sımsıkı sarılırdım.

    Lise bittiğinde arkadaşımı yurt dışından bir akrabasıyla evlendirdi babası, hayatı kurtulacaktı ona göre, cici annesi de rahat edecekti. Arkadaşım ağlaya ağlaya evlendi. Giderken söylediği tek şey “lütfen kardeşimi ablasız bırakma, mutlaka bir gün alacağımı söyle” oldu. O günden sonra hiç bırakmadım kardeşini, kardeşinin yanında yeni kardeşler de edindim gide gide…

   Buz tutmuş yoldan yurda girerken arkadaşımın verdiği sözü tuttuğunu hatırladım.

    Sanırım üçüncü yılın yarısıydı, bir buçuk yaşındaki oğluyla yanıma gelmiş, üç hafta gibi bir sürede kız kardeşinin bütün işlemlerini tamamlamış, yurt dışına götürmüştü. Belki de babası gerçekten bir iyilik yapmıştı arkadaşıma. Keşke buradaki her çocuğun bir ablası olsa dedim, keşke onlar da sıcacık yuvalarda hayallerini gerçekleştirseydi.

   Kapıyı koşarak Ali’m açtı. Zayıf Ali’m, cılız Ali’m, kara Ali’m… Her gördüğünde kapkara gözlerinin içi gülerdi, düşen dört süt dişiyle güldüğünde bademciklerini bile görür, tüm vücudunda her zerresinin güldüğünü hissederdim.

Abla

– Hoş geldin abla, dedi.

– Hoş bulduk Ali’m, çok soğuk, dedim.

   Bugün buraya gelme sebeplerimden biri Ali’ydi. Ne zaman yurda gelsem naylonlu, incecik beyaz gömleği üstünde olur, hiçbir zaman kol düğmeleri tam olmaz, gömleği hiçbir zaman incecik okul pantolonun içine girmezdi. Ayağı yine çorapsız, banyo terliğini ters giymişti.

   Hemen cebimden kalın bir çorap çıkarıp, ayaklarına giydirdim, üç numara kafasında dik dik kapkara saçlarını karıştırır gibi yaptım.

– Saçımı bozuyon ya, kızlar beğenmiyo sonra, dedi.

– Hadi ordan maymun, diyerek gülümsedim.

Aldıklarımı görünce gözleri açıldı.

– Bunlar ne abla ya, dedi.

– Sürpriz ama önce sen seçeceksin, dedim.

– Torpilliyim de mi, en çok beni seviyosun, dedi.

– Hadi len, hep aynı şeyi soruyorsunuz, olmaz, söylemem, dedim.

Gülümsedi.

   En çok onu sevdiğimi biliyordu. Elbette orada her çocuğu seviyordum, her çocuk birbirinden güzeldi ama Ali’min o her şeyden haberi var hali, o cılızlığına rağmen yaptığımız her işte yardıma koşması, ben bir şey demeden beni anlaması onu özel kılıyordu. Bir de bana sarılması vardı ki her ayrıldığımda sanki bırakırsam yok olacak gibi, her seferinde kalbimin sızlanmasına neden oluyordu.

   Tek tek bedenine göre bir kazak, bir kadife pantolon seçtik. Çantamdan kimse görmeden ağzına bir çikolata tıkıştırdım, nasılsa birazdan bütün çocuklara dağıtacaktım.

– Bir daha ki geldiğimde lütfen bunlardan giy, olur mu? Hava çok soğuk, üşüteceksin, hasta olacaksın, diye korkuyorum, dedim.

– Giymek isterim de söz veremem abla, dedi.

– Niye ki? Neden giymeyesin, dedim.

– Bize bırakmaz büyükler abla, başka kimseler de getiriyor, mont, ayakkabı ama bize kalmıyor. Bak şimdi sen bunları giydirdin ya, kirlenene kadar çıkarmam, tamam mı, dedi.

– Peki kirlendikten sonra, dedim.

– Abla biz makineye götürüyoz ya, ordan çıkınca iyileri ağbiler alıyor, sigara alıyolar kimseye söyleme, dedi.

– Peki görevliler bilmiyor mu, onlara söylesenize, dedim.

– He abla, söyleyek ondan sonra her gün yatakhaneden sürüklenip tuvalette ıslanıp ıslanıp dayak yiyek, olur, dedi.

– Ali’m ama bu doğru değil, bunu yetkililere söylemem gerek, dedim.

– He söyle söyle de, sorarlarsa ben demedim derim, sen geçip gitcen dayağı bana kalcak, yok öyle, dedi.

Kıyafetlerin hepsini ayırmış, paketlerinden çıkarmış, bedenlerine göre tek tek dizmiştik.

– Bi tane daha çikolata verirsen sana bi şey diycem, dedi.

Zaten gönüllüydüm, anlaşılan uzun zamandır çikolata yememişti, çikolata tüm çocuklara yeterdi. Hemen çantamdan bir tane daha çıkarıp, ağzına attım. Yine midesine kadar gülümsedi.

– Hadi çocuklar gelmeden söyle, ne diyeceksin?

– Ben büyüyünce baba olacam.

– Elbette büyüyeceksin, evleneceksin, baba olacaksın.

– Yok ööle değil, Alla Alla, kim evlencek benle, mafya babası olcam ben, dedi.

– Nasıl yani suç mu işleyeceksin, sana hiç yakıştıramadım 

– Mafya babası illa suç mu işliyo, kötüleri cezalandırıcam, hele bi büyüyüm çıkıyım şurdan, görcen topluycam arkadaşları mafya kuracam, bize kim ne kötülük ettiyse belasını okuycam, tamam mı, dedi.

   Tam sen ne düşünüyorsun, bunları kafana kim koyuyor, bu böyle olmaz, diyecektim ki çocuklar koridorlarda çınlayan çığlıklarla yanımıza geldiler. Bir baktım Ali’m “herşey yolunda” der gibi göz kırpıyor. Allah’ım bu çocuklara, bu tavırları kim öğretiyordu. Gelen çocuklara hissettirmemek için sadece gülümsedim.

   On beş dakikada bütün kıyafetler yerini bulmuştu. Yarım saatin sonunda çikolatalar da yutulmuştu. Sıra soğuk havada orelet içme zamanıydı. Onların en sevdiği oraletti. Her gittiğimde kocaman bir kavanoz alıyor, gitmeye yakın suyu kaynatıyordum. Kağıt bardakların her birine bir çay kaşığı koyuyor, yarısına kadar kaynar su koyup karıştırıyor, üstüne soğuk su koyuyorduk. Böylece çocuklar ağzı yanmadan ılık ılık oraletlerini içiyor, ben de bütün çöpü toplayıp buluşma merasimimizi bitiriyordum. Çocukların hepsiyle bir arada olmak, onların oralet içerken höpürtülerini duymak gitme vaktimi hatırlatıyordu.

   Bu arada merdivenin başında Rüveyda’yı gördüm, ürkek ürkek durduğu yerden bakıyor, yanımıza gelmiyordu. Bir bardak oralet hazırlayıp yanına gittim.

– Özlemedin mi beni, dedim.

– Yooo kimseyi özlemem ben, dedi.

– Ama ben seni çok özledim, dedim.

Elimdeki oraleti yere koyup ona yaklaştım. Niyetim sadece ona sarılmaktı. Geri çekildi.

– İstemem, gelme bi daha, dedi.

Kalbine dokunup, aslında öyle düşünmediğini söyleyecektim ki

– Dokunma acıyor, dedi.

   Kazağının üzerinden parmağımı takıp yara olup olmadığına ya da ne olduğuna bakacaktım ki korkunç, ağzımın bağlandığı, on iki yaşındaki her kız çocuğu gibi tomurcuk olmuş göğsündeki kocaman mosmor ısırığı gördüm. Çığlık atmamak için dişlerimi sıktım.

– Kim yaptı bunu sana, diyebildim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

Ali’m koşarak yanıma geldi.

– Sus, dedi. Sus burdaki ağbileri buraya mı topluycan, dedi.

Ağbi dedikleri oradaki görevlilerdi.

– Ali’m ne diyorsun sen, ne demek toplamak, bunun ne olduğunu biliyor musun, dedim.

– Ya abla ya bi git bilmiyomuş gibi konuşma, dedi.

– Ali’m neyi bilmiyorum, dedim

– Tööbe tööbe, dedi. Burda kız çocuğuysan gülün kanadıysa ya birinin karısı olursun ya da hepsinin karısı olursun. Rüveyda dün tuvalete gittiğinde Ahmet ağbi karım ol, demiş o da ağlayınca tüm ağbiler, işte yani tuvalette öfff ondan oturamıyor, dedi.

Beynim zonkluyordu, gözyaşlarım durmuyordu. Her şeyi bırakıp müdürün odasına koştum, çıkmasına az kalmıştı. Çıldırmak üzereydim. Müdürün kapısını hışımla açtım,

– Bu çocuklara böyle mi bakıyorsunuz, bu nasıl bir sorumsuzluk, diye bağırdım.

Polisi aradım, tutanak tutuldu, yurtta düzeni bozmaktan girişime izin verilmedi. Yıllarca hiç olmazsa Rüveyda’yı , Ali’mi göreyim diye uğraştım. Kurumlara iftira attığım için soruşturma açıldı. Üç yılın ardından sadece “Ahmet ağbiye” sürülme cezası verildi, öğrendim ki bir sahil kasabasındaki okul öncesi yurduna atanmış. Hiç kimse lisedeki arkadaşımın kardeşi kadar şanslı değildi.

Okudum, evlendim, anne oldum ama Ali’m ve Rüveyda’dan haber alamadım. Bir gece saat 02.00 sularında telefonum çaldı, bilmediğim bir numara arıyordu. Bu saatte kesin yanlış arıyorlardır diye açmadım. Sabahında polis beni aramıştı, gecekondu semtlerin olduğu bir çocuk parkında on yedi yaşında bir erkek çocuğunun cesedi bulunmuştu ve cebindeki kartlı numaradan aradığı son numara benim numaramdı.

Ali’m ne yaşamıştı, neler yaşamıştı bilmiyordum, beni neden aramıştı telefonumu nereden bulmuştu bilmiyordum. Ekip arabasıyla teşhis için gittiğimde üstünde incecik naylonlu bir beyaz gömlek, tüle dönmüş bir kumaş pantolon, ayakları çıplak, simsiyah saçları yüzünü kaplamıştı. Cebindeki bir gazete parçasında tükenmez kalemle “abla” ve benim telefonum yazıyordu.

Ali’m ne mafya babası ne de aile olabilmişti. “Tinerci ve intihar” diye işlendi dosyasına sanki bir hiçmiş, hiç yaşamamış gibi. Oysa bir gülse Ali’m midesine kadar kara gözleriyle gülerdi. Bir sarılsa Alim dünyayı kaplardı. Kaç tane Ali’nin, Rüveyda’nın gülüşü alınmıştı yurtlarda ve ben oradaki hiçbir çocuğa “abla” olamamıştım.

Ali’min beni affetmesi dileğimle…

 

Yıldız Tek Gamlı

Editör: Elif ÜNAL YILDIZ 

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

ALEV ALATLI’NIN ARDINDAN SAYGIYLA 1944-2024 

 

Yorumlar (18)

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 30/06/2024

    Desteğiniz için çok teşekkür ederim ❤️

  2. Nalan ÖZDEMİR
    • 4/03/2024

    Her kelimesi içime işledi ve her anı bende yaşadım,duygulanmamak elde değil, maalesef küçücük bedenleri,yürekleri,zihinleri ne kadar yaralanıyor....RABBİM yardımcıları olsun ve her çocuk istenerek dünyaya getirilsin,hatta anne ve baba olmak için belirli kriterler getirilsin,kalemine sağlık Yıldız hanım'cığım

  3. Ayse
    • 26/02/2024

    İçim acıdı.

  4. Yıldız Akşehirli
    • 24/02/2024

    Abla,Kaleminize,yüreğinize sağlık,Harika,okurken ben yaşamışım gibi gözlerim doldu,boğazım düğümlendi,çok duygulandım.Alah hepimizi iyi insanlarla karşılaştırsın.

  5. Yıldız Akşehirli
    • 24/02/2024

    Abla,Kaleminize,yüreğinize sağlık,Harika,okurken ben yaşamışım gibi gözlerim doldu,boğazım düğümlendi,çok duygulandım.Alah hepimizi iyi insanlarla karşılaştırsın.

  6. Selda
    • 24/02/2024

    Kaleminize saglık🥲

  7. Yıldız Akşehirli
    • 24/02/2024

    Ellerine emeğine yüreğine sağlık,okurken olayı ben yaşıyormuşum gibi oldum.Gözlerim doldu,boğazım düğümlendi,insanlar neler yaşıyor,nelere dayanabiliyor.Allah hepimizi iyi yürekli insanlarla karşılaştırsın.

  8. Hicret
    • 23/02/2024

    Ilık serin aksaminda, içime aglayip düşüncelere daldım. Bir yanim hüzün içinde ,bir yanimda umut. Gökyüzüne bakarken kaç yıldız kaldı acaba şu hayatta çocuklari sarıp sarmalayan hayatlarına dokunan bir anlıkta olsa gülümseten kalbi güzel ve özel insan... Başarılarının devamını diliyorum

  9. Deniz
    • 23/02/2024

    Böyle şeyler okumak bile zor geliyor...

    • 19/02/2024

    Tüylerim diken diken oldu. Allah bu dünyayı ıslah etsin. Kaleminize sağlık Hocam

  10. Nazan Ekmekçi
    • 18/02/2024

    Alahım çocuk olmak ne kadar zormuş.Kimine babası ağabeyi tecavüz eder yurda bırakılana yani devlete emanet edilene oradaki ahlaksızlar tarikata giden çocuklara oradaki çok! dindarlar musallat olur.Yani bu çocukları kim nasıl bu arsız mahlukların elinden kurtaracak Allahım bunlar nasıl yaratık

  11. Nigar KAYA
    • 17/02/2024

    Okurken öyle duygu geçişleri yaşadım, o kadar etkilendim ki anlatamam. Kalemine yüreğine sağlık çok gğzel😢👏🏻👏🏻👏🏻

  12. Havin Ezo
    • 16/02/2024

    O yurtlarda ne sessiz çığlıklar var okurken boğazınız düğümleniyor yutkunamıyorsunuz ne yazacağımı bilemedim.. Bu yazıyı okurken hem üzgünüm hem de aşırı öfkelendim … Taciz edilmiş bir kız çocuğunun yaşadığı acıyı düşünmek bile yüreğimi sızlattı Ali’nin küçücük bedeninde yediği dayaklardan susturulması sistemin küçüçük çocukları tehditlerle istediklerini yapmaları lanet olsun insanlığımıza hiç mi çocuklarımız, evlatlarınız yok o küçük kız çocuğuna dokunduktan sonra evde ki kız çocuğunuzun çocuklarınızın yüzüne nasıl baktınız ..!!! Allah belanızı versin Yemin ediyorjm en büyük hayallim uzak doğu dövüşleri bilen bir sokkak çetesi kurup Ali’nin hayali olan iyi mafya olup böyle aşağlık insanları cezalandırmak … Her okuduğumuz şahit olduğumuz gerçekler bizi insanlığımızdan soğutuyor 🤬😡🤬🤬🤬🤬

  13. Yıldız TEK GAMLI
    • 16/02/2024

    Herkese teşekkür ederim benim için yazması çok zordu😔😔😔

    • 16/02/2024

    Okurken sindirmekte zorlandım içime işledi acısı..

  14. Ayşe Kayacan
    • 15/02/2024

    Oysa bir gülse Ali'm midesine kadar kara gözleriyle gülerdi😞 of içime işledi 😭

  15. Zeynep
    • 15/02/2024

    İçim acıdı okurken Allah bütün yavruları korusun

  16. semiraysezgin
    • 15/02/2024

    Of ki of ki of of nasıl bir yürek yarasıdır nasıl dile getirilmeyen getirilemeyen yaralardan bir yaradır. Konuşalım bunları kalemine sağlık. Ellerin ve gönlün dert görmesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.