SOL (YANI) DİZİ ÇILDIRMIŞ OLMALI!

SOL (YANI) DİZİ ÇILDIRMIŞ OLMALI!

        Sevdiğinden sesini eksik edersen onu nefessiz bırakırsın…

Kendinin celladı olmayı öğrendi yılları devirirken. Anasının ağuşunda kulağına fısıldanmış şeyleri dahi hatırlayan o adam, yaşamayı, yaşamak nasıldı, hatırlamıyordu. Unuttu. Tam sevmeyi de unuttum derken sürgün bir sevda sardı sinesini. Tam umutlarını bırakırken! Elveda diyecekken bir de. Bir serzenişle altüst etti tüm benliğini. Renklerin armonisinde uğultular duyuluyordu. Her uğultu kor bir ateş gibi sinesini sarıyor, ruhuna ve bedenine canlılık katıyordu. Depresif ağlamaları gülmelere boyandı. Ömrü, ömrüne çağlayanlar misali sevda damlattı. Geçmişin izleri silindi. Geleceğe bahar bahçe gönlüyle umutlar ekti. Gönlü şenlendi. Aklı tüm zorlukları yendi.

SANMIŞTI…

KANMIŞTI…

YANMIŞTI

     
Bir vakitler umutlarını dirilten tatlı dilleri artık söyleyemez oldu. Söyleyemeyen dilberin insafında kavruluyordu. Ne işveli, ne cilveli devrildi, savruldu. Şan, şöhret uğruna doğruldu. Göğün katmanlarında yaşadığı, yaşattığı sevdası bir buz dağına çarptı. Gönül dünyası Titanik’e döndü. En alttan en üste kadar hızla iftira, nifak, gurur, kibir bastı her yanı. Hani gıy gıycılar Lordlar Kamarası’nda devam ediyordu enstrümanlarını çalmaya gemi batarken. Hiçbir şey hissetmeden, tepki vermeden dünya onlar için gıy gıy da gıy gıydı. Gönül dünyası, ölümü şerbet diye içenler deryasına dönmüştü.

SEVMİŞTİ…

İNANMIŞTI…

YANMIŞTI…

Bazıları için güneş çoktan batmıştı, bazıları için yeniden doğdu. Harap eden eller birbirine kenetlendi. Azgın oyunlarını oynarken cehennemin kokusunu duydu o ıssız adam. Sükûtu kalaylayan, gafleti alaylayan; başı dik, huzuru yamuk adam… Sesi, soluğu gitti. Nur yüzüne kandığı kadının utanmadan nasıl böyle bir sinsilik yaptığını hiç anlamadı. Tanrı’dan tek dileği, gönül taşlarını yıkanın aynı acıları hissetmesiydi. Aşka destan yazan yüreğinin celladı, kelamına öfke, hırs, kızgınlık urbasını giydirdi.

Sevdiğini söyleyen o kadın, aslında bir şey etmedi. O çok bildiğini sanan, laf cambazı adam, kendini gün be gün aymazlığıyla öldürüyordu.

 

ÖLÜMLENMİŞTİ…
GÜLÜMLENMİŞTİ…
YENİLMİŞTİ…

        İçinde koskoca sıradağlar bir bir yılmaksızın yıkılıyordu artık. Volkanlar patlıyor, sinapslarına zılgıt çektiriyordu. Bir yanında kıpkırmızı şelaleler çağlıyor, diğer yanında kasırgalar esiyordu. Sıcacık bir sevda türküsü duysa her şeye rağmen bahar bahçeye dönen gönlünün şehirleri talan edilmişti. “Keşke bir toz parçası olaydımda, hafifçe esen yelde yok olaydım!” dedi. İlikleri uğulduyordu. “Ağlamak yok, koskoca adamsın ulan. Ağlama! Ağlama! Ağlamaaaaaaaa!

Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaah!

Diye bağırıyordu içi. Dışı güllük gülistanlık. Bu kez bir anlam arayışına girmedi. Kendi davranışlarını yargılamak yerine izlemeyi tercih etti. Sadece dinledi iç sesini, ıssızlanan benliğini. Oturduğu koltuğa çıksada mabadının izi, canı hiçbir şeye kani gelmiyordu. Tükenmek sendromuymuş adı. “işte, işte adı belli bak. Yıllarca bas bas bağırdın, bir adı olmalı diye. Al sana tanrıdan hediye. Daha güzel günleri gör diye. Ayıkladı mayınları sen basmadan.” dedi kendiliğine. Askerliğini de komando olarak yapmıştı. Kaç mayınlı tarladan sapasağlam çıktı da aşk diyarından mayınlara basmadan çıkması neredeyse imkansızdı. Dedim ya işte! Tanrıdan bir hediye, elalem bilmesin, görmesin,duymasın diye…lafızlarından sonsuza kadar arınmak…

Emily Yaramis

10/10/2025

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ

Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

 

Bir önceki yazımı okudunuz mu?☺️

https://fisildayankalemler.org/suspumlandi/

 

 

 

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Emily Yaramis

ilk olarak 1982 yılında Çankırı ilinin Balıbağı köyünde bir sabah vakti annesinin yüzünde bir tebessüm olarak belirdi. Yedi yaşına kadar köyün bütün güzellikleriyle hemdem olmuştu. Duygu ve düşüncelerin en güzel ifadesini oluşturan alfabeyi Çankırı Atatürk İlköğretim Okulunda çok kıymetli ögretmeni Nilüfer Yığın’dan öğrenmişti. Orta ögrenimini Dr. Refik Saydam İlköğretim Okulunda tamamladı. Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesinden Ondokuz Mayis Üniversitesi Sinop Egitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliğine uzanan eğitim yolunun daha nerelere uzanacağını bilmiyordu. Düzce ve Ankara da iki yıl kara tahtanın başında talihinin aydınlık taşlarını döşüyordu. Sevdanın gönül kapısını çalması ile Amerika'ya uzanan yolun kapılarının açılması bir olmuştu. Şimdilerde eşi ve dört evladıyla Oklahoma City'de can ipliğini zaman çıngırağına sarma gayretinde. Öğretmenliği ve anneliğinden taşan kelimelerden ördüğü hayat deseninden oluşan deneme ve şiirleri çeşitli dergilerde gönüllere doğru yol almaya devam ediyor.