BİR ATIN RÜZGÂRINDA UÇMAK
- Yazar: Yıldız TEK GAMLI
- 29 Nisan 2025
- 122 kez okundu

BİR ATIN RÜZGÂRINDA UÇMAK
Kapadokya “Güzel Atlar Ülkesi” demek, çocukluğumun yazları hep dedemin atlarıyla geçti. Seyisimiz Ömer amca, atlara özel bir ilgi gösterir, haranın, atların bakımını özenle yapardı.
Eşi Hatice teyze de mutfakta annemlere yardım eder, üzüm bağlarında ve tarlada çalışan dönemlik işçilerimizin yemeklerini hazırlarlardı. Yaz dönemi; köy için çalışmak, ürünleri toplamak zamanıydı.
Dedem gibi çok fazla üzüm bağı ve tarlası olan çiftçiler, ürünleri zamanında toplamak için dışarıdan işçi getirirlerdi.
Bu dönemde yemek götürmek, içme suyu getirmek, ahırı temizlemek, hayvanlara yem vermek çocukların işiydi. Bundan hiç hoşlanmıyordum. Tatildeydim yani.
Köydeki arkadaşlarımla doya doya oyun oynamak, gezmek, yeni maceralar yaşamak istiyordum. Annem bu çalışmaların kış için olduğunu söylüyor, yaz mevsiminde bunları hazırlarsak kışın rahat rahat yiyeceğimizi söylüyordu.
Biz de herkes gibi marketten alırız dediğimde, terliğinin hışmından kurtulamıyordum. Ben köylü müydüm, şehirli miydim bilmiyordum. Ağabeyim de her seferinde dalga geçiyor, şehirde yaşayan köylüleriz, diyordu. Sanki doğru söylüyordu.
Bir gün Ömer amca atları tımarlarken yardım etmek istedim. Dedemin doru bir Arap atı vardı, güneş vurduğunda teni kızıl olurdu.
Herkesin binmesine izin vermez ama ben daldaki tüm elmaları ona verdiğim için bana da ses çıkarmazdı. Dedemin ona verdiği isim Kızılca idi.
Bazen Ömer amca Kızılca’ya eyersiz binmeme izin verir, haranın etrafında birkaç tur attırırdı. Kızılca çok hızlı olduğu için, tarlaya ya da üzüm bağına giderken yük atlarını kullanırdık, Kızılca sadece dedem ata binecekse hazırlanırdı. Doğrusu Kızılca’ya binip hızlanmayı isterdim.
İş değil tatil yapmak istediğim bir günde otlakta arkadaşlarımla buluştum. Köyde olan tek bakkalımıza çikolata gelmişti ve canımız çikolata istiyordu.
Köy bakkalında genelde çay, şeker, gaz yağı gibi bahçede bulamayacağımız, bittiğinde köylülerin kasabaya gitmek zorunda kalacağı şeyler vardı. Bakkalı olmayan birçok köy vardı ve ilçeden yazın gelen çocuklar için çikolata olması sevindirici bir olaydı.
Ne yazık ki hiçbirimizde para yoktu. Zaten bakkal amca da para kullanmazdı. Köylüler alacakları şey karşılığında süt, yoğurt, peynir, pekmez, salça gibi kendi yaptığı ürünleri verirdi. Peki biz nasıl alacaktık? Aklıma bir fikir geldi. Dedemin bir sürü tavuğu vardı. Dedemin bir kez gaz yağı için yumurta verdiğini görmüştüm. Bu iş bendeydi.
Kimseye görünmeden kümese girdim. Eteğime toplayabildiğim kadar yumurtaları topladım. Herkese çikolata almam için on ya da on iki yumurta yeterdi. Kümesin dışında arkadaşlarım bekliyorlardı.
Yumurtalar kırılmasın diye bakkala kadar yavaş yavaş yürüdük. Bakkal amca “kıvırcık, dedenin haberi var mı?” dediğinde sadece kafa salladım. Şu an sadece çikolata yemek istiyordum. Her birimiz çikolataları alıp, bir ısırık aldığımızda dedem kapıda belirdi.
Durum ortaya çıkacaktı. Yıldırım hızıyla oradan kaçmaya başladım. Dedemin peşinden geleceğini biliyordum. Her türlü evden kaçmalıydım. Hemen haraya koştum.
Kızılca dışında atların hiçbiri yoktu. Annemler akşam yemeği ve su için diğer atları almış olmalıydılar. Kızılca’ya baktım, huzursuz görünmüyordu. Haranın kapısını açıp Kızılca’nın yelesinden tutarak sırtına atladım. Ömer amca “hayır, binme!” diye arkamdan seslense de ben köy yoluna girmiştim.
Bir anda tüm korkum bitti. Kızılca’nın sırtında olmak harikaydı. O kadar hızlı dörtnala koşuyordu ki kendimi uçuyor gibi hissettim. Rüzgarın kokusu burnuma doluyordu, saçlarım rüzgarla dans ediyordu.
Kızılca yelesini sıkıca tutmama rağmen hiç kişnemeden koşmaya devam etti. Hava kararsın istemiyordum. Eve gitmek zorundaydım, biliyorum ama dedemden azar işitmek istemiyordum.
Kızılca ile birlikte güneşi takip ederek hep gün ışığında onun parlayan sırtında gitmek istiyordum. Ne yazık ki Kızılca yorulmuştu.
Nerdeyse üç ya da dört köy geçmiştim. Bir çeşme başında durduk. İkimiz de çok susamıştık. Önce kana kana ben çeşmeden, o yalaktan su içtik. Kızılca otlara gömülünce çeşmenin kenarında bir elma ağacı gördüm.
Karnım acıkmıştı, çikolatadan da bir şey anlamamıştım. Bir iki elma alıp karnımı doyurdum. Kızılca için de birkaç elma alıp yanına gittim. Kendine ait olduğunu anlamış gibi elimdeki elmaları keyifle yedi. Güneş tepeyi aşmaya başladığı için yine yelesinden tutup bindim ve köyün yolunu tuttum.
Köye girdiğimde hava kararmıştı. Annem endişeyle kapıda beni bekliyordu. Ömer amca hemen Kızılca’yı alıp haraya götürdü. “umarım çok terletmemişsindir hayvanı” dedi.
Annem, neden böyle yaptığımı sorduğunda tüm olanları anlattım. Canımız ne kadar çikolata istese de izinsiz yumurta almanın hırsızlık olduğunu söyledi.
Kabul etmedim, dedemin evi nasıl bizim de evimizse, dedemin yumurtaları da bize aitti. Çünkü dedem bir defasında, “bu ev hepinizin” demişti. Üstelik dedem için bir yaz boyunca her şeye yardım ediyor ve para almıyorsam yumurtalar benim sayılırdı.
Annem “seninle uğraşmayacağım, git elini yüzünü yıka ve yat” dedi. Sabahında beni işçilerin sularını taşımakla görevlendirdi ve o gün yorgunluktan akşam yemeği yemeden uyuyakaldım.
Kızılca ile aramızda bir bağ oluştu. Her yaz köye gittiğimde onunla yepyeni maceralar yaşadım. Kim bilir belki bir gün onları da anlatırım.
27/04/2025
Yıldız Tek Gamlı
Editör: Nigar KAYA
Genel Yayın Yönetmeni :Elif ÜNAL YILDIZ
Yazının tamamı yazarına aittir.
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?
Okuyan, yorumlarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim 🥰
Yıldız Hanım' yazınızı okudum. Tebrikler... Ben de Nevşehir de ikamet ediyorum.. Emekli Millî Eğitim Müdürlüğü mensubuyum. Sigara ve hayat kitabımı yayınladım. Elif Hanım'ın sitesinde yazılarınızı okuyorum.
Doyasıya çocukluk yaşamak bu olsa gerek. Hocam kaleminize sağlik.