Proje 13 Bir Kan Bağının Hikayesi 2
- Yazar: Soner IRMAK
- 10 Aralık 2024
- 49 kez okundu
Kaçışın Ardındaki Tehlike
Eren’in zihni karmakarışıktı. Dosyanın içindekilere inanmak istemiyordu ama her bir belge, her bir fotoğraf inkar edilemez bir şekilde gerçeği haykırıyordu. Babası Mustafa değil, Cesur’du ve bu isim bir geçmişin, belki de bir ihanetin gölgesiydi.
“Kanımda taşıdığım şey mi?” dedi Eren, sesi titrek ama kararlıydı. “Bu, ne anlama geliyor?”
Kadın, derin bir nefes aldı ve ağır adımlarla masanın yanındaki projeksiyon cihazını açtı. Kararmış taş duvarlardan birine bir görsel yansıdı: bir DNA zinciri, parlayan kırmızı bir bölgeyle işaretlenmişti.
“Sen,” dedi kadın, “insan genetiğinde yıllardır süren bir deneyin sonucu olan ikinci nesilsin. Cesur, yani baban, bu deneyin ilk aşamasının bir parçasıydı. Ama işler planlandığı gibi gitmedi. Onu durdurmak zorunda kaldılar.”
“Kim durdurdu? Kim bu insanlar?” Eren bağırıyordu.
Kadın gözlerini kısmıştı. “Kim mi? Adına hükümet, bilim insanları, gizli organizasyonlar… ne istersen söyle. Ama bu sorunun bir cevabı var, Eren. O da sensin.”
Siyah paltolu adam bir adım öne çıktı. “Baban bu projeden kaçtı ama sonuçlarını peşinde bıraktı. Onlardan saklanarak seni büyüttü. Şimdi ise senin varlığın, hepsini tehlikeye atıyor.”
Eren geri çekildi. “Bunlar saçmalık. Eğer bu doğruysa, neden şimdi buradayım? Babamın hala yaşadığına inanıyorsam, bana onu göstermeniz gerek!”
Adam, Eren’e yaklaştı. “Göreceksin. Ama önce bize yardım etmen gerek.”
Tam o sırada dışarıdan bir patlama sesi geldi. Binanın içindeki herkes irkildi. Duvarlar sallandı, tavandan taş parçaları düştü. Pencereden parlak bir ışık huzmesi geçti ve sonra karanlık yeniden her yeri kapladı.
Kadın hemen yerinden fırladı. “Bizi buldular!”
Siyah paltolu adam, ceketinin altından bir silah çıkardı. “Eren’i alın ve arka kapıdan çıkarın. Onlar buraya ulaşmadan önce gitmeliyiz!”
Eren donup kalmıştı. “Kim? Kim bizi buldu?”
Kadın Eren’in kolundan tutarak onu ayağa kaldırdı. “Sormak için vaktimiz yok, çocuk. Hayatta kalmak istiyorsan, hareket et!”
Eren istemsizce kadının peşinden koşmaya başladı. Hanın taş koridorlarında yankılanan ayak sesleri, geride kalan patlama ve çığlıklarla karışıyordu. Siyah paltolu adam en arkadaydı, bir şeylere ateş ederek onlara zaman kazandırıyordu.
Sonunda, koridorun sonundaki metal bir kapıya ulaştılar. Kadın kapıyı açtı ve Eren’i dışarı itti. Dışarısı daha da karanlıktı; yalnızca uzaktaki bir sokak lambası titrek bir ışık yayıyordu.
Eren nefes nefese, “Bu insanlar kim? Neden bizi öldürmek istiyorlar?” diye sordu.
Kadın, kapıyı kapatmadan önce son bir kez baktı. “Çünkü babanın kaçışı onların oyununu bozdu. Şimdi sıra sende.”
Kapıdan gelen bir bağırış duyuldu. Ardından birkaç el silah sesi… siyah paltolu adamın sesi ama sonra her şey sessizliğe büründü.
Kadın Eren’e dönüp sert bir şekilde, “Koş!” dedi.
Eren istemsizce koşmaya başladı, bilinmez bir geleceğe doğru. Ama içini kemiren bir soru vardı: Gerçekten de bir kaçış yolu var mıydı, yoksa bu sadece bir başlangıç mıydı?
Kaçışın Ardındaki Tehlike
Eren karanlık sokaklarda koşarken zihni hala kadının söylediklerinde takılı kalmıştı: “Senin varlığın, hepsini tehlikeye atıyor.” Bu ne anlama geliyordu? Babasının yaptığı şey neydi ki onu bile tehlikeye atmıştı?
Koşarken arkasından gelen ayak seslerini duydu. Kısa bir an durup arkasına baktığında, gölgelerin arasında hızlı hareket eden birkaç figür fark etti. Sadece takip edilmiyor, aynı zamanda avlanıyordu.
Etrafına bakınırken gözleri bir inşaat alanına ilişti. Sessizce oraya girip saklanmaya çalıştı. Kalp atışları kulaklarında yankılanıyordu. Birkaç dakika boyunca sadece nefesini kontrol etmeye çalıştı. Ama o sırada fark etmediği bir şey vardı: inşaat alanında yalnız değildi.
Bir el omzuna sertçe dokundu. Eren hızla döndüğünde, kendisine doğrultulmuş bir silahla karşılaştı. Silahı tutan kişi, onun gibi genç bir kadındı. Yüzünde kararlılık vardı ama gözlerindeki korku dikkat çekiyordu. “Eğer bir adım daha atarsan, ateş ederim!” dedi kadın. “Bekle!” diye bağırdı Eren, ellerini havaya kaldırarak. “Ben… ben bilmiyorum, kim olduğunuzu ya da ne istediğinizi.”
Kadın, silahını indirip Eren’e biraz daha yaklaştı. “Adını söyle.”
“Eren,” diye yanıtladı nefes nefese. “Sadece Eren.”
Kadın, bu adı duyduğunda hafifçe geriledi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra başını iki yana salladı. “Demek sensin. Cesur’un oğlu.”
Eren şaşkın bir şekilde kadına baktı.“Babamı tanıyor musun? Ne Biliyorsun?”
“Bekle!” diye bağırdı Eren, ellerini havaya kaldırarak. “Ben… ben bilmiyorum, kim olduğunuzu ya da ne istediğinizi.”
Eren şaşkın bir şekilde kadına baktı. “Babamı tanıyor musun? Ne biliyorsun?”
Tünelde ilerlerken Eren’in kafasında aynı soru yankılanıyordu: “Hayatta kalmak için kimlerden saklanmam gerekiyor ve kimlere güvenebilirim?”
Tüneldeki Karanlık
Eren, tünelin loş ışığında ilerlerken ayak seslerinin yankısı kulaklarında çınlıyordu. Kadın, onun önünde hızlı ama sessizce yürüyordu. İkisinin de nefesi düzensizdi. Arkalarındaki patlama sesleri uzaklaşmıştı ancak Eren’in içinde bir şeyler ters gittiğine dair güçlü bir his vardı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Eren, sabrını yitirerek.
Kadın bir an durdu ve arkasına dönüp fısıldadı: “Beni sorgulamak yerine sessiz kalmayı öğren. Yoksa burada ikimiz de öleceğiz.”
Bu sözler Eren’in dudaklarını mühürledi. Tünelin nemli duvarları ve küf kokusu arasında ilerlerken geçmişindeki tüm hatıralar zihnine hücum etti. Babasının gizemli kayboluşu, annesinin hiçbir şey açıklamayan sessizliği… Ve o geceki sesler.
Eren bir an duraksadı. Tünelin karanlığında babasının sesini duyar gibi olmuştu. Fısıldayan, çağıran bir ses. Kafasını çevirip karanlığa baktı. Kadın bunu fark etti ve kolundan sertçe çekti.
“Ne yapıyorsun? Hemen hareket et!”
“Ama bir şey duydum…” diye itiraz etti Eren, korku ve kararsızlıkla.
“Burada duyduğun her şey bir tuzak. Tünel senin zihninle oynar.” Kadının sesi sertti ama gözlerindeki endişe, söylediklerinde gerçeklik payı olduğuna işaret ediyordu.
Bir süre sonra tünelin sonunda eski, paslı bir kapıya ulaştılar. Kadın kapıyı açarken, Eren arkasına bir kez daha baktı. Bu kez bir gölge gördü. İnsan siluetine benzeyen ama tamamen hareketsiz bir gölge.
“Biri var!” diye bağırdı Eren.
Kadın hızla geri döndü ama gölge çoktan yok olmuştu. “Sana zihninle oynadığını söylemiştim,” dedi ancak sesi titriyordu. “Hadi, dışarı çıkmamız lazım.”
Kapıdan dışarı çıktıklarında kendilerini terk edilmiş bir fabrikada buldular. Terk edilmiş gibi görünse de içeride tuhaf bir düzen vardı: yere sıralanmış eski dosyalar, patlamış ampuller ve toz içinde kalmış bilgisayarlar.
Kadın, bir masanın üzerindeki dosyalardan birini aldı ve hızla sayfaları karıştırmaya başladı. “Burada bir şey olmalı…” diye mırıldandı.
Eren yaklaşıp sayfalara göz atmaya çalıştı. “Bu nedir? Babamla ne alakası var?”
Kadın, sayfaların birinde durdu ve kısık bir sesle konuştu: “Baban, Cesur, bir sır saklıyordu. Ama bu sır sadece ona ait değildi. Onun ölümünden sonra bu yük sana geçti ve şimdi seni durdurmak için her şeyi yapacaklar.”
Eren sayfalara bakınca bir fotoğraf gördü: Babasının gençlik fotoğrafıydı ama yanında başka insanlar da vardı. Birkaçını tanıyamadı ama bir yüz dikkatini çekti. “Bu… bu sen misin?” diye sordu, şaşkınlıkla kadına bakarak.
Kadın gözlerini kaçırdı. “Evet. Ben ve baban, aynı amaç uğruna çalışıyorduk ama o, işler ters gidince beni yalnız bıraktı. Şimdi seni yalnız bırakmama izin veremem.”
Tam o sırada fabrikada bir gürültü duyuldu. Kapılar hızla çarptı, pencereler titredi. İkisi de irkilip sesin geldiği yöne baktı.
“Bizi buldular,” dedi kadın, silahını çıkararak. “Saklan ya da savaş ama kararını hemen ver!”
Eren’in zihni karmakarışıktı. Babasının gölgesi hala peşindeydi ama şimdi hayatı için mücadele etmesi gerekiyordu. Karanlıkta ilerleyen adımlar yaklaştıkça, tetiği çekmeye hazır bir kadın ve kaçış için hiçbir yeri kalmayan Eren, korkunun derinliğini iliklerine kadar hissetti.
Buradan sonra Eren’in karakterinin gelişimine ve olayların derinleşmesine odaklanabiliriz:
Eren’in karanlıkta saklanan bu güçle ilk karşılaşması.
Babasının bıraktığı mirasın ne olduğunu ve neden bu kadar değerli olduğunu anlamaya başlaması.
Kadının gerçek niyetlerinin sorgulanması ve bir ihanet ihtimali.
Hikayeye kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Yüzleşme
Eren’in zihni, yaşadığı an ile geçmişin gölgeleri arasında sıkışıp kalmıştı. Korkunun penceresine düşen kalbi deli gibi çarparken, kadının söylediklerini tartmaya çalışıyordu. Ancak fabrikada yankılanan ayak sesleri onu hızla gerçekliğe çekti.
“Kimin peşinde olduklarını biliyor musun?” diye sordu Eren, sesi kısık ama gergindi.
Kadın gözlerini kapıya dikmişti. “Onlar insan değil, Eren. Yani, en azından artık değiller.”
Bu sözler Eren’in boğazında düğümlendi. “Ne demek istiyorsun?”
Kadın cevap vermedi. Elindeki silahı sıkıca kavrayıp fabrikanın karanlık köşelerine doğru ilerledi. “Ne olursa olsun, ses çıkarmadan beni takip et. Eğer bizi bulurlarsa, hayatta kalman imkânsız.”
O sırada bir gölge hızla hareket etti. Eren’in gözleri gölgeyi yakalamaya çalışsa da, gördüğü şey insana benzer bir şeyden çok daha farklıydı. Uzun, ince ve grotesk bir şekle sahipti. Gövdesi eğilip bükülüyordu ve gözleri — eğer gözse — derin bir kızıllıkla parlıyordu.
Kadın sert bir şekilde fısıldadı, “Koş!”
Eren ne olduğunu anlamadan kendini kadının peşinden koşarken buldu. Fabrikanın koridorları arasında yankılanan çığlıklar, soğuk bir ürpertiyle kulaklarına ulaşıyordu. Aralarından biri yakındı, çok yakındı.
Kadın bir kapıya doğru hızla yöneldi ancak kapı açılmadı. “Lanet olsun!” diye tısladı. Arkasında bir adım daha duyulunca silahını kaldırıp tetiği çekti. Patlayan mermi, sessizliği bir an için yırtarken gölgenin şekli geriye doğru çekildi. Ancak tamamen durmamıştı.
“Bu işe yaramıyor!” diye bağırdı kadın. “Onları durduramayız, sadece kaçabiliriz!”
Eren, nefes nefese kapıya yüklenerek omzuyla vurdu. Kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı ve ikisi de içeri daldı. Kadın hızla kapıyı kilitlerken, Eren’in gözleri odanın ortasındaki eski bir masaya takıldı. Masanın üzerinde bir harita vardı ve haritanın tam ortasında işaretlenmiş kırmızı bir nokta: Tarhan Konağı.
“Bu ne?” diye sordu Eren, şaşkınlıkla haritayı işaret ederek.
Kadın, kapının önüne bir masa dayadıktan sonra nefesini topladı. “Burası babanın son işi. Cevaplar burada.”
Eren haritaya daha yakından baktı. Tarhan Konağı’nın adı yıllardır unutulmuş bir efsane gibiydi. Eski, lanetli bir ev olduğu söylenirdi. Orada bir zamanlar karanlık ritüeller yapıldığı ve o ritüellerin hâlâ etkilerini sürdürdüğü konuşuluyordu.
“Baban oraya gitti,” dedi kadın, sesinde hem bir hüzün hem de korku vardı. “Ona yardım edebileceğimi sandım ama asla geri dönmedi.”
Tam o anda kapının ardında yeniden tırmalama sesleri başladı. Kadının gözleri büyüdü. “Bizi buldular. Hareket etmeliyiz!”
Eren, babasının bıraktığı mirasın ne kadar tehlikeli olduğunu yeni yeni anlamaya başlamıştı. Kendisini babasının adımlarını takip ederken bulmuştu ancak bu yolun nereye varacağını tahmin edemiyordu. Tek bildiği şey, her adımında daha büyük bir karanlığın içine çekildiğiydi.
Etrafına bakınırken gözleri bir inşaat alanına ilişti. Sessizce oraya girip saklanmaya çalıştı. Kalp atışları kulaklarında yankılanıyordu. Birkaç dakika boyunca sadece nefesini kontrol etmeye çalıştı. Ama o sırada fark etmediği bir şey vardı: inşaat alanında yalnız değildi.
Bir el omzuna sertçe dokundu. Eren hızla döndüğünde, kendisine doğrultulmuş bir silahla karşılaştı. Silahı tutan kişi, onun gibi genç bir kadındı. Yüzünde kararlılık vardı ama gözlerindeki korku dikkat çekiyordu. “Eğer bir adım daha atarsan, ateş ederim!” dedi kadın. “Bekle!” diye bağırdı Eren, ellerini havaya kaldırarak. “Ben… ben bilmiyorum, kim olduğunuzu ya da ne istediğinizi.”
Kadın, silahını indirip Eren’e biraz daha yaklaştı. “Adını söyle.”
“Eren,” diye yanıtladı nefes nefese. “Sadece Eren.”
Kadın, bu adı duyduğunda hafifçe geriledi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra başını iki yana salladı. “Demek sensin. Cesur’un oğlu.”
Eren şaşkın bir şekilde kadına baktı.“Babamı tanıyor musun? Ne Biliyorsun?”
“Bekle!” diye bağırdı Eren, ellerini havaya kaldırarak. “Ben… ben bilmiyorum, kim olduğunuzu ya da ne istediğinizi.”
Eren şaşkın bir şekilde kadına baktı. “Babamı tanıyor musun? Ne biliyorsun?”
Tünelde ilerlerken Eren’in kafasında aynı soru yankılanıyordu: “Hayatta kalmak için kimlerden saklanmam gerekiyor ve kimlere güvenebilirim?”
Tüneldeki Karanlık
Eren, tünelin loş ışığında ilerlerken ayak seslerinin yankısı kulaklarında çınlıyordu. Kadın, onun önünde hızlı ama sessizce yürüyordu. İkisinin de nefesi düzensizdi. Arkalarındaki patlama sesleri uzaklaşmıştı ancak Eren’in içinde bir şeyler ters gittiğine dair güçlü bir his vardı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Eren, sabrını yitirerek.
Kadın bir an durdu ve arkasına dönüp fısıldadı: “Beni sorgulamak yerine sessiz kalmayı öğren. Yoksa burada ikimiz de öleceğiz.”
Bu sözler Eren’in dudaklarını mühürledi. Tünelin nemli duvarları ve küf kokusu arasında ilerlerken geçmişindeki tüm hatıralar zihnine hücum etti. Babasının gizemli kayboluşu, annesinin hiçbir şey açıklamayan sessizliği… Ve o geceki sesler.
Eren bir an duraksadı. Tünelin karanlığında babasının sesini duyar gibi olmuştu. Fısıldayan, çağıran bir ses. Kafasını çevirip karanlığa baktı. Kadın bunu fark etti ve kolundan sertçe çekti.
“Ne yapıyorsun? Hemen hareket et!”
“Ama bir şey duydum…” diye itiraz etti Eren, korku ve kararsızlıkla.
“Burada duyduğun her şey bir tuzak. Tünel senin zihninle oynar.” Kadının sesi sertti ama gözlerindeki endişe, söylediklerinde gerçeklik payı olduğuna işaret ediyordu.
Bir süre sonra tünelin sonunda eski, paslı bir kapıya ulaştılar. Kadın kapıyı açarken, Eren arkasına bir kez daha baktı. Bu kez bir gölge gördü. İnsan siluetine benzeyen ama tamamen hareketsiz bir gölge.
“Biri var!” diye bağırdı Eren.
Kadın hızla geri döndü ama gölge çoktan yok olmuştu. “Sana zihninle oynadığını söylemiştim,” dedi ancak sesi titriyordu. “Hadi, dışarı çıkmamız lazım.”
Kapıdan dışarı çıktıklarında kendilerini terk edilmiş bir fabrikada buldular. Terk edilmiş gibi görünse de içeride tuhaf bir düzen vardı: yere sıralanmış eski dosyalar, patlamış ampuller ve toz içinde kalmış bilgisayarlar.
Kadın, bir masanın üzerindeki dosyalardan birini aldı ve hızla sayfaları karıştırmaya başladı. “Burada bir şey olmalı…” diye mırıldandı.
Eren yaklaşıp sayfalara göz atmaya çalıştı. “Bu nedir? Babamla ne alakası var?”
Kadın, sayfaların birinde durdu ve kısık bir sesle konuştu: “Baban, Cesur, bir sır saklıyordu. Ama bu sır sadece ona ait değildi. Onun ölümünden sonra bu yük sana geçti ve şimdi seni durdurmak için her şeyi yapacaklar.”
Eren sayfalara bakınca bir fotoğraf gördü: Babasının gençlik fotoğrafıydı ama yanında başka insanlar da vardı. Birkaçını tanıyamadı ama bir yüz dikkatini çekti. “Bu… bu sen misin?” diye sordu, şaşkınlıkla kadına bakarak.
Kadın gözlerini kaçırdı. “Evet. Ben ve baban, aynı amaç uğruna çalışıyorduk ama o, işler ters gidince beni yalnız bıraktı. Şimdi seni yalnız bırakmama izin veremem.”
Tam o sırada fabrikada bir gürültü duyuldu. Kapılar hızla çarptı, pencereler titredi. İkisi de irkilip sesin geldiği yöne baktı.
“Bizi buldular,” dedi kadın, silahını çıkararak. “Saklan ya da savaş ama kararını hemen ver!”
Eren’in zihni karmakarışıktı. Babasının gölgesi hala peşindeydi ama şimdi hayatı için mücadele etmesi gerekiyordu. Karanlıkta ilerleyen adımlar yaklaştıkça, tetiği çekmeye hazır bir kadın ve kaçış için hiçbir yeri kalmayan Eren, korkunun derinliğini iliklerine kadar hissetti.
Buradan sonra Eren’in karakterinin gelişimine ve olayların derinleşmesine odaklanabiliriz:
Eren’in karanlıkta saklanan bu güçle ilk karşılaşması.
Babasının bıraktığı mirasın ne olduğunu ve neden bu kadar değerli olduğunu anlamaya başlaması.
Kadının gerçek niyetlerinin sorgulanması ve bir ihanet ihtimali.
Hikayeye kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Yüzleşme
Eren’in zihni, yaşadığı an ile geçmişin gölgeleri arasında sıkışıp kalmıştı. Korkunun penceresine düşen kalbi deli gibi çarparken, kadının söylediklerini tartmaya çalışıyordu. Ancak fabrikada yankılanan ayak sesleri onu hızla gerçekliğe çekti.
“Kimin peşinde olduklarını biliyor musun?” diye sordu Eren, sesi kısık ama gergindi.
Kadın gözlerini kapıya dikmişti. “Onlar insan değil, Eren. Yani, en azından artık değiller.”
Bu sözler Eren’in boğazında düğümlendi. “Ne demek istiyorsun?”
Kadın cevap vermedi. Elindeki silahı sıkıca kavrayıp fabrikanın karanlık köşelerine doğru ilerledi. “Ne olursa olsun, ses çıkarmadan beni takip et. Eğer bizi bulurlarsa, hayatta kalman imkânsız.”
O sırada bir gölge hızla hareket etti. Eren’in gözleri gölgeyi yakalamaya çalışsa da, gördüğü şey insana benzer bir şeyden çok daha farklıydı. Uzun, ince ve grotesk bir şekle sahipti. Gövdesi eğilip bükülüyordu ve gözleri — eğer gözse — derin bir kızıllıkla parlıyordu.
Kadın sert bir şekilde fısıldadı, “Koş!”
Eren ne olduğunu anlamadan kendini kadının peşinden koşarken buldu. Fabrikanın koridorları arasında yankılanan çığlıklar, soğuk bir ürpertiyle kulaklarına ulaşıyordu. Aralarından biri yakındı, çok yakındı.
Kadın bir kapıya doğru hızla yöneldi ancak kapı açılmadı. “Lanet olsun!” diye tısladı. Arkasında bir adım daha duyulunca silahını kaldırıp tetiği çekti. Patlayan mermi, sessizliği bir an için yırtarken gölgenin şekli geriye doğru çekildi. Ancak tamamen durmamıştı.
“Bu işe yaramıyor!” diye bağırdı kadın. “Onları durduramayız, sadece kaçabiliriz!”
Eren, nefes nefese kapıya yüklenerek omzuyla vurdu. Kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı ve ikisi de içeri daldı. Kadın hızla kapıyı kilitlerken, Eren’in gözleri odanın ortasındaki eski bir masaya takıldı. Masanın üzerinde bir harita vardı ve haritanın tam ortasında işaretlenmiş kırmızı bir nokta: Tarhan Konağı.
“Bu ne?” diye sordu Eren, şaşkınlıkla haritayı işaret ederek.
Kadın, kapının önüne bir masa dayadıktan sonra nefesini topladı. “Burası babanın son işi. Cevaplar burada.”
Eren haritaya daha yakından baktı. Tarhan Konağı’nın adı yıllardır unutulmuş bir efsane gibiydi. Eski, lanetli bir ev olduğu söylenirdi. Orada bir zamanlar karanlık ritüeller yapıldığı ve o ritüellerin hâlâ etkilerini sürdürdüğü konuşuluyordu.
“Baban oraya gitti,” dedi kadın, sesinde hem bir hüzün hem de korku vardı. “Ona yardım edebileceğimi sandım ama asla geri dönmedi.”
Tam o anda kapının ardında yeniden tırmalama sesleri başladı. Kadının gözleri büyüdü. “Bizi buldular. Hareket etmeliyiz!”
Eren, babasının bıraktığı mirasın ne kadar tehlikeli olduğunu yeni yeni anlamaya başlamıştı. Kendisini babasının adımlarını takip ederken bulmuştu ancak bu yolun nereye varacağını tahmin edemiyordu. Tek bildiği şey, her adımında daha büyük bir karanlığın içine çekildiğiydi.
Soner IRMAK
Editör: Nigar Kaya
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?
Proje 13 Bir Kan Bağının Hikayesi