YUVAMIZIN SACAYAĞI

YUVAMIZIN  SACAYAĞI

YUVAMIZIN SACAYAĞI

Arif okul çıkışı koşarak eve geldi. Kurt gibi acıkmıştı. Televizyon karşısında zaman öldüren annesine yemekte ne olduğunu sordu. Aldığı cevap şaşırtmadı. “İki el bende varsa iki el de sende var.” Bu demek oluyordu ki “Git yemeğini kendin hazırla.”

Üstünü değiştirip mutfağa geçti.  Ortaokul çağında olmasına rağmen bir iki çeşit yemek yapabilirdi Arif. Yine güzel bir yemek için kolları sıvadı. Kendini bir şef ilan etmişti. Gururla başladı soğanı soymaya. Yaşlar akmaya başladı. Soğanın acısı mıdır gözlerinden yaş akıtan yoksa yüreğinin acısı mı ..

Ruhunda anne sevgisi, şefkat eksikliği yaşıyordu Arif. Bir gün bile başını okşamamıştı annesi. Ketum duruşunu asla bozmazdı.

Babası da Arif on yaşlarında iken vefat etmişti. Babasının içten sevgisine doyamadan sonsuzluğa uğurlamıştı. Birlikte geçirdikleri güzel zamanları özlüyordu. Şimdi de babasının en sevdiği menüyü hazırlıyordu. Bulgur pilavı, vişne kompostosu, lahana turşusu.

Hem soğanları doğuruyor hem de duygu seli akıtıyordu içine içine. Çocukken duygular daha yoğun olmalı ki “Çocuk gibi ağlama” sözü yetişkinlere söyleniyordu.

Annesinin sesini duyunca hızla sildi gözlerini. Yemeğe yoğunlaştı. Kendi iç dünyasında bile duygularını yaşamaya hakkı yoktu. Yemek hazırdı. En ufak konuşma olmadan yemekleri bitti.

Babasından kalma bir alışkanlık olan yemek duası da edildi. Fatihalar okundu “Amin!” denildi sadece yüksek sesle. Arif’in sesi biraz titrek .. Yiyecekleri yaratan Rabb’e hamd için mi yoksa bir annenin ölen sevgisi, şefkati için miydi bu Amin?

Böyle boşluk içerisinde yıllar geçti. Arif yetişkin bir birey olarak artık evlilik istiyordu. Eşi çok güzel alımlı bir kadın olmalıydı O’nun için. Öyle de biriyle evlendi . 

Fakat güzellik tek haslet olursa mutluluk, yuva kavramları bir o kadar uzakta kalır. Evliliğini ebedi saadet gören Arif bey ne yazık ki eşinin gerçek sorunları ile ilk günlerde yüzleşmişti. Patolojik rahatsızlığı kadını şizofreniye kadar götürmüştü.

Kesici aletler ile Arif Bey’in başında uyanmasını bekledi bir sabah. Arif Bey şaka yaptığını zannediyor olmalıydı ki gülümseyerek doğruldu. Fakat kadının bakışları hiç de şaka yapar bir halde olduğunu göstermiyordu.

Arif Bey’in gençlik zamanı yazdığı şiirleri bulmuştu. Tek sorun buydu ve aklında geçmişe dair başka bir kadın olabileceğini düşünüyordu eşi. Oysa Arif Bey’in hayatına giren tek kadın Lale idi . Yazılan şiirlerin başka kadına ithafen olması ihtimal dahilinde değildi. Gel de bunu Lale hanıma anlat …

Şiirleri tek tek yırtıp önüne koydu Arif Bey’in. Çöpe attığı takdirde evliliklerinin yürüyebileceğini söylüyordu. İstediği oldu. Şiirler çöpe atıldı. Sahi aklında başkası olsa yazılan şiirler çöpe atılınca her şey unutulmuş mu olacaktı?

Aradan haftalar geçti. Arif Bey hala eşinin sorununu çözemiyordu . Bu evliliği mi istemiyordu, Arif Bey’i mi sevmiyordu yoksa evlilik hayatına mi adapte olamamıştı… Koskocaman bir soru işareti ile yaşıyordu Arif Bey.

Huysuz, eşi bir istekte bulununca tam tersini yapan, evdeki sorumluluğu aklına bile gelmeyen, geceleri kesici aletler ile adamın başında bekleyen bir kadın!  Adamcağız tam geçmişi üzerine sünger çekti, evlenip mutlu olacak derken çok daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalmıştı.

Bu evlilikten de iki çocukları vardı. Çok küçük yaşlarda büyük sorunlara, kanlı şiddete maruz kalan iki minik çocuk vardı o evde. Kanlı şiddet.. Çünkü kadın eline zarar verebilecek ne geçirmişse Arif Bey’i her fırsatta yaralıyordu, çeşitli kavga bahaneleri ile. Bu sefer roller de farklıydı. Bizler erkeklerin şiddete meyilli olduğuna bir nebze aşina olmuşken bu yaşam öyküsünde ileri düzey rahatsızlıkları bulunan bir kadın şiddet uyguluyordu .

Uzun sürmedi evlilikleri. İkisinin de yolları ayrıldı. İki minik yavrunun velayeti tuhaftır ki annede..

Şimdilerde üniversite öğrencileri. Kendilerini anne kıskacından kurtarma çabasındalar. Yıllar sonra babalarının mağduriyetini anladılar ancak yetişkin olana dek babalarını bu evliliğin bitiş sebebi olarak gördüler. Sanki sorunlu olan anneleri değil babalarıydı.

Arif bey hiçbir zaman kendini ispatlama gereği duymadı. Her zaman babalık yapmaya çalıştı. Şimdilerde haftasonu tatilini yavruları ile geçiriyor ve o mutluluk Arif Bey’i gençleştiriyor . Kalbi sevinçle atıyor. Sevgiye, değere muhtaç ruhunu çocuklarına yapabildiği babalık ile doyurmaya çalışıyor.

Evlilikte mutluluğun yollarını aramak, onu yakalamak ve doyasıya yaşamak, her çiftin hayalidir. Fakat mutluluğu bulmanın yolları bilinmezse ve bu konuda çaba gösterilmezse çiftlerin mutluluğa ulaşmaları zor olacaktır. Evliliklerin sağlam zemine oturması için harcanacak çabanın zor ama gerekli olduğunu bilmeliyiz.

Çünkü aile bağlarının güçlü olması bizler ve neslimiz için çok mühimdir. Aile huzuru demek toplumun huzuru, refahı demektir. Aile dinamiklerinin sağlam olması da bireylerin psikolojik durumuna bağlıdır.

En ufak kötü bir olay ilerleyen zamanlarda patolojik sorunlara yol açabilir. Bu sorun günden güne bizim ruh halimizi daha da kötüye götürebilir.

Bu sebeple zamanında ruhsal olarak arınmak hem bizi hem evliliğimizi hem de neslimizi koruyacaktır. Çünkü çocuğu dik tutan , ruhsal olarak besleyen yuvamızın sacayağı vardır: Anne, baba, anne-baba ilişkisi.

Anne-baba ilişkisi her zaman pozitif olmayabilir. Çocuklar tartışmalara şahit olabilir. (Kavgalara değil!) Tartışma ortamında aşağılama, argo kelimeler kullanma, ses yükseltme gibi durumlar olmaz. Fikir ayrılıkları, hoşa gitmeyen şeyler düzgün bir üslupla konuşulabilir ve mutlaka o tartışma çözüme kavuşturulmalıdır. Çocuklar bu ortamı yaşadıkça seviyeli tartışmayı, çözüm odaklı olmayı ,fikir ayrılıklarına saygı duymayı, sınır çizmeyi öğrenirler.

Fakat şiddet içerikli kavgalarda kendilerini suçlu görmeleri en basit sorun olarak örneklendirilebilir .

Tatlıya bağlanmayan kavgalarda iki önemli rahatsızlık ortaya çıkar: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite.

Akşam bir kavga oldu varsayalım. Çocuğun aklını tüm gün o kavga işgal edecektir. “Annem hala ağlıyor mu, babam anneme kızdı mı, evi kim terketti, arkadaşlarım kavga seslerini duydu mu…???”

Bu sorular çocuğun o anda ilgilenmesi gereken ders ise onu o dersten uzaklaştıracaktır. Dikkatini toparlayamayan bir çocuğa dönüşecektir sık sık bu kavgalara maruz kalan çocuklar. Bir süre sonra hiperaktivite meydana gelecektir. Ruhundaki acıyı bastırmak için koşar, koşar… koşar, bir yere çarpar, düşer,  kalkar yine koşar. İçindeki duygu birikimi arttıkça şiddet de uygular.  Vurur, çarpar, kırar. Acısını acı yaşatarak yok etmek ister .

Çocuklarımız bizim sorunlarımızı omuzlarında taşıyamayacak kadar hassastırlar. Onlara sorunları, huzursuzluğu miras bırakmak yerine çocukluklarını yaşayabilecekleri ortam hazırlamak, onlara sevgimizi hissettirmek, güven vermek en kıymetli miras olacaktır.

Yuvamızın Sacayağı sağlam olursa gelecek zamanın ‘yetişmiş bireyleri ‘ olarak var olacaklardır. Unutulmamalıdır ki ebeveynlikten önce EŞ olabilmek başarılmalıdır. Evlerimiz yuva olduğu sürece bu toplumdan her anlamda ümitli olabiliriz. Farkındalığımız daim, kalplerimize, yuvalarımıza şifa bol olsun.

Sevgiyle kalın…

Rümeysa KAYA ODABAŞ

Editör: Ümmü ÖZÇELİK

Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ 

Diğer Yazıma Göz Atmak İster misiniz?

HANGİ PLAZANIN TÜRKÇESİ

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Rümeysa KAYA ODABAŞ

14 Mayıs tarihinde dünyaya gelmiştir. İlahiyat mezunudur. Yedi yıl ücretli öğretmenlik yapmıştır. Beden Dili, hitabet, Diksiyon, Aile İçin İletişim, Çocuk Psikolojisi , Öğrenci Koçluğu, Özel Eğitim Öğretmenliği alanında eğitimleri vardır . Dil İşçileri Edebiyat Projesinde yer alıp mini hikayeler yazmaktadır. Çocuk kitapları yazma üzerine projeleri vardır . Evli ve bir çocuk annesidir.