Otelin lobisindeki tavanda bulunan sarı ışıklar, avizenin kristallerinden yansıyarak adeta bir gökkuşağı oluşturuyor, etrafa büyülü bir atmosfer yayıyordu. Lobideki masaların çoğu doluydu. Giriş kapısının sağ çaprazındaki köşede masalar birleştirilmiş kalabalık bir grup oturmaktaydı. Gruptaki insanların bazıları kelleşmiş, bazılarının ise saçları kırlaşmıştı. Hepsi ortalama ellili yaşların ortalarındaydı. İçlerinde hiç kadın olmaması dikkatlerden kaçmıyordu. Yüksek ses çıkarmamaya özen gösterseler de bazen ipin ucunu kaçırıyorlardı. Bir ara öyle dalmışlardı ki iki masa ötedeki sarı kazaklı bayan onları uyarmıştı. Hatta ukalaca konuşup , bu soğuk mart gecesinde dışarı çıkabileceklerini dışarıda istedikleri gibi bağıra bağıra konuşabileceklerini hatırlatmıştı.
Pamukkale çok soğuk bir yer olamamakla birlikte dün gece yüksek kesimlere yağan karın ayazı çökmüştü. Resepsiyon görevlisi, çay ve kahve siparişlerini almak için lobiyi dolaşırken kalabalık grubun en ucunda oturan Hüseyin elini kaldırarak görevliyi çağırdı. Hüseyin, uzun boylu ve esmer tenli bir adamdı, grubunda en saç fakiri adamıydı. Her hareketi ciddiyet ve olgunluk izlenimi veriyordu. Gerçekten de bir işadamıydı ve yurt dışına mevsimlik gıda maddeleri satıyordu. En geniş pazarı Rusyaydı. Herkes siparişini verdikten sonra tekrar arkadaşlarına dönüp konuşmasına devam etti:
“Arkadaşlar hepinizi tanıdığıma çok seviniyorum. Otuz beş yıllık dostluğumuz var. Hepimiz Konya’ya okumaya geldiğimizde sırtımızda ceketimizden başka bir şeyimiz yoktu …”
Tam karşısında oturan Baki, sitemli bir tebessümle onu seyrederken gözünde prefabrike bir yurt odası canlandı. Prefabrike yurt odası, sanki dağ başıymış gibi etrafında hiç yerleşim yeri yoktu. Altı kişilik odada Hüseyin ile Baki vardı. Hüseyin elinde bir şiir defteri ile Baki’ye şiir okurdu. Sonra “Nasıl? Olmuş mu? Defterinin arasına koysam benim koyduğumu anlar mı?” diye soruyordu. Hüseyin okulda bir kıza sevdalıydı, Baki onun dert ortağıydı. Geceler boyu ona bir şeyler anlatırdı. Kıza açılması aylar sürmüş, reddedilince de Baki’ye sarmıştı. En çok da beynine kazıdığı “Baki sen olmasaydın belki de çoktan intihar ettiydim” sözüydü. Ne günlerdi be!
Daldığı düşüncelerden ayılınca Hüseyin sustu. Sonrasında Ferhan devam etti. Ferhan’nın saçları seyrelmişti, ama kar gibi bembeyazdı. Üstelik aralarında en iri göbeğe sahipti. Oturduğu koltuğa tam bir patron edasıyla yayılmıştı. Gerçekten de bir patrondu. Yurt dışından getirdiği saç bükme makinelerinin dağıtımcısıydı. Öksürdükten sonra devam etti konuşmasına: “Yıllar sonra bu ikinci buluşmada dostluğumuz perçinlendi. Bundan sonra her yıl geleneksel hale getireceğiz inşallah. Birbirimizden hiç kopmayalım. Daima birbirimize destek …” Baki Ferhan’ın yüzüne baktı. Bir şey ler diyecekmiş gibi oldu. İçinde sanki patlamaya hazır bir bomba var gibiydi. Ağzından kelimeler savurması için Baki’yi dürttü ama Baki kendine hakim oldu. Yüzüne o az önceki sitemli tebessümü geldi. Vücudu okul arkadaşı ile birlikteydi, ama aklı yıllar öncesine gitti. Bir kahvedeydi şimdi. Büyük bir binanın ikinci katında geniş ve uzun bir yer. En arka köşede bilardo masaları vardı. Tavanın alçaklığı ve pencerelerin küçüklüğü sebebi ile sigara dumanından boğucu bir havası vardı. Bütün masalar okey ve kâğıt oynayan öğrencilerle doluydu. Baki kasaya doğru giderken Ferhan’ı kahveciye bir şeyler söylerken gördü. Daha doğrusu sanki ona yalvarır gibiydi. O da Ferhan’a bakmak için gelmişti zaten. Yanlarına vardığındaysa anlamıştı durumu. Ferhan yine oyunu kaybetmiş ve hesabı ödeyemiyordu. Kahveci ısrarla “Oynamasaydın ben anlamam parayı arkadaşlarından al” diyordu. Muhtemelen onu ütenler çoktan gitmişlerdi oradan. Baki’yi görünce altın madeni bulmuş gibi oldu. Baki sinirlenmişti ama arkadaşını da orada öylece bırakıp gidemezdi. Hafta sonu memlekete gitmeye otobüs bileti için ayırdığı parayı da katarak tüm parasıyla hesabı kapattı. Baki’nin memlekete gidecek parasıda kalmadı. Babası bileti memleketten alacaktı. Birkaç gün de okuldan ve yurttan aldığı yemek kartı ile idare edecek, cebindeki belediye otobüs biletlerini kaybetmeyecekti. Kahveye inmeyecek, kantine takılmayacaktı. Baki’nin memleketi yakındı, ayda bir gidip gelebiliyordu. Söve saya Ferhan’la kahveden çıktılar.
Omzuna dokunan biriyle daldığı bu anılar dünyasından sıçrayarak uyandı. Cahit onu dürtüyordu. Bir yandan da “Hey yavrum hey, her zamanki gibi dalgınsın! Sen okulda da böyle dalar giderdin. O zamandan belliydi şair olacağın.” Diyerek sırıttı. Baki kafasını kaldırdı, arkadaşlarını gördüğü için mutluydu ama buruk bir mutluluk benliğini esir almıştı. Tek tek arkadaşlarını süzmeye başladı. Hepsi gerçekten değerli insanlardı. İçlerinde maddi durum üst düzey de olanlar da vardı. Maddi sıkıntısı en fazla olan kendisiydi. Ancak kendi kendine yetebiliyordu. Ekstra bir harcama çıktığında zor günler yaşıyordu. Aynı durumda olan bir beş altı kişi daha vardı. 5 kişi de memur olarak orta yerde idare ediyordu. Sözü Cumali almıştı. Aslen Adana’lıydı. Her Adana’lı gibi siyah saçları vardı. Ama şimdi beyazlamaya başlamış, hafifçe de alnı dökülmüştü. O da İstanbul’da bir şirketin üst düzey yöneticisiydi.
Cumali: “Ferhan’a katılıyorum. Bunu sürekli hale getirmeli ve gelemeyen arkadaşlarımızı da gelmesi için ikna etmeliyiz. Ayrıca hep aynı yerde değil de gezip görmek adına her yıl başka yerlerde yapmalıyız…” deyince Baki’nin yüzünde zorraki bir tebessüm belirdi. Cumali’ye baktı, ama baktığı Cumali değildi. Okulda baktığı gibi bakamıyordu. Yıllar önce tertemiz akan bir nehir berrak bir şekilde bakıyordu ama şimdi o nehir çamur olmuştu. Nehir berraklığını kaybetmişti. Baki’nin de bakışları saf ve berraklığını kaybetmişti. Tekrar öğrencilik günlerine döndü.
Bir apartmanın arka tarafında kömürlükten bozma tek odalı evde sıcacık yatağındaydı. O gece ev arkadaşı Cumali memleketten gelen arkadaşları ile kalacağı için yalnızdı. Cumali muhtemelen yarın okula da gelmezdi. Şimdi onun yerine de imza atmak gerekiyordu. Sahtekârlıktı bu ama arkadaş için çiğ tavuk bile yenirdi. Küçük bir sahtekârlığın lafı mı olurdu? Arkadaşı devamsızlıktan sınıfta kalsa daha mı iyiydi? Tahmin ettiği gibi de oldu. Cumali derse gelmemişti.
Akşam yemeğinden sonra eve vardı. Çok yorgundu ama merkez kahveye uğramazsa olmazdı. Üstelik vizeler de yaklaşıyordu. Gelince de ders notlarını gözden geçirse iyi olurdu. Cumali kahvede de yoktu. Anlaşılan misafirleri gitmemişti. Notlarını düzenlemiş saat gece bire gelirken yatağa girmişti. Tam uykuya dalacağı sırada ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. Işığı yakan Cumali hemen kapıyı sürgüledi. Yatağında doğrulan Baki arkadaşının yüzündeki telaşı görünce panikledi. Ne olmuştu buna da böyle sarı ışıkta bile yüzünün kireç beyazı belli oluyordu. Bakinin yatağına oturup selam bile vermeden “bizim arkadaşlar Püren’in evini soymuşlar. Bana da biraz borçları vardı onu ödediler” dedikten sonra cebinden bir tomar para çıkardı. Mehmet Püren ailesi Almanya’da yaşayan kendileri ile akran bir gençti. Onunla kahve arkadaşıydılar.
Baki kulaklarına inanamadığı gibi üstündeki sersemlikten kurtularak köpek görmüş kedi gibi fırladı yatağından. Yakasına yapıştı arkadaşının. Haklı olarak o da korkmuştu. Hele babası bir duyarsa mahvolurdu. “Sen ne yaptın lan manyak Mehmet Püren çevresi geniş adam oylum oylum oyar sizi.” Yakasını bırakıp başucundaki sürahiye uzandı. Oldum olası çok su içerdi. İki bardak sudan sonra biraz serinlemiş hissetti kendini.
Ne olacaktı, şimdi ne yapacaklardı? Cumali parayı saklamaları gerektiğini söyledi parayı bir güzel sakladılar. Uzunca bir sohbetten sonra uykuya daldılar. Sabah hiçbir şey olmamış gibi okula gittiler ama Cumali öğlen olmadan okuldan ayrılıp kayıplara karıştı. Akşam okuldan yeni gelmiş yemek yaparken çalan kapıyı açınca polisle karşılaştı. Polisler koluna girip doğruca arabaya götürdüler. Cumali arabadaydı. Doğruca karakola gittiler. Kapıya geldiklerinde hayatında ilk defa karakola giren Baki’nin resmen dizleri titriyordu. Hoş Cumali de ondan farklı değildi. Ayrı ayrı odalara alındılar. İkisi sivil biri üniformalı üç polis vardı başında.
Ne biliyorsa anlattı. Orada da öğrendi ki Cumali’nin arkadaşları Konya’ya uyuşturucu satmaya gelmişlermiş. Cumali de sonradan uyanmış duruma. Ona okuldan alıcı ayarlamasını söylemişler satamayınca da dönüş parası için soygunu gerçekleştirmişlerdi. Cumali’ye sus payı mıydı verdikleri yoksa gerçekten borçları mı vardı bilmiyordu. Rakam pek öğrenci rakamı gibi değildi. Her şey yazıldı çizildi. Son aşamaya gelindiğinde genç olan sivil yaşlı olana “Amirim bunun olayla ilgisi yok. Biz bunu olaya katarsak yardım ve yataklıktan onlardan fazla ceza alır. Haline de bakınca durumu da ortada. Biz bunu şahit yazalım.” Dedi. Amirin onayıyla Baki şahit yazılarak olaya adı karışmadan kurtulmuştu. Belki bütün hayatını etkileyecek bir karar çıkmıştı iki polisten “Ulan Cumali seni boğsam yeridir.” diyordu gece yarısı karakoldan çıkarken.
Baki uzaklardaydı dalmıştı, arkadaşları ile konuşmuyordu. Sanki konu mankeni gibi orada duruyordu. Husursuzluğu sessizliğine yansıyordu. Yüzüne garsonun gölgesi düşünce, kendine geldi. Şimdi Ayhan bir şeyler söylüyordu. Ayhan ince uzun bir adamdı. Okulun basket takımında oynardı. Yaba gibi elleri dizlerinde, parmakları halat gibi uzundu; Yaşını da hiç göstermiyordu. İzmir’in seçkin yerlerinden birinde oturuyordu. Bilgisayar programcılığı dalında bağımsız çalışıyor, resmi kurumlara ve özel sektörde büyük firmalara özel yazılımlar yapıyordu. Baki bedenen orada olmasına rağmen beyin olarak söylenenleri anlamayacak kadar uzaktaydı.
Yüzündeki tebessüm bu sefer biraz farklıydı: Yine yurt odasındaydı. Ayağa kalkamayacak kadar hasta olmasına rağmen gitmesi gereken bir yer varmış gibi hissediyordu kendini. Kendini zorluyor yine de kalkamıyordu. Başında Ayhan vardı. Ayağa dikilmiş öfkeyle konuşuyor bir şeyler diyordu. O gün Baki’nin alttan aldığı dersin telafi vizesi vardı ve Ayhan onu sınava yetiştirmeye çalışıyordu. Su bile dökmüş ama bir türlü kaldıramamıştı. Ayhan o gün gidip Baki’nin yerine sınava girmiş ikisi adına büyük bir risk almıştı. Dersin hocası fark etmesine rağmen ses çıkarmamıştı. Ama bunu yanına bırakmadı, acısını Baki’den fena çıkarmıştı. Ayhan onu dersten geçirmişti minnettardı da aldığı risk ikisini de mahvedebilirdi. Sınavdan sonra da gelip onu o dağ başındaki yurttan sırtına alıp doktora götürmüştü. Fedakârlık mıydı, yoksa bela mıydı tartışmaya açık bir durumdu. Güzel günler güzel dostluklardı.
Aralarına döndüğünde kendisinin öfkeli olduğunu fark etti. Hele ki onca dostluk, arkadaşlık ve fedakârlık uğruna atılan onca nutuklardan olmalıydı. Asi şair ruhu onu yavaş yine ele geçiriyordu. Sanki omzundan yükler basmış ve boğazından ateş geçiyormuş gibiydi. Ayağa kalkıp serinliğe atılma ihtiyacı duydu. Çıkmadan içindeki ateşi kusmalıydı: “Hayır!” diye bağırarak ayağa kalktı. Öyle bağırmıştı ki geceni o saatinde lobideki tüm gözler kendi üstüne döndü. Umrunda değildi kimse. Sadece içindeki kızgın demirden kelimeleri dudaklarından boşaltıp bir an önce ayazın kollarına atılmak istiyordu. Gözlerini şaşkın bakışlara dikip aynı öfkeyle ama bağırmadan devam etti: “Bizim dostluğumuzda arkadaşlığımız da dostluğumuz da okulla birlikte bitti. Neden mi? İki yıl önce Faruk’un eşi hastaydı. Hastane köşelerinde sürünmekten işe gidemiyordu. Borç para isteyecek diye adamın telefonlarını açmadınız. Hâlbuki o sadece sizlerden birkaç moral verecek söz bekliyordu. Yine Emrah Kendisine atılan namussuzca bir iftira ile işinden kovulup, Aylarca karısı bile eve almadığında kaçınız ona inandınız? Ha keza geçen yıl ben icralar ile boğuşurken içinizden kaç kişi destek oldu. Sorun değil benim ömrüm yokluklar içinde geçti ama üç kuruş için rezil olmak bir ekmeği bile veresiye alamaz hale gelmek çok zoruma gitmişti. Biriniz arayıp da para vermeseniz bile mücadele edecek umut verdiniz mi?
Bir an durakladı etrafta soğuk bir sessizlik kol geziyordu. herkes sudan çıkmış balığa döndü. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Burada oturup sallamak kolay. Yarın yine birimizin başı dara düşse aynı şeyi yine yapacaksınız. Bu nedenle işte! Bu nedenle bana dostluktan söz etmeyin. Hiç olmazsa neyseniz öyle konuşun.” “bilseydik…” “Neyi bilseydiniz? Ulan hepiniz tek tek arayıp derdimi anlatmadım mı? Faruk paylaşmadı mı derdini? Emrah’a fırsat mı verdiniz derdini anlatmak için dinlemeye tenezzül bile etmediniz. Bu nedenle işte o dostluk okulla bitti. Evet, alkol alıp sizin serserilerden dayak yemenize sebep oldum. Bir tekiniz bile bana gücenmedi. Yurdun etrafındaki bağlardan üzüm topladım diye köylülerin şikâyeti üzerine benim yüzümden birkaç salkım üzüm için hep birlikte yurttan kovulduk. Tekiniz bile beni azarlamadı, arkadaşlığı kesmedi. Ve o dostluk okulla birlikte bitti. Bende bunu birkaç yıl önce yeniden birbirimizi bulunca ve size işim düşünce öğrendim.”
Kapıya yürüyen Baki’nin ardından bakıyordu lobideki herkes. Arkadaşları ne diyeceklerini bilemez halde dumura uğramış dilleri tutulmuştu. Baki birkaç adım uzaklaştıktan sonra geri döndü kızarmış yüzü aşırı sakin görünüyordu. Hem de tedirgin edici derecede sakin ve huzurluydu: “Bundan dolayı ki okul biteli biz dost değiliz. Sadece tanışıyoruz” deyip kapıdan gece ayazının koynuna daldı.
Edebiyata ilgisi lise yıllarında şiirlerle başlamıştır. Bazı yerel gazete ve dergilerde şiirleri yayınlanmıştır. 2014 yılında sonra hikâye ve roman yazmaya başlamıştır. İlk kitabi Ölümün Eşiği Ocak 2020 yılında yayımlanmıştır. Nisan 2021 de Ölümün Eşiğinin devamı olan Kıyamet Kızılı ile ilk şiir kitabı olan Benim Sözlerim Kendime yayımlanmıştır. Aynı yıl Aralık ayında Frig vadisinin gizeminde yaşanan bir bilimkurgu olan Tokalı Kaya yayımlanmıştır. 2022 yılı temmuz ayında Gönül Fatihleri Kadınanalar ile ikinci şiir kitabi Rüyadan İbaret okuyucu ile buluşmuştur.