Oti New Jersey’de Firarda

Oti New Jersey’de Firarda

Oti Firarda

“Öyle görülüp öyle olmayan öyle şeyler var ki! Bilemezsin. Bu kördüğümü bin de bilsen biriyle çözemezsin. Ancak bir olan (cc) ile çözersin.”

Havanın ağır oluşundan mı, kaybetme korkusundan mı? Nedenini bilmediği bir sıkkınlığın içinde debeleniyordu. 6 yaşındaki, hem otizmli hem de hiperaktif olan oğlu, evi talan ettikten sonra mışıl mışıl uyudu. 3 ve 4 yaşlarındaki minikleri de kreşteydiler. Onların gelişi neredeyse akşamı buluyordu.

New Jersey’nin Princeton şehrinde, Sunset Avenue’de iki katlı, kırmızı kapılı, oldukça geniş bahçesi olan küçük bir yerdi Oti’nin yaşadığı ev. Üçgen şeklinde iki tane çatısı vardı. Arka bahçesi kocamandı. Bir salıncak ve bir trambolin vardı. Evin dört çocuğu evde olduklarında zamanlarının çoğunu onun üzerinde geçirirdi. Yeniydi ve çok eğlenceliydi. Zıp zıp zıplarken kahkahalar tüm mahalleyi sarıyordu.

Evin girişinde çok güzel bir dut ağacı vardı. Hem beyaz hem de kızılımsı dutlar olurdu. Beyazlar tatlı, kızılımsılar ekşiydi. Dut ağacı, dışarıdaki masaya gölgelik de ediyordu. Ancak sadece masaya. Evin aile üyeleri iki yıl boyunca toplamda en fazla beş kez oturabilmişlerdi orada. Oti’nin çevreyi araştırma ve inceleme isteği ve fütursuzca hızlı koşuşları en büyük engeldi.

Oti’nin uyuması, Maria için bir nimetti aslında. Gece boyu uyumayan oğlu, daha öğlen olmadan sızıverdi. Mutfakta çay, nohut ve pirinçler yerlerdeydi. Bardak kırıkları etrafa saçılmıştı.

Gece vakti Oti, açık kalan mutfak kapısından girip sergendeki tüm malzemeleri yere boca etmişti. Tüm bardaklar ve son kalan porselen tabaklar da kırılmıştı. Bardaklar ve tabaklar kırıldıkça kahkaha atan Oti’nin sesini bu kez çok geç duydu annesi. Merdivenlerden nasıl indiğini bilemeyen Maria, hızlıca Oti’yi mutfak tezgahından almış, cam kırıklarına basmadan kurtarmıştı. Kapıyı kilitledi ve derin bir nefesle şükretti.

Hiçbir şey olmamıştı kuzucuğuna. Cam kırıkları mühim değildi. Maria can kırıklarından yorulmuştu. Yine yetişmiş, yine kurtarmıştı. Yorgundu ama müthiş bir huzur vardı içinde. Emanetine sahip çıkma dinginliğiydi bu. Verilen vazifeyi canla başla başarma isteği. Kendine sunulmuş hayatı, kaderi kabullenmek, yaratana her daim şükretmek elbette zordu. İsyanları bazen arşa merdiven olurdu. Feryadı dağları delerdi. Ama kimse duymazdı. Bilmezdi. Görmezdi.

Mutfağa bir göz gezdirdi. İçindeki uğultulara alışkındı. Gözleri bakarken beyni uyurdu. Bu kez tüm dağınıklığı bırakıp kendini yatağına attı. Ve uyudu.

Bir kahvenin tadında kırk yıl hatırlar vardı. Hayallerin tıkandığı, rüyaların coştuğu bir zamandı. Misler gibi kokan bir kahveyi altın yaldızlı bardakta sundular Maria’ya. Kahvenin yanında iki çikolata ve bir kitap. Periler doluştu etrafına. Bakmaya doyulmayan güzellikler. Maria’ya hizmet ediyorlardı.

“İç ey güzel kadın! Kutlu kadın.”

Maria kahvesini içtikçe, mis kokulu, rengarenk kapılar açılıyordu önünde. Öyle güzel yerlerdi ki! Tarifi mümkün değildi. Dünya da hiç görmemişti bu kadar güzel kokan çiçekler. Her türlü yemiş. Suyun berrağı, havanın en temizi. Gözlerin nurlandığı, ruhun aydınlandığı yerlerdi ve hepsinin kapısı açıktı.

Perilerden biri seslendi yine: “Dilediğinden gir içeri, ey kutlu anne!”

Maria o anda Oti’nin kahkahasını duydu. Gözlerini alamadığı o müthiş mekanlara girmek için tutuşan yüreği, yavrusunun sesiyle tir tir titremeye başladı. Eliyle kalbini tuttu. Ayakları oradaki mekana koşmak istiyor ama kalbi buna izin vermiyordu. Dünyada aklı ile kalbinin savaşını aklı kazanırken, rüyada tam tersi oldu ve Maria “Otiiiiii! Nerdesinnnn!” diyerek uyandı.

Oti bir yandan ellerini şap şap vuruyor, bir yandan da haykırıyordu. Eğik çatının üzerinde düz yolda yürür gibi raks ederek üst katın bir penceresinden girip diğer odanın penceresinden çatıya tekrar çıkıyordu. Maria o güzel rüyasını çoktan unutmuş, Oti’yi yakalamak için çabalıyordu. Öylesine coşmuştu ki çatının üzerine attığı şapka ve topu hem atıyor hem de yakalayıp alkışlıyordu. Komşuları, Oti’nin düşeceği korkusuyla çoktan 911’i aramışlardı.

O sessiz sakin sokak birden kalabalıklaşınca Oti’nin heyecanı arttı. Komşuların çatısına yürüyerek geçti. Maria, düşecek korkusuyla evladının her adımında alevlenen yüreğinin çarpıntısına dayanamayıp yığılıp kaldı. Dördüncü evin çatısının sonunda, merdivenin üzerinde polisler Oti’nin gelmesini bekliyorlardı. Üç polis çatının üzerine çıkmak durumunda kaldı. Oti’nin dalgın halinde yakalayıp Maria’ya teslim ettiler.

Oti o gün çok eğlendi. Maria, tüm bunların kabus olduğu duygusundan kendini alamıyordu.

YAŞAMAK ÇOK ZORDU…

Emily Yaramis

Başeditör/Redaktör: Antropolog Murat Çastal

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Miladı Dolmamış Gölgeli Buseler

İnstagram

 

 

Yorumlar (1)

    • 2/01/2025

    Kaleminize sağlik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Emily Yaramis

ilk olarak 1982 yılında Çankırı ilinin Balıbağı köyünde bir sabah vakti annesinin yüzünde bir tebessüm olarak belirdi. Yedi yaşına kadar köyün bütün güzellikleriyle hemdem olmuştu. Duygu ve düşüncelerin en güzel ifadesini oluşturan alfabeyi Çankırı Atatürk İlköğretim Okulunda çok kıymetli ögretmeni Nilüfer Yığın’dan öğrenmişti. Orta ögrenimini Dr. Refik Saydam İlköğretim Okulunda tamamladı. Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesinden Ondokuz Mayis Üniversitesi Sinop Egitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliğine uzanan eğitim yolunun daha nerelere uzanacağını bilmiyordu. Düzce ve Ankara da iki yıl kara tahtanın başında talihinin aydınlık taşlarını döşüyordu. Sevdanın gönül kapısını çalması ile Amerika'ya uzanan yolun kapılarının açılması bir olmuştu. Şimdilerde eşi ve dört evladıyla Oklahoma City'de can ipliğini zaman çıngırağına sarma gayretinde. Öğretmenliği ve anneliğinden taşan kelimelerden ördüğü hayat deseninden oluşan deneme ve şiirleri çeşitli dergilerde gönüllere doğru yol almaya devam ediyor.