KINALI ELLER VE GÜLBAHAR

KINALI ELLER VE GÜLBAHAR

 KINALI ELLER VE GÜLBAHAR

 Akşamın kor yanığı mumun huzmelerini kırık aynalarda taş duvarlardan sızmaya çalışan yelle adeta dans ettiriyordu.

  Bütün dansların elbette bir bedeli de olacaktı. Zamanın akıbeti bir mumun gölgesinde çok daha kuvvetlidir ta ki duvarlara çarpana kadar.

   Mahir Bey hiç uyumamıştı. Bir ara Melek Hanım uykuya dalmış,  tavanı ayakta tutan sütunlar arasından eriyen karın yüzünü yalamasıyla uyandı.

 Kar suyu sanki yağmur gibi evin her tarafına damlıyordu. İçi bir an öyle doldu ki ne yapacağını bilemedi ve avazı çıktığı kadar bağırıp gözlerinden yaşlar fışkırmaya başladı.

  Melek Hanım’ın ağlamasıyla birlikte Gülbahar da uyandı. Melek Hanım kızını kucağına alıp damlamayan bir yere gitti.

  Rüzgar duvarları dövmeye devam ediyor. Mahir Bey, içeri girerek etrafa baktı.  Derin bir iç çektikten sonra evinin duvarlarına ve tavana baktı. Kararsız bir şekilde olduğu yerde kalmaya devam etti.

  Birden eşine seslenecek gibi oldu fakat cümleler boğazında düğümlendi, ancak;

“Melek Hanım, dağların kellesi göründü, öyle bir koku var ki dışarıda insanın içini ferahlatıyor. İsterseniz çıkıp biraz nefeslenin ben kızımıza bakarım.

  Evin hali için ise hiç üzülme birlikte ne zorlukların üstesinden gelmişsek bunun da  üstesinden geleceğiz.” 

Bu sözleri sanki eşine değil de damlalara söylemiş gibiydi, Melek Hanım duymamıştı bile. Akşamdan sobaya konulan odunları yakmaya çalışıyordu kucağındaki Gülbaharla birlikte.

  Kibrit ıslanmış birkaç denemeden sonra yakmayı başarmıştı. Beyaz yazması sararmış, evin içinde beyaz olan her ne varsa sararmış, beneklerle dolmuştu.  Melek Hanım kızından başka hiçbir şeyi düşünmüyordu. Gülbahar’a bir damla değmesin de ne olursa olsundu.

  Bir anda bir uğultu sesi geldi ve evin içi soba dumanıyla doldu. Melek Hanım ve Mahir Bey birlikte kendilerini dışarıya attılar. Ağır ağır öksürüyorlardı. Gökyüzü yavaştan da olsa açılmaya başlamıştı. Bir mühlet daha bekledikten sonra eve girmeye başladılar. Rahmi Bey içeri girdiğinde geliniyle göz göze gelmemek için başını öne eğdi. Hiçbir şey demeden bir iskemleye oturdu.

 

  Zaman;  iyileştiricisi olan fakat içinde panzehrini  de taşıyan  hacimsiz bir antikordur. Çiçekler sallanmaya, doğa yeşile boyanmaya, kar erimeye, tomurcuklar açmaya, dereler akmaya, kuzular melemeye, Gülbahar büyüme… Aklar başa düşmeye başlar zamanın merdivenlerinde. Aylar mevsimleri, mevsimler yılları, yıllar Gülbahar’ı çocukluğa eriştirir.                 

     Gülbahar okula başlamış, sınıfları teker teker geçip lisenin kapısına ayak basmıştı. Okul hayatı artık dışarıda devam edecekti, anne ile babasının gönlüne bir hüzün çökmeye yüz tutmuştu. Melek Hanım içten içe kızının gitmesine yanıyordu lakin elden bir şey gelmiyordu.

  Kendi hayatı film şeridi gibi sürekli gözlerinin önünde duruyordu. Ancak kendini kızının bu hayatı yaşamayacağının ümidiyle avutuyordu. Bir yandan da hayatın akrebi hep aklındaydı. Bunu düşünmek ise kalbinden dışarıya saplanan bir mızrak oluyordu. Gülbahar bulundukları ilin fen lisesini ve pansiyonunu kazanmıştı. Yeni uçmayı öğrenen beyaz güvercin yavrusu gibi içi içine sığmıyordu.

    Ayrılık günü kapıyı çalınca çağlayanlar durur. Tomurcuklar açılmayı unutur. O davetsiz bir mektuptur adeta, gelir kapıyı çalmadan eline düşer sevdanın. Bütün hazırlıklar günler öncesinden de olsa tamamlanmış ve ayrılığın gecesinde kontroller gözden geçirilirken nasihatler havada uçuyordu. “Kendine dikkat et, derslerine iyi çalış, bizi ara, harçlığın yoksa haber ver” diye sıralanıyordu.

 Rahmi Bey, ilk ve tek torununa neredeyse cebindeki bütün harçlığı vermişti. Hem de  oğlu ve gelininden saklı olarak. Ev halkı için gece hep yerinde dursun nidasındayken Gülbahar için bir an önce bitsin haykırışındaydı.

  Gülbahar, doğduğu odada tam uykuya dalacakken  birkaç yıldızın birbirini kovaladığını görür gibi oldu. İçine tam olarak tanımlayamadığı bir duygu yerleşti. Bu duyguyla uykuya daldı.

  Melek Hanım’ın ise uykusu harap olmuştu. Çok erken saatte kalkıp namazını kıldı. Kızına bolca dua etti ardından ev ahalisini uyandırdı.

 Veda zamanı… Veda, gözyaşlarının tebessümüdür annelerin dualarıyla birlikte. O kaftan, görünmez  olarak hep sol omuzlarda bulunur. Ev ahalisi olarak köy servisine kadar gittiler, Mahir Bey ile Gülbahar binip araba hareket ederken Melek Hanım gözyaşlarını beyaz yazmasıyla siliyordu. Servis dağları aşıp şehre varınca Gülbahar ilk defa vedanın varlığını hissetmeye başlamıştı.

  Lisenin yolunu tutarken Mahir Bey kızının telefonuna tl yükledi.  Bir süre sonra dolmuşa binip liseye varmışlardı. Belli işlemlerden sonra bavulunu alıp pansiyona doğru yola çıktılar. Lise ile pansiyon arası  20 dakika yürüme mesafesindeydi. Gülbahar ilk kez yabancı kişilerle karşılaşıyordu. Odasına yerleşip, oda arkadaşlarıyla tanıştı ve lisesine döndü.

Sonbaharın esintileri, kavakların soyulmaları, yağmur bulutlarının yerini beyaz bulutlara bırakması, dağ başlarının  beyaz duvakları takması, günlerin gittikçe kısalması… Güzün son bir ayı. Gülbahar’ın sağ elinin ayasında hep kına vardı annesinin nasihati olarak. Soran, gülen, aşağılayan, kıskanan… çok olmuştu. Kendisi de gerçeği bilmiyordu ne için olduğunu… Annesi Melek Hanım’ın küçük bir şişeye Marnisi’den elde ettiği kınayı koyup kızına vermişti. Tek bildiği ise Marnisi’den geldiğiydi.

Bir dönemi geride bırakıyorlardı, lisenin gözde öğrencilerindendi.

Gülbahar olarak değil de Eli Kınalı Kız olarak tanınıyordu. Annesiyle konuştuklarında bundan bahseder ve gülerlerdi, Melek Hanım kızıyla gurur duyardı. Fakat bunu hiçbir zaman da kızına söylemezdi. Tatlı bir sıcaklık hep içini doldururdu Gülbahar annesiyle konuştuğu zaman…

Dönem bitmiş karnesi çok iyiydi. Bütün derslerinden yüksek notlar alarak evinin yolunu tutuyordu.

   Kavuşma, gönüldeki karın erimesidir. Ailesini çok özlemişti bu özlem bir türlü bitmiyordu. Hatta kimi zaman dilimlerinde yarıyıl tatilinin hiç bitmesini istemiyordu. İkinci döneme istemeyerek de olsa başlamıştı. Günler, haftalar hiç geçmiyordu. Sürekli aklını meşgul eden bir düşünce vardı. Ne olduğunu bilmiyor, her an bu düşünceye dalabiliyordu.

Artık kar son vedasını yapıyordu.

  Doğum günü perşembeye denk gelmişti. Aşırı kar yağışı nedeniyle ailesi kendisini ziyarete gelememişti. Bunun burukluğu vardı üzerinde.

  Melek Hanım, oda arkadaşlarıyla ondan habersiz konuşup kızının doğum gününü kutlamasını istemişti kendilerinden. O gün dersi ve etüdü geç bittiğinden pansiyona geç gidecekti.

 Etütten çıktıktan sonra kulaklığının sol tarafını takarak yola koyuldu. İnsanın yüzüne gülümseyen bir hava vardı. Yollar hafif suluydu. Gülbahar, lise ile pansiyon yolunun tam ortasındaydı. Bir arabanın farları yanıp sönmeye ve sağa sola kayarak karşıdan geliyordu. İçindekiler elindeki biraları birbirine tokuşturuyorlardı.

   Karşılarında Gülbahar’ı görünce afalladılar. Araba sola doğru kaydı ve sokak lambasına çarparak durdu.  Bir ah sesi ağır ağır etrafa yayılıp betonları yardı. Arabanın içindekiler ardı ardına dışarı çıktılar. Biri sese doğru gitti, birkaç saniyeden sonra diğerlerini çağırdı. Onlar da yalpalayarak yanına geldiler. Gülbahar solmaya yüz tutmuştu. Rüzgar hafiften çatıların yüzünü yalıyordu. Kar kristalleri, giysilerden arındırılmış Gülbahar’ın bedenini ısıtıyordu. Kıyamet kopmuş gibi yollar ıssız ve karanlık yıldızlara şemsiye tutuyordu. Kulaklıktan türkünün son nakaratı çalıyordu;

“Sen küçüksün ölemezsin, kefen bile giyemezsin
Karlı dağlar aldı seni istesen de dönemezsin, dönemezsin…”

Kınalı Eller

Melek Hanım’ın aramasıyla türkünün sözleri tamamlanamadı. Uzun uzun çaldı telefonu, sustu, tekrar çaldı… Gülbahar sağ şehadet parmağını oynattı… 

Son.

Emrah KAYA

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

KINALI ELLER 1. BÖLÜM

 

Editör: Mesude Bozkurt

Baş Editör: Elif ÜNAL YILDIZ 

Yorumlar (17)

  1. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Gülbahar’ın hayatı siz değerli okuyucunun elinde :)

  2. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim.

  3. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim. Nice eserlerde hep birlikte buluşmak ümidiyle.

  4. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Gülbahar'ın hayatı siz değerli okuyucunun elinde :)

  5. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim. Var olunuz, destekleriniz bulunduğunuz müddetçe :)

  6. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim.

  7. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim.

  8. Emrah TURAN
    • 5/03/2024

    Çok teşekkür ederim.

  9. Ahmet Yalçın
    • 25/02/2024

    Her hikayenin mutlu sonla bitmeyeceği gerçeğini hatırlattınız . Kaleminize sağlık , başarılarınız daim olsun .🍁

  10. Handan
    • 23/02/2024

    Kaleminize sağlık 👏👏👏

  11. Emrah
    • 23/02/2024

    Güzel bir hikaye emeğine sağlık kardeşim başarıların daim olsun👏👏

  12. Emrah
    • 23/02/2024

    Güzel bir hikaye emeğine sağlık kardeşim başarıların daim olsun👏👏

    • 23/02/2024

    Tebrikler Emrahcığım cok güzel aynı zamanda çok da hüzünlü bir hikaye . Başarıların artarak devam etsin inşallah

  13. Yıldız TEK GAMLI
    • 22/02/2024

    Neden öldürdünüz Gülbahar ı 😔😔😔

  14. Nur
    • 21/02/2024

    Hüzün dolu satırlarda kendimi okuyorum zaman zaman. Kaleminiz güzellikler döksün yolumuza👏💐

  15. Bekir SEVİK
    • 21/02/2024

    Kutlarım sizi Emrah bey. Güçlü bir kaleminiz var, daim olmasını dilerim.

  16. Azem CANER
    • 21/02/2024

    Yaaaa ölmüş olmasın :( umutla okurken içim cızzz ett 😭

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Emrah TURAN

Ben Emrah Turan 1990 yılında Ağrı'da doğdum ve ilk okul ve orta okulu Ağrı Ozanlar Yiboda bitirdim. Liseyi Bursa Malcılar Anadolu lisesinde okudum. Sakarya Üniversitesi Sağlık yönetimi mezunuyum. Edebiyata 2008 yılında ilgi duymaya başladım. Bu yıldan itibaren genellikle şiir olmak üzere; günlük, hikaye, mektup, deneme yazma başladım. 2020 yılından itibaren çeşitli dergilerde şiir, deneme, hikaye, mektup ve hikayelerim yayımlandı.