AŞK BULLYING

AŞK BULLYING

AŞK BULLYING

İki katlı taştan bir evde yaşıyorlardı köylerinde. Alt katın ön kısmında tandır ve ahır vardı. Arka kısım komple samanlık. Arkada da çift tahtalı kapısı vardı. Kapının içeriye bakan yüzünde kocaman tahtadan sürgüsünü birkaç arkadaşıyla zorla kapatırlardı. Kan ter içinde kalan hâlleriyle, kapıdan tahta holü geçerken evin ikinci katına giden diğer tek tahta kapısına varmadan, holün yanlarındaki boşluklardan samanların üzerine zıplarlardı. Kulakları, ağızları samanla dolardı samanın içinde yüzerken. Yüze yüze duvarın dibine varır tekrar hole çıkarlardı. Saman azaldıysa, ahıra açılan kapıdan, evin yanından çıkarlardı. Ahırın ön tarafa doğru kapısından çıkılırsa, tandıra da uğranırdı.

Hiç boş değil di ki mübarek. Hep ekmek yapılırdı. Karınlarını bi güzel doyurup, ikinci katın çiçek işlemeli, gıcırdayan kapısından kulaklarını tıkayarak koşa koşa merdivenlerden evin ikinci katına varırlardı. Taşla başlayan merdivenle tahta merdiven arası biraz yüksekteydi. Birbirlerini ardıardına çıkarlardı tam on bir basamak. Sonra balkona geçilirdi. Meryem’in amcasının   kalın urganla yaptığı salıncakta ya şarkı söyler ya sıra kavgası eder yahut dedikodu ederek sallanırlardı.

Balkondan içeriye doğru açılan kapının sol duvarında kocaman bir çivi vardı. Kanlı çivi. Babası ve amcası kavga ederken babasının kafası o çiviye gelmişti.

-O gün başladı kan tutmaya beni. Kan benim babamdı, derdi minik kız.

Kapının üst kısmı camlıydı. Gelen giden rahat görülürdü. İçeri girince minik, demirden sürgüsü vardı. Onu tek başına açıp kapatabilirdi. İçerde kocaman bir hol ve dört oda vardı. Her bir oda da bir aile yaşardı. Kendi odaları meryem daha büyümeden yaşanmaz hale geldi. Babası, güneşin alnında tarlayı sürerken kalp krizi geçirip oracıkta vefat etti. Anne kız yaşarken çoğu geceleri gözyaşlarına boğulan vakitler vardı. Çok zordu ve çok yordu.

İlk hayâlleri, korkuları, acıları, ağlayıp gülmeleri yani cenneti ve cehennemi, doğduğu ev. Ona ait ne varsa hayatında  o evin izlerini hissederdi kalın, tok ve yüksek sesi mesela dedesinin muhtarlığında kaştan cami önündekilere bağırdığı tonda. Öfkelenince bağıra bağıra ve kondura kondura konuşması mesela. Bi de öfkesine yenilip  ana avrat dümdüz gitmesi. Küfretmek deşarj olmak demekti. Bazısı da derinden hakediyordu. Hakediyordu da bu kızçenin hâli Allahtan reva mıydı? Köyün muhtarı tüm köylüyü eğledi de bir küçük torununun gönlünü eğleyemedi. Tüm köylü yıllar boyunca Meryem ninenin hikâyesini yaşamaktan konuşmaya cesaret edemedi. Zavallı Meryem, aklının anaforlarında mesken kuramadı şu kısacık ömürde. Nenemin ahiretliğiymiş. O ölünceye kadar kimse bir şey diyememiş Meryem nine hakkında. Korur, kollarmış onu. Hiç yalnız bırakmazmış. Hacer ebem vefat edince, Meryem nine dedesinin yaptırdığı caminin dibinden ayrılmaz oldu. Eski sessizliği de hak getire. Caminin önünden geçenlere bazen diliyle bazen eliyle sataşıyordu Bazen de kendi kendine konuşurken hızını alamayıp eline aldığı taşla cemaati taşlamaya başlıyordu. Beni çok severdi. Adımın Hacer olması en büyük etken olmalı. Meryem ninenin sakin bir anını yakalayıp, dizlerinin dibine çöktüm. Önce bi baktı süzerek. sonra;

-Canımın cananı hoşgeldin!

Diyerek kollarıyla sarıp sarmaladı beni. Sıcacık bağrındaki şefkâtten yüz bulup, kimsenin soramadığı o soruyu sordum.

-Sana ne ettileri ninem? diyebildim, sadece.

Göz tomurcuklarını çiçek desenli, sarı cemberiyle sildi. Yanını gösterdi, otur diye. Çok heyecanlanmıştım. Kimselere demediğini bana anlatacaktı. Gözlerini gelin gittiği eve dikip, anlatmaya başladı.

-Seviyordu beni. Evlenecektik. Küçücük tek katlı bir evimiz, içinde odalarımız, mutfağında da çeşmemiz, çamaşır makinemiz hatta bulaşık makinamiz bile olacaktı. Düğünümüz masrafsız olsun diye karar verdik. Böylece borç harç uğraşmayacaktık. Takı alamaz benim ailem, altınlar çok pahalı şeker şerbetim demişti. O tatlı diliyle geleneklerimizde ne varsa hemen hemen hepsini iptal ettirdi.

-Nikahlanırız. Anamların yanında kalırız. Hem yaşlılar. Onlarla da ilgilenirsin!, dedi.

-Olur!’ dedim. Çok seviyordum. Seninle her şeye varım böyle bir şeydi hem. Geleneklere uymasak da olurdu. Hem büyükler evin bereketiydi hem de onların evi de tek katlıydı. Merdaneli çamaşır makinası varmış. Bulaşığı elimde yıkamayı pek severdim zati. Anam beni büyütürken çok ev işi yaptırdı. Elim yatkındı her şeye. Döndürürdüm işte evi. Nolcaktı ki! Dedi Meryem nine.

Yutkunamadı. Sanki boğazında kelimeler düğümleniyordu. O masum gözlerinden birden alev çıktı sanki. Yüzü kıpkırmızı kesildi. Yaşına kurban gitmeyen dişleri inci gibi parlıyordu. Kırmızı yüzü, beyaz dişleriyle Türk bayrağı gibi oldu.

-O… çocuğu. Ben evet dedikçe yüzünden değerimin düştüğünü farketmeye başladım. Bir yanılgı deyip, şeytana uymayayım diye aldırış etmedim nevrinin ettiklerine! Dedi  Meryem nine.

Bir şeyleri hatırlamak ister gibi biraz düşündü. Sonra yine dereden tepeden dümdüz küfürlerle devam etti anlatmaya. O anlattıkça içimi garip bir öfke sarıyordu. Ağlamamak için dişlerimi sıkıyordum. Sadece dinledim.

-Her şeye evet! gelini koymuşlar adını.

Sevdiceğim dediği adam hem gariban numarası yapmış hem de eve vardığında köyün en marifetli, en güzel kızını nasıl tavladığını anlatarak böbürleniyor ve ona türlü türlü lakaplar uyduruyormuş. Gelin geldiği geceden hem eşinin hem ailesinin maskesi düşmüş. Meryem nine ar etmiş. Geri dönememiş dede ocağına. Ama gelinlik de etmemiş kocasına. Evin hizmetkârı gibi yaşamış. Aile memnun kocası kükrüyor her demde. Dayak da yese gelinlik etmemiş Meryem nine. Kağıtta kocası olacak adam, civar köyden bir kıza sardakıl olmuş. Onu da tipinin güzelliği, dilinin tatlılığıyla kandırmış. Ama kızın ailesi razı olmamış. Kaçalım diye karar vermişler. Meryem nine öncesinde bunların tarlada sevdalarına şahit olmuş.

-Beni hizmetkar etmek için o söyleyen dilleri başkasını benim temizlediğim evde kraliçe edecekmiş. Ben de evin  kül kedisiymişim. Bunu duyunca sanki çok matah bir hayatım varmış da bozulacakmiş gibi duvardaki tüfeği tutuverdi ellerim. Daha kapıdan çıkmadan beyninin pekmezini akıttım puçtun!

Demesiyle yere yığılması bir oldu. Meryem ninem düştü diye bas bas bağırıyordum. Onun acıları içimi yakıyordu. Üzülmesin diye ağlamadıydım ama saman yığını gibi tepeden aşağı salınmasıyla haykırdım. Bir anda ortalık ana baba günü oldu. Gözleri açık değildi. Acı bir tebessümle oracıkta can verdi.

Aşk zorbalığı insanı katil ederdi işte!

18/02/2025

Emily Yaramis

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

https://fisildayankalemler.org/kabusem/

 

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ

Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Emily Yaramis

ilk olarak 1982 yılında Çankırı ilinin Balıbağı köyünde bir sabah vakti annesinin yüzünde bir tebessüm olarak belirdi. Yedi yaşına kadar köyün bütün güzellikleriyle hemdem olmuştu. Duygu ve düşüncelerin en güzel ifadesini oluşturan alfabeyi Çankırı Atatürk İlköğretim Okulunda çok kıymetli ögretmeni Nilüfer Yığın’dan öğrenmişti. Orta ögrenimini Dr. Refik Saydam İlköğretim Okulunda tamamladı. Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesinden Ondokuz Mayis Üniversitesi Sinop Egitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliğine uzanan eğitim yolunun daha nerelere uzanacağını bilmiyordu. Düzce ve Ankara da iki yıl kara tahtanın başında talihinin aydınlık taşlarını döşüyordu. Sevdanın gönül kapısını çalması ile Amerika'ya uzanan yolun kapılarının açılması bir olmuştu. Şimdilerde eşi ve dört evladıyla Oklahoma City'de can ipliğini zaman çıngırağına sarma gayretinde. Öğretmenliği ve anneliğinden taşan kelimelerden ördüğü hayat deseninden oluşan deneme ve şiirleri çeşitli dergilerde gönüllere doğru yol almaya devam ediyor.