Proje 13 bir kan bağının hikayesi
- Yazar: Soner IRMAK
- 25 Aralık 2024
- 62 kez okundu
Eren’in Başına Gelenler
Eren, Tarık’ın binadan çıkışını fark ettiğinde, kendisini hâlâ bodrum katında sıkışmış bir halde buldu. Yerdeki paslı demir halkayı fark etmiş, bir kapak açıldığını hissetmişti. Ancak aşağı inen dar ve karanlık merdivenlerin nereye çıktığını bilmeden, tek seçeneği olduğunu düşündü: Kaçış yolu.
“Buradan çıkmam gerek,” diye mırıldandı. Fenerinin ışığı, nemli taş duvarlarda yankılanan damlaları aydınlatıyordu. Aşağıya doğru ilerledikçe, boğucu bir hava ve tanımlayamadığı bir koku her nefesinde ciğerlerine doluyordu. Merdivenin sonunda, geniş bir odaya açılan eski bir kapıya ulaştı. Kapıyı araladığında, içeriden gelen hırıltı sesi tüylerini diken diken etti.
Odanın ortasında, üzerinde eski semboller kazınmış bir masa duruyordu. Masanın çevresinde kırık sandalyeler ve yerdeki mum kalıntıları dikkatini çekti. Ancak Eren’in asıl dikkatini çeken, odanın diğer ucunda duvara zincirlenmiş bir adamdı. Adamın yüzü karanlıkta seçilemiyordu, ama göğsünden gelen zayıf nefes alışları ve zaman zaman duyulan hırıltı sesleri, hâlâ hayatta olduğunu gösteriyordu.
“Hey! Sen kimsin?” diye sordu Eren, sesi çatlamış bir halde. Adamın başı hafifçe oynadı, ama bir cevap alamadı. Eren, yavaşça ona doğru ilerledi. Ancak adımları yere yayılan su birikintisinde yankılandıkça, duvarlardan gelen fısıltılar daha da yükseldi.
Adamın yanına vardığında, zincirlerin gerginliğini fark etti. Ellerini uzatıp zincirleri çözmeye çalıştı, ama o an adamın gözleri bir anda açıldı. Gözlerinde bir insanın sahip olmaması gereken bir parıltı vardı; sanki bir şey, bu bedeni kontrol ediyordu. Adam aniden bir çığlık attı, zincirleri şiddetle sallayarak Eren’i geri çekilmeye zorladı.
Tam o sırada, odanın karanlık köşesinden bir hareket gördü. Gölge hızla Eren’e doğru yaklaştı ve soğuk bir el omzuna dokundu. Eren refleksle dönüp elindeki feneri savurdu, ama hiçbir şey yoktu. Geriye doğru birkaç adım attı ve duvara yaslandı, kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarpıyordu.
“Bu yer… buradan çıkmam lazım,” diye mırıldandı, ama odanın tek çıkış yolu arkasında kalan kapıydı ve o kapı, kendi kendine kapanmıştı. Eren, zincirlenmiş adamın tekrar sessizleştiğini fark etti. Ancak bu sessizlik, daha büyük bir tehlikenin habercisi gibiydi.
Duvarlardan gelen fısıltılar artık neredeyse birer çığlığa dönüşmüştü. Eren, etrafındaki gölgelerin hareket ettiğini fark ettiğinde, bir şeyin kendisini izlediğine emindi. Zincirlenmiş adam bir kez daha inledi ve fısıltılar bir anda kesildi. O an, odanın tavanından sarkan büyük bir avize yere çarparak parçalandı. Cam kırıkları her yere saçıldı ve Eren, düşen parçalardan kıl payı kurtuldu.
Bir çıkış yolu bulmalıydı. Duvara monte edilmiş bir dolap gözüne ilişti. Dolabın arkasında gizli bir geçit olabileceğini düşündü ve hızla o tarafa yöneldi. Dolabı zorlayarak yana çektiğinde, arkasında dar bir tünel olduğunu gördü. Tünelden gelen serin hava, dışarıya bir çıkış yolu olabileceğini düşündürdü. Ancak bu tünele adım atmadan önce, arkasında duyduğu tüyler ürpertici sesi bir kez daha işitti: “Kaçabileceğini mi sandın?”
Eren, tüm cesaretini toplayarak tünele daldı. Ancak bu tünelin nereye çıktığını bilmiyordu ve her adımı, daha da büyük bir bilinmeze doğru ilerliyordu.
Tünelin içi, neredeyse tamamen karanlıktı. Fenerin ışığı, nemli taş duvarlara ve tavanlardan sarkan köklere vuruyordu. Her adımda, ayaklarının altındaki taşlar kayarak ilerlemesini zorlaştırıyordu. Ancak en kötüsü, arkasından gelen seslerin kesilmemesiydi. Sanki bir şey, tünelde onunla birlikte hareket ediyordu.
“Sadece bir hayal,” diye kendi kendine fısıldadı. Ama bir süre sonra, tünelin duvarlarında beliren çizimleri fark etti. Eski, kan kırmızısı bir boya ile yapılmış gibi duran bu çizimler, insan figürlerini ve grotesk yüzleri tasvir ediyordu. Eren, gözlerini bu figürlerden kaçırmaya çalıştı ama duvarlar giderek daralıyor ve çizimler daha da korkunç hale geliyordu.
Bir noktada, tünel ikiye ayrıldı. Sağdaki yol daha geniş görünüyordu, ancak sol taraftan, uzakta bir ışık parıldıyordu. “Dışarı çıkış,” diye düşündü ve ışığın olduğu yöne doğru koşmaya başladı. Ancak birkaç adım atmıştı ki, arkasından gelen o mekanik nefes sesini yeniden duydu. Bu sefer çok daha yakındı.
Eren hızlandı. Soluk soluğa kalmış, fenerin ışığı titremeye başlamıştı. Tünelin sonunda ulaştığı ışık kaynağı, büyük bir taş kapıydı. Kapının üzerine oyulmuş semboller, tünelde gördüğü figürlerin aynısıydı. Kapıyı itmeye çalıştı, ama kımıldamadı. Tam o anda, arkasında bir gölge belirdi. Bu gölge, insanı andıran ama tamamen doğaüstü bir şeye aitti.
Eren çaresizlikle kapıya yüklenirken, gölge hızla ona doğru yaklaştı. “Burası senin mezarın olacak,” diye bir ses yankılandı. Eren son bir çabayla kapıyı zorladı ve beklenmedik bir şekilde, kapı aniden açıldı. İçeriye düşerken, arkasındaki gölgenin bir çığlık atarak kaybolduğunu duydu.
Kendini, yüksek tavanlı ve devasa bir salonda buldu. Ancak burası, tünelden daha az korkutucu değildi. Salonun ortasında, etrafında mumlar yanan büyük bir taş platform vardı. Platformun üzerinde, elinde bir bıçak tutan siyah pelerinli bir figür duruyordu. Figür, Eren’e doğru döndüğünde, yüzü tamamen bir maskeyle kaplıydı. “Hoş geldin, Eren,” dedi. “Bizi buraya sen çağırdın.”
Eren’in nefesi kesildi. Bu sözler, zihninde yeni bir korkunun tohumlarını ekiyordu. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu, sesi titreyerek.
“Bizi buraya sen getirdin,” diye tekrarladı figür, yavaşça platformdan aşağı inerek. “Kaçışın yok. Artık bu hikayenin bir parçasısın.”
Eren geriye doğru bir adım attı, ama gözleri salonun etrafında bir çıkış yolu ararken, figürün hareketlerini takip etmekten de geri durmuyordu. “Ne istiyorsun benden?” diye sordu.
Figür maskesini yavaşça kaldırdı. Yüzü, Eren’in gördüğü en garip ve korkutucu yüzlerden biriydi. Derisi soluk ve pürüzsüzdü, gözleri ise neredeyse tamamen siyahtı. “Senin korkularını,” dedi. “Ve onlar burada beslenecek.”
Eren’in zihni, kaçış yollarını hesaplamaya çalışırken, salonun mum ışığında birden fazla gölgenin hareket ettiğini fark etti. Salon, bir anda daha da daralmış gibi hissedildi ve figürün sesi bir kez daha yankılandı: “Bu daha başlangıç.”
Eren’in elleri yumruk oldu. Bu, onun hayatta kalma mücadelesinin sadece ilk adımıydı.
Soner Irmak
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?
Proje 13 Bir Kan Bağının Hikayesi 2
Devamını bekliyorum 👌