8 Mart ve Mizojini

8 Mart ve Mizojini

8 Mart bir kutlama değil, mücadele ve anma günüdür.

 8 Mart’ın tüm dünya için önemi malumdur. İsterseniz önce 8 Mart 1857’ye bir yolculuk yapalım. Yer ABD’nin New York eyaleti. Anlatılan klasik hikâyede bugün tekstil işçisi kadınların fabrikada çıkan bir yangın sonucu öldükleri söylenir. Fakat durum biraz daha karmaşık olmakla beraber insanlık dışıdır.

O dönemde kadınlar erkeklerle aynı ücrete çalıştırılmaz ve hatta daha çok mesai yapmalarına rağmen yine de erkeklerin aldığı maaşın neredeyse yarısını alırlardı.

Kadınlar kapitalizm tarafından hunharca sömürülüyor, evlerinde de bu sömürü devam ediyordu.
Bıçağın kemiğe dayandığı gün olan 8 Mart 1857 tarihinde kendi aralarında bu sömürü düzenine başkaldırmaya karar veren 40 bin dokuma işçisi kadın “eşit işe, eşit ücret” için bir tekstil fabrikasında iş bırakma ve fabrika işgal eylemi yapmaya karar verdi.

Bu eylem o tarihe kadar ABD de bir ilkti. Patronlar panikledi, ne yapacaklarını şaşırdı. Bu eylem yayılırsa devlet geri adım atıp itibarını zedeleyebilirdi.

Fabrikanın çıkışları polis tarafından barikat kurularak kapatıldı. İçerideki kadınların talepleri o güne kadar 16 bazen 20 saati bulan ağır çalışma şartlarının düzeltilmesi ve erkeklerle aynı ücretleri almaktı. Fakat bu talepler geri çevrildi.

Kadınlar eyleme devam ederken eylem haberleri hızla yayılmaya başlamıştı bile. Devletin acilen bir şey yapması gerekiyordu. Birkaç saat sonra ileriki günlerde patronların gazetelerinin “sigara izmaritinden kaynaklandı” diye manşet atacağı bir yangın çıktı.

Kadınlar polis barikatlarından ve kilitli kapılardan kaçmaya çalışmış fakat 120 kadın bunu başaramayıp yanarak can vermişti.  Basın bu katliamı kaza olarak niteleyip itibarsızlaştırmaya çalıştı günlerce. Bu beyhude bir çabaydı. Artık ok yaydan fırlamış, yangında can veren kadınların cenazesine on binler sel olup akmıştı.

İşte kapitalizmin korktuğu şey de tam olarak buydu. Onlar bu cenazenin kaza sonucu ölmüş kadınlardan ibaret olacağını, çokta rağbet görmeyeceğini düşünmüşlerdi oysa. Bu olayı unutmak kolay değil, unutturmakta bir onursuzluktu.

Her yıl anmalar yapıldı. Şairler, yazarlar, aydınlar bu olayı unutturmamak için yıllarca mücadele verdi. Katliamın unutulmayacağını anlayan kapitalist sömürgeciler farklı yöntemlerle saldırmaya başladılar.

Bu günü bir anmadan çok kutlama günü haline getirmekti planları. Takvimler 1910’u gösterdiğinde sömürgecilerin planı sekteye uğramakla karşı karşıya kalmıştı. Alman Komünist parti üyesi Clara Zetkin Kopenhag’da düzenlenen ikinci enternasyonal kadın konferansında bu günün bir mücadele ve anma günü olarak anılması yönünde teklif verir.

On yedi farklı ülkeden katılan yüzlerce kadın Zetkin’in bu önerisini kabul eder ve yıllarca 8 Martta kadınlar sokaklara çıkıp “eşit işe, eşit ücret” şiarıyla meydanlarda taleplerini sloganlaştırır. 1917 Bolşevik devriminde bugüne dünya emekçi kadınlar günü diyerek emekçi karaktere vurgu yapılmış günün adını dünya emekçi kadınlar günü olarak değiştirilmiştir.

Emperyalist sömürgeciler tıpkı işçi ve emekçinin her gününün içini boşalttıkları gibi 8 Mart’ında üzerinde çalışmalar yürütür. Projenin adı “Mizojini” dir. Bu kavram kadın düşmanlığı olarak tanımlanır. Sistem durmadan kadın düşmanlığını körükler. Kadın metalaştırılır. En basit bir diş macunu reklamında bile kadınların cinselliği ön plana çıkarılır.

Kadınlar, cinsel objeler olarak sunulmaya başlar. Avrupa’da bu durum öyle bir hal alır ki kadın cinayetleri sorgulanmaz hale gelmiştir. Takvimler 1941 tarihini gösterdiğinde ABD ikinci dünya savaşına girmiştir. Ülkedeki erkek nüfusun çoğu savaşta olduğu için sanayi iş kollarında çalışacak eleman bulunamaz haldedir.

Kadınlar yine bu sorunun üstesinden gelmek için kullanılır. Fabrikalarda kadın işçiler boy göstermeye başlar. Silah üretimi, tank yapımı, mermi üretimi gibi işlerde büyük başarılarla cepheye mühimmat sağlarlar. Bu dönemlerde kadınlar baş tacı yapılır.

Artık evinde sadece çocuklarına bakan, yemek pişiren, temizlik yapan ve kocasının hizmetine sunulan kadın figürü gitmiş, yerine üreten kadınlar gelmiştir. 1945 tarihinde savaş nihayet sona erdiğinde kadınların bu üretken günleri de bitmiştir.

Savaştan dönen erkeklere iş lazımdır ve kadınlar işlerinden çıkarılıp tekrar onlara biçilen rolü oynamak için evlerine gönderilmek istenir. Mizojini yeniden körüklenir, işsiz kalan erkekler için kadınlar suçlanır.

Bazı fabrikalarda kadınlar işsiz erkekler tarafından zorbalıkla dışarı atılır. Mizojiniye karşı yeni bir hareket doğması kaçınılmazken bu hareket o dönmelerde doğum kontrol hapı adı verilen gebeliği önleyici bir ilacın çıkmasıyla doğar. 1960 larda ABD’de kadınlar neredeyse yirmili yaşlarına kadar evlendirilmiş oluyordu.

Kocasının imzası olmadan bankalardan kredi bile çekemiyorlardı. 1962’de doğum kontrol hapları bir milyon kadın tarafından kullanılır olmuştu.
Bu şu demekti. Artık kadınlar çocuk işini erteleyip kariyerlerine odaklanabiliyorlardı. Toplum buna şiddetle karşı çıksa da o yıllarda doğan modern Feminist hareket topluma karşı kadın özgürlük hareketi için mücadele veriyordu.

Bunlardan en ünlüleri Betty Frıedan’dı. Gazeteci bu kadın feminizmin manifestosu sayılacak “The Feminin Mistik” isimli kitabını yayımladı. Kadınlar arasında çok yoğun ilgi gören bu kitaba göre kadının görevi sadece ev işleri, çocuk bakımı değildi. Bu kitap birçok ev kadınının dile getiremediği mutsuzluğuna umut oldu.

Evlilik ve annelikten fazlasını isteyen kadınlar yalnız olmadıklarını hissettiler. Feministler 1964’de imzalanan sivil haklar bildirgesine cinsiyet kelimesinin eklenmesini talep etti. Bunu başardılar da.

Sivil haklar bildirgesi kadınların sadece kadın oldukları için işe alınmamalarını ve kovulmalarını yasa dışı olarak kabul etti.  1966’da ulusal kadın birliği doğdu. Amaçları ön yargı ve ayrımcılık duvarını yıkmaktı.

Karşıt görüşlüler, kadınların zaten erkeklerle eşit olduğunu iddia ediyordu. 60’lar boyunca feminist hareket ivme kazanıyordu. Fakat hâlâ eşit değildiler.
Çalışanlara verilen ücretlerde erkeklerle aralarında büyük bir uçurum vardı. Artık siyasete girmelerinin vaktinin geldiğine inanarak temsilciler meclisine girmeyi başardılar ve eşit haklar yasasını çıkararak erkeklerle nerdeyse eşit konuma gelmeyi başardılar.

Tabii bunlar günümüzde ülkelere göre farklılık gösteriyor. Sadece 8 ülkede kadınlar güvence altına alınmış erkeklerle aynı yasal haklara sahip olmuştur. Bunun için modern feminist hareket ve mücadelesi kadınlar için gerekli ve önemlidir. Feminist hareket erkeklerle eşit şartlarda yaşamak amaçlı kurulmuştur.

Erkek egemen sistem feminist hareketi erkek düşmanlığı olarak görmektedir. Feminizm erkek düşmanlığı değil, eşit şartlarda yaşama mücadelesidir.  8 Mart bir kutlama günü değildir. Bir mücadele ve anma günüdür.

Ev emekçisi kadınlar, fabrika işçisi kadınlar, tarım işçisi kadınlar veya her ne iş yapıyorsa onun emekçisi olan kadınlar. Taleplerini meydanlarda haykırsın diye var olmuş bir gündür. Mağazalarda kadınlar günü kampanyaları yapılsın diye hayatını kaybetmemiştir binlerce kadın.

Kapitalist sömürgeciler bu günü kutlama günü haline getirerek içini boşaltmaya çalışsa da hala meydanlarda taleplerini haykıran yüz binler var. Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz ve çalışan kadınlara uygulanan mobing bitsin diye var 8 Mart.

Ülkemizde durum o kadar vahim ki bu konuda sadece 27 Şubat 2024 tarihinde 7 kadın hayatlarındaki erkekler tarafından katledildi. Son on yılın verilerine bakacak olursak soykırım gibi bir rapor önümüze çıkıyor. 3857 kadın öldürülmüştür. Bu yılın ilk altı ayında 160 kurban verildi. Ülkemizde erkek egemen toplum anlayışı bu katilleri cezasızlık politikalarıyla kutsarken kadınlar katledilmeye devam etmektedir.

8 Mart tarihindeki kazanımlar Avrupa ülkelerini medeniyetle tanıştırırken coğrafyamızda ataerkil düşünce hâkimiyetini korumaktadır. Kadınlar meydanlara dökülüp taleplerini haykırsa da korku cumhuriyeti buna izin vermemektedir.

Yine de umutsuzluk yerine bizlere umut ışığı olan birçok alanda gurur verici çalışmalar yapan yazar, şair, akademisyen, ev emekçisi, üretici, öğretici, siyasetçi kadınlara bin selam olsun.

YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!

Zafer DEĞİRMENCİ

Editör: Nigar KAYA

Baş Editör: Elif ÜNAL YILDIZ

Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?

https://fisildayankalemler.org/motivasyon-etkisi/

 

Yorumlar (4)

  1. Muhteşem bir yazı bir o kadar da hüzün dolu...

  2. Bekir SEVİK
    • 8/03/2024

    Kaleminize sağlık

  3. Gül Genç
    • 7/03/2024

    Yine dolu dolu bir yazı.. Emegine saglik Zafer. Yaşasın 8 Mart Dünya kadınlar günü!👏👏

  4. filiz çağlar
    • 7/03/2024

    Muhteşem yürekten tebrik ve teşekkür ediyorum. Değindiğiniz konu anlatım çok çok anlamlı her 8 Mart'ta hissettigim o aynı acı yine kalbimde dünyada kadın olmak demek hep bir mücadele istiyor 😔 saygı selam kıymetli hocam kıymetli editôrümüz kaleminize emeğinize sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer DEĞİRMENCİ

30.08.1979 yılında Erzurum’da doğdu. Babasının memur olması nedeniyle 1983 de Kayseri’ye göç ettiler. İlk, orta ve lise öğrenimini Kayseri’de tamamladı. İş hayatına atılıp sonrasında askerlik görevini tamamladıktan sonra yine değişik işlerde çalıştı. En son 2013 de bir iş için gittiği Diyarbakır da eşi Yeliz Değirmenci ile tanıştı. ve evlenip Diyarbakır’a yerleşti. Roman yazma isteği çocukluğunda babasının eski bir daktiloda yazmaya çalıştığı fakat bir türlü bitiremediği roman denemelerinden gelmekte olup, eşininde desteğiyle ortaya çıktı. Yayımlanan Ağaç dalından kuşlar, Simon, Ölüm var! Hasan ve Çoban isminde dört romanı var. Ayrıca araştırmacı tarih yazarı olan Zafer Değirmenci çeşitli platformlarda yazdığı makalelerlede tanınmaktadır.