VİRÜSLER BİZİ KENDİMİZE GETİRİR Mİ ?

VİRÜSLER BİZİ KENDİMİZE GETİRİR Mİ ?

VİRÜSLER BİZİ KENDİMİZE GETİRİR Mİ ?

Sizi bizi illa bir virüs öldürecek değil ama yaşarken zaten ölmüş insanlar var. Yaşamasının bir anlamı olmayan, kendisinden başkasını düşünmeyen, bencil, kibirli, burnu havalarda olan insanlar.

Sürekli ramazan davulu gibi ben ben diyen, burnunun ucundaki, sokağındaki, mahallesindeki aç insanları görmek istemeyen. Sadaka, zekat kavramının yitirildiği, evrensel değerlerin ayaklar altında ezildiği şu dönemde Allah (cc) küçücük bir virüsle kibirli, kendini vazgeçilmez sanan insanları hizaya getiriverdi.

Tarihte de hep böyle olmadı mı? “Vahdette, ferdiyette, bir karınca bir Firavun’u, bir sinek bir Nemrut’u bir mikrop bir cebbarı o intisap kuvvetiyle mağlûp edebildiği gibi nohut tanesi küçüklüğünde bir çekirdek dahi, dağ gibi heybetli bir çam ağacını omzunda taşıyabilir.” diyen Bediüzzaman zikrettiği hadiseleri tarih kaydetmiştir.

Cenâb-ı Hak peygamber göndererek hakkı tebliğ ve teklif etmekle kalmamış, inkârda, şirkte, küfürde ve zulümde devam eden ve ileri giden kavimleri hemen her asırda ikaz etmiştir.

Bu dünya yüzünden üzerine belâ indirilmiş, azap gönderilmiş, İlâhî tokat vurulmuş çok kavim gelip geçmiştir. Bunlardan uslanıp hallerini ıslah edenler olduğu gibi uslanmayıp inkâr ve küfürlerine devam edenler de çok olmuştur.

Burada dikkat edilmesi gereken husus uslanacak mıyız? Bana dokunmadı diye zulmü alkışlayacak mıyız? Her gün açlıktan, zalimlerin zulmünden kaçan masumların derdine el birliğiyle deva olacak mıyız?

Kur’ân buyuruyor ki: “Artık biz onların üzerine ayrı ayrı deliller olmak üzere tufan gönderdik, çekirgeler gönderdik, haşerat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik. Yine böbürlendiler ve günahkâr bir kavim oldular.”

Bugün helâk edilen kavimlere bakın. Kat kat fazlasını yapmıyor muyuz? Helâk olmayı çoktan hak etmedik mi? Tövbe kapısı hâlâ açık.

Allah’ın merhameti ne kadar büyük olsa da bizler de o merhametine en azından layık olmamız gerekiyor. Kendinin ilah olduğunu savunan Nemrut’a bir topal sinek burnundan girdiğinde imdat çığlıklarıyla ortalığı birbirine katıyor, adamlarına bağırıyor ve yardım istiyordu.

Adamlarından bazıları:“Aaaa! Bu nasıl Tanrı? Bir topal sinekle baş edemiyor!” diyorlardı. Derken Nemrut, “başıma vurun!” demeye başladı. Başına tokmakla vurdular. Vurdukça ağrısı biraz hafifliyor sonra yine dayanılmaz oluyordu.

Bu defa Nemrut, “Daha hızlı vurun!” diyor, hafif vurana “senin gücün yok mu?” diye kızıyordu. Böyle iki ay geçtiği rivayet edilir. En sonunda Nemrut, başına şiddetli vurdura vurdura başını parçalattı. Ölüp gitti.

Küçücük bir sinek, kendini devler aynasında gören Nemrut’un sonunu getirmişti. Bizler de bir düşünelim? Yaşadığımız ömür boyunca kaç tane zulmü durdurmaya gücümüz varken daha başında durdurmadık, görmezden geldik?

Kaç olayda bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık yaptık? Masum olduğunu bildiğimiz halde kaç masuma üstüne iftira attık? Arkasından konuştuk? Kaç çocuğun Meriç’te, Ege’ de ve birçok yerde boğulmasını görmezden geldik? Asıl virüs bizim içimizde. Düşüncemizde, kalbimizde.

Yıllarca bu virüslerle gezdi insanoğlu. İçindeki virüsleri temizlemeden dışarıdaki virüsleri temizleyemezsin. Tövbe, tövbe, tövbe…

En son hangi günahına ağladın? Kalplerin katılaştığı, vicdanların köreldiği, kulakların sağır, dillerin lal olduğu bir dönem geçirmiyor muyuz?

Bugün dünyanın her gün bir yeri kanarken kaç hadiseye sessiz kaldık? Dünyaya gelme amacımız sadece yiyip, içmek, yatmak mıydı? Bunu hayvanlar da yapıyor zaten?

Bu gidiş nereye? Teknolojide zirvede olan bir dünya toplumu küçücük bir virüs karşısında aczini ortaya koydu. O halde bir virüse küçük düşen insanoğlu, neyine güveniyor da haşa neredeyse ”Dünyayı ben yarattım” havalarında dolaşabiliyor.

Oysaki virüs ve diğer hadiseler dünyanın fani olduğunu yüzlerce kez bize haykırmıyor mu? Görene, anlayana… Bu kadar tıbbın, bilimin geliştiğini dönemde. Düşündürücü değil mi?

Virüs Kâbe’deki tavafları, umre ziyaretlerini, bazı ülkelerde cuma namazlarını ve camilerdeki Kur’an derslerini tatil ettirecek boyutlara taşınması şer şebekesini sevindirse de Allah (cc) bu dinini kıyamete kadar koruyacaktır.

Önemli olan bizim onu koruyacak ve bu gelen ilahi ikazları anlayıp gerekli kıvama gelebilmemiz, silkelenip yeniden insan olma sürecine girebilmemizdir.

Yoksa sadece 2020 yılında her gün ardı ardına olan bu felaketler, dünyanın en tehlikeli ve merhametli yaratığı insanoğluna birer ikazdır.

Tehlikeli halinden merhametli halini ortaya çıkarması gerekmektedir. Tertemiz bir dünyayı betona boğarak hayvanların da dünyasını bozmadık mı?

Avustralya yangınında o hayvanların görüntüleri içler acısı. Allah (cc) yağdırdığı yağmurlarla ölü toprağı canlandırıp yeniden hayat verir. Üzerindeki filizler büyüyüp ağaç olup meyve verir. Küçücük bir tohum nasıl devasa bir ağacın özelliklerini içinde taşıyorsa, küçücük bir virüs de devasa zannedilen insanların hayatlarını sonlandırabiliyor.

Bu yüzden bize düşen her şart ve koşulda doğru yaşamak. Kul hakkı yememek, haddimizi bilmek. Belki de bu virüs bizlere bir hayır getirecek, dünya toplumları ilk defa birlikte karar alacak, birimiz hepimiz mantığı ile bu dünya gemisini kurtarma adına girişimlerde bulunacaklar, belki belli bir dönem ya da ebedi dostluklar kuracaklardır. Irk, dil, din ayrımı yapmadan.

Hepimizin insan olduğunu hatırlayarak, birbirimizden Allah katında eşit olduğumuzu bilerek. Nasıl ölü toprak uyanıyorsa biz yaşarken ölü yaşayan insanoğlu da bu küçük virüsler sayesinde uyanırız umarım. Yarın geç olmadan…

Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır… ALLAH bilir, siz bilemezsiniz. (Bakara Suresi 216.ayet)

 

Metin ÖZDEMİR

Editör: Nigar KAYA

Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ

Yazarın Diğer Yazılarını Okudunuz mu?

https://fisildayankalemler.org/alp-boru-bekir-sevik/

Yorumlar (2)

  1. Bekir SEVİK
    • 11/05/2024

    Kaleminize sağlık Metin Hocam.

  2. Hacer Akşan
    • 10/05/2024

    Topluma doğru yolu gösteren yazılarınız için teşekkürler. Umarım okuyaninniz ve anlayanınız çok olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Metin ÖZDEMİR

METİN ÖZDEMİR 1979 yılında Bursa'da doğdum. İstanbul Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünden 2002'de mezun oldum.Evli ve bir çocuk babasıyım. Eğitime ve kitaplara olan aşkım hiç bitmeyecek. Elimden geldiğince topluma örnek olmayı amaçlıyorum.