TİLKİNİN HÜKMÜ

TİLKİNİN HÜKMÜ

TİLKİNİN HÜKMÜ

       Gecenin koynundan sızan bir sessizlik çökmüştü bozkıra. Ufukta, sabaha direnen yıldızlar göz kırpıyordu toprağın kadim hatıralarına. Rüzgar, geçmişten kalma bir türkü gibi esiyor, toprağın hafızasını uyandırıyordu.

Sessizliğin ortasında, yuvarlak bir çemberin içinde toplanmıştı ormanın sakinleri. Bir yargı dağıtılacaktı, ama adaletin değil; kurnazlığın ve korkunun hükmüydü bu. Tam ortada bir kürsü yükseliyordu, tahtadan değil, göz alıcı kelimelerden örülmüş bir illüzyondu o. Üzerinde oturan ise bir tilkiydi.

Gözleri pırıltılı, sesi kadifeydi. Yanına dizilmiş tavşanlar, ceylanlar, koyunlar ve kuşlar başlarını önüne eğmiş, ne söylenirse kabul etmeye hazır bekliyordu. Her bakışta aynı ifade: boyun eğiş, tereddüt, sessizlik… Hepsinin karşısında ise tek bir figür dimdik ayakta duruyordu: Bozkurt. Sadeydi. Süssüz, alkışsız, yalnız. Ama başı dik, bakışı derindi.

İçinde binlerce yılın hikayesini taşıyan bir sessizlik vardı. Kükremeyen ama korkutan, bağırmayan ama duyulan bir duruş. Tilki sesini yumuşatarak konuşmaya başladı. “Yeni bir çağdayız. Eski bağırışların değil, yeni fısıltıların zamanı bu. Uyum zamanı. Bozkırda artık uyumlu olan kalacak, tek başına yürümek isteyen gidecek.” Kalabalık kımıldandı. Tavşanlar göz kırptı, ceylanlar hafifçe başını salladı. Tilki devam etti. “Bu ormanda artık kimsenin ayrı baş çekmeye hakkı yok. Birlik içinde yürüyeceğiz. Fakat bazıları geçmişe saplanmış kalmış. Hala kendi bildiğini okumak, kendi göğünde tek başına ulumak istiyor.

Bozkurt… doğudan çekilmelisin. Senin sesin bu ormanın dengesini bozuyor.” Bozkurt’un gölgesi, tilkinin parlak sözlerinden daha ağır bastı o an. Başını kaldırmadan konuştu. “Ben bu toprağın sesini rüzgardan önce duydum. Gökyüzünü ilk gördüğümde bu bozkırın taşlarını tanıyordum. Ben burada doğdum, burada var oldum. Şimdi bana git mi diyorsunuz?” Tilki hafifçe başını yana eğdi. Yüzündeki tebessüm soğuktu. “Burası artık senin değil. Sen geçmişin hatırasısın. Bizse geleceği kuruyoruz.”

Bozkurt derin bir nefes aldı. Sanki toprağın ruhunu içine çekiyordu. “Ben giderim. Ama gittiğim yer susmaz. Rüzgar kalır. Rüzgar toprağın dilini bilir. Bir gün bu bozkır yeniden konuşursa… tilkiler susar, kurtlar ulur.” Arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ne bir uğurlama oldu ne de bir teşekkür. Sadece toprağın sessizliği eşlik etti ona. Ama o sabah rüzgar yön değiştirdi. Tilkinin kürsüsünü sarstı, çemberi dağıttı, sessizliği bozdu. Çünkü bozkır her şeyi unutur gibi yapar… ta ki bir uluma yeniden hatırlatana dek.

“Rüzgar hafızadır; unutulanı zamanı gelince fısıldar.”

Umut Meriç Berberoğlu 

Genel Yayın Yönetmeni :Elif Ünal Yıldız

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

ÖZGÜRLÜK AĞACI 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Umut Meriç BERBEROĞLU

14.09.2000 tarihinde Hatay ili İskenderun ilçesinde dünyaya geldim. 2007-2008 yılında Namık Kemal İlköğretim okulunda okuduktan sonra 2008-2009 yılında okulumuzun ortaokulunda okumaya başladım. Okulumuzun çıkarmış olduğu Düşler Sokağı adlı dergide deneme yazdım. 2016 yılında Rotary Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'ni kazandım. 2019 yılında okulumuzun Bilgisayarlı Muhasebe bünyesinde okurken İskenderun Gazetesi'nde köşe Yazarlığına başladım. Aynı yılın 19 Mayıs'ında İşgal Altında Çırpınan Şehir İstanbul adlı romanımı yazmaya başladım. 2020 yılında Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Tarih bölümünü kazandım. Üniversite sınavı döneminde İskenderun gazetesinden ayrıldığım için 2020 yılının Ekim ayinda Sarı Zeybekler Gazetesi'nde köşe Yazarlığına başladım. 2021 yılında İzmir Bakırçay Üniversitesi Tarih bölümüne yatay geçiş yaptım. 2023 yılında Bağımsızlık Ateşi İzmir romanımı yazmaya başladım. 2023 yılının Aralık ayında kitabım yayınlandı. Aynı yıl Deniz Kartalı Gazetesi'nde köşe Yazarlığına başladım. Sarı Zeybekler Gazetesi'nde hem Kültür Müdürü hem de köşe yazarı olarak devam etmekteyim. 4 adet tiyatro oyununa senaryo yardımcılığı yaptım.