İMAM GAZÂLÎ VE MELİK SENCER
- Yazar: Mustafa CANKURT
- 8 Nisan 2024
- 104 kez okundu
İMAM GAZÂLÎ VE MELİK SENCER
Kıymetli Tarih Severler;
Bu hafta size büyük İslâm düşünürü İmam Gazâlî veya Gazzâlî’nin hayatından kesitler sunup Büyük Selçuklular’ın en ünlü sultanlarından Sencer ile karşılaşmasına ve münasebetlerinden bahsedeceğiz.
Gazâlî, 1058 yılında Horasan’ın Tûs şehrinde (bugün İran sınırları içerisinde) doğmuştur. Adı Muhammed, unvanı Ebu Hamid’dir. Ancak Gazâlî veya Gazzâlî nisbesiyle tanınır.
Gazâlî nisbesini kullanması bir rivayete göre doğduğu Gazâle köyünden ileri gelmektedir. Diğer bir rivayete göre ise onun babası Gazzâl (yön eğirici, iplikçi) olduğu için bu nisbeyi kullanmıştır.
Gazâlî, ilk eğitimini Tus’ta almış, daha sonra Cürcan’a gitmiş ve eğitimine devam etmiştir. Cürcan’dan Tus’a dönerken yaşadığı bir olay onun ilim azmini ortaya koymaktadır. ^
Gazâlî’nin de içerisinde bulunan kafile yolda eşkiyaların baskınına uğrar. Kafiledekilerin her şeyi alınır. Gazâlî’nin de ders notları eşkiyaların eline geçer. Gazâlî, eşkiyaların reisinden bu notları ister.
Ona, “Cürcan’a eğitim için gittiğini, bu belgelerin kendisine lazım olduğunu” söyler. Eşkıya reisi, “bu bilgilerin neden hafızasında olmayıp kağıda döküldüğünü” söyleyerek onunla alay eder ve belgeleri verir. Bu olay ona ders olmuştur. Üç yıl içerisinde o belgelerdeki tüm ders notlarını ezberlemiştir.
Gazâlî, Büyük Selçuklu Sultanları Melikşah, Berkyaruk, Muhammed Tapar ve Sencer dönemlerinde yaşamıştır. Onun ünü Melikşah döneminde, Vezir Nizâmü’l-Mülk ile tanışmasıyla artmıştır. Nizâmü’l-Mülk, onu 1091 tarihinde Bağdat Nizamiye medresesine müderris olarak atamıştır. Burada uzun yıllar görev yapmıştır.
Gazâlî, yaklaşık beş yıl Bağdat’ta kalmıştır. Burada kaldığı son yıllarda kendisini sorgulamaya başlamıştır: Acaba medresedeki eğitim ve öğretim faaliyetleri makam ve şöhret için mi yoksa Allah rızasını kazanmak için mi yapıyordu?
Bağdat’ta bu sorularla boğuşuyor, psikolojik buhran ve fiziksel rahatsızlıklar yaşıyordu. Nihayetinde medresedeki makamını bırakıp Bağdat’tan ayrıldı. Kendisine ve ailesine yetecek kadar malını bırakıp tüm mal ve parasını yoksullara dağıttı.
Bağdat’tan ayrıldıktan sonra Tûs’a gidip inzivaya çekildi. Bir ara Nizâmü’l-Mülk’ün oğlu Vezir Fahrü’l-mülk’ün ısrarı ile bir süre Nişabur medresesinde ders verdi. Ancak Fahrü’l-mülk’ün bir Batınî tarafından şehit edilmesi üzerine dersleri bırakmış, daha çok kitap yazmaya kendini adamıştı.
İşte bu inziva yıllarında yolu Sultan Sencer ile kesişmiştir. Anlatmaya devam edelim:
1109 yılında Büyük Selçuklu tahtında Muhammed Tapar vardı. O, Horasan bölgesinin yönetimini kardeşi Melik Sencer’e (Tapar, sonrasında Büyük Selçuklu Sultanı olmuştur) vermişti. Sencer’in zamanında Horasan ilim ve irfan yuvası haline getirilmişti. Özellikle Nişabur ve Merv bu konuda çok ileriydi. Sencer, Merv’deki sarayında ilim ehli ile sohbetler düzenliyor, onlara mükâfâtlar veriyor ve onları teşvik ediyordu.
Yine böyle bir sohbet ortamında İmam Gazâlî’den şikâyet ettiler. Onun ilmini medreselerde yayması gerekirken Tûs şehrine gittiğini ve inzivaya çekildiğini, sadece kitap yazmakla meşgul olduğunu söylediler. Melik Sencer’den onun tekrar medreselere dönmesi hususunda yardımcı olmasını istediler.
Sencer, böyle bir âlimin inzivada heba olmasına razı değildi. O, talebeler ve âlimler yetiştirmeliydi. Bu yüzden ona bir mektup yazmaya karar verdi. Onu Merv’e çağırdı. Gazâlî, Melik Sencer’e o meşhur mektubunu yazdı. Mektubun içerisinden bahsedelim:
“Rabbim, size dünya sultanlığının yanında içinde devamlı kalacağı ahiret mülkü ve sultanlığı versin. Sultan Melikşah oğlu Melik Sencer de bilir ki dünya sultanlığı doğu ve batıdan ibarettir. İnsan hayatı en fazla yüz sene iken ahiret sultanlığı ise ebedîdir.
Yüce Allah’ın ahirette ihsan ettiklerinin yanında dünya bir zerredir. Ebedî saltanatın ve saadetin yanında dünya nimetleri ve yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır? Aklı olan buna aldanır mı? Ebedî sultanlığa kavuşmak herkes için zor olsada sen Melik için çok kolaydır.
Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Bir günlük adaletle hükmetmek, altmış yıllık ibadetten üstündür.” Bu ne kadar güzel bir sözdür. Bir günlük adalet sağladığında altmış yıllık ibadetten daha çok sevap kazanma fırsatı sende vardır. Ne mutlu sana! Ancak maalesef zamanımızda bir günlük değil bir saatlik adalet bile altmış yıllık ibadetten üstündür.
Dünyanın değersiz olduğu açık ve ortadadır. Büyüklerimiz şöyle der:”Dünya kırılmaz bir altın tepsi, ahiret ise kırılan toprak bir testi olsa; akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın tepsiyi bırakır, ebedî olan toprak testiyi alır.”Aslında gerçek tam tersidir.
Dünya kırılgan ve toprak testi, ahiret ise asla kırılmayacak altın bir tepsidir. Akıllı insan nasıl kırılgan dünyayı seçer? Bu örneği aklınızda tutunuz ve hayatınıza tatbik ediniz.
Tûs, Horasan’ın bir şehridir. Şehir halkı büyük zulüm ve sıkıntılar görmüştür. Emirlerinize ve vezirlerinize emir buyurunuz, merhamet gösterip onları açlık ve sıkıntıdan kurtarsınlar.
Mektubunuzda beni Merv’e davet ediyorsunuz. 53 yıllık hayatımın 40 yılını ilim öğrenerek ve öğreterek geçirdim. 20 yılım rahmetli Sultan babanız döneminde geçti. Ondan hep ikram ve iltifat gördüm. İsfahan ve Bağdat’ta ömrüm geçti.
Sultan Melikşah ile Halife Hazretleri arasında sayısız elçilik yaptım. İslamî ilimlerde 700 kitap yazdım. Velhasıl mühim işler yaptım. Sonra Kudüs’e gittim.
İbrahim Peygamberin (A.S.) türbesini ziyaret ettim. O mübârek’in huzurunda, “Bundan sonra hiçbir sultanın yanına gitmeyeceğim ve ondan en ufak bir şey kabul etmeyeceğim. Keza bu yapılan hizmeti küçük düşürür. Ayrıca Müslümanlar arasında ayrılığa sebep olacak gereksiz dinî tartışmalara girmeyeceğim” diye yemin ettim. Bu sözü on iki yıl tuttum. Sultanlar da beni anlayış ile karşıladılar.
Şimdi ise siz huzura çağırıyorsunuz. Emre itaat olsun diye Meşhed’e kadar geldim. İmam Rıza Hazretleri’nin türbesini ziyaret ettim. İbrahim Aleyhiselam’ın makamında yaptığım yemini bozmamak için ordugâhınıza kadar geldim.
İmam Hazretleri’nin türbesinde, “Ey Resulullah’ın torunu! Sen şefaatçi ol ki Allah, İslam Sultanı Sencer’i dünya sultanlığında babası Sultan Melikşah’tan daha ileriye muvaffak etsin, Ahiret sultanlığında ise Süleyman Peygamber’in (A.S.) derecesine çıkarsın. O, İbrahim (A.S.) makamında verdiğim yemine hürmet göstersin” diye dua ettim.
Eminim size yaptığım bu dua, resmi olarak davetinize icabet etmekten çok faydalıdır. Eğer davette ısrar edip ferman gönderirseniz, emre uymak adına yeminimi bozup yanınıza geleceğim.
Sizden memleketim Tûs’a dönmek için onay vermenizi bekliyorum. Merhametli kararınız için Allah bu dünyada ve ahirette ihsanlarda bulunsun.”
SENCER İLE GÖRÜŞME
Mektuptan birkaç gün sonra İmam Gazâlî, Merv’e geldi. Yanında birkaç talebesi de vardı. Melik Sencer’in huzuruna çıktı. Sencer onu tahtına oturttu.
Gazâlî, talebelerinden birine Zümer Suresi’ni okumasını söyledi. Talebesi okudu. En son, “Allah kuluna yetmez mi?” ayetini okuyup sureyi bitirdi. İmam Gazâlî, bu son ayete “Evet!” cevabını vererek konuşmaya başladı. Sencer’e nasihatlerde bulundu:
“Kurtuluş ancak takva sahiplerinedir. Düşmanlık ise zulmedenleredir. Mülkün ebedî olsun ey Melik! Biz İslâm âlimlerinin bir âdeti vardır. Sultanların huzuruna çıkınca onlar ile dua, senâ, nasihat ve ihtiyacını giderme konusunda konuşuruz.
En makbul dua, gece karanlıkta, yalnız yapılan duadır. Bunun makbulluğu şundandır ki gece ve yalnız olunduğunda duamızda riyâ ve gösteriş ihtimâli yoktur. Gündüz yapılan ibadetlerde ise bu ihtimâl her zaman vardır. Şüphesiz Allah’ın bizim duamıza ihtiyacı yoktur. Duada samimi olmak elzemdir.
Senâ’dan amaç ise bir işi yükseltmektir. Ancak bu dört konunun içinde belki de en önemlileri nasihat ve ihtiyacı gidermedir.
Nasihat, öyle bir şeydir ki o, izni doğrudan Peygamber’in (S.A.V.) risâletinden alır. Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Size iki nasihatçi bıraktım. Birisi susar, diğeri konuşur. Susan nasihatçı ölümdür, konuşan ise Furkân-ı Hâkîm’dir.”
Ölüm der ki: “Ben her canlı için pusuda beklerim. Vakti gelince pusudan çıkar ve görevimi yaparım. Benim bu yaptıklarımın benzerini görmek istiyorsan, sultanlar, vefat etmiş sultanlara; melikler, vefat etmiş meliklere baksınlar. Sultan Alparslan, Sultan Melikşah, Melik Çağrı Bey, toprak altında siz sultan ve meliklere şöyle sesleniyorlar:
“Ey gözümün nuru, biz işler yaptık, nerelere sevk edildik. Emrinde bir aç varsa sen bir gece tok uyuma, sakın ha! Biri çıplak iken sen keyfine göre giyinme. Sana vasiyetimdir: “Lâ ilahe illallah” lafzını dilinden düşürme.
İmanını ancak böyle koruyabilirsin. İman ise suyunu ibadetten alır. Kökü adalet ile devamı hakkı zikretmek ile olur. Bunların hepsini yaparsan ahiret azabından kurtulursun ancak kıyamet sorgusundan kurtulamazsın. Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurur: “Herbiriniz çobansınız ve emriniz altındakilerden sorumlusunuz.”
Ey Melik Sencer! İşte vefat eden sultanlar sana bunları söyler. Melikim, Allah’ın hak nimetini eda eyle ki nimet, doğru iman ve itikat ile güleryüz, güzel ahlâk ve iyi ameller işlemektir. İyi amel işlemek, senin elindedir. Ancak diğerleri Allah’ın verdikleridir. Hak Teâlâ, sana ilk dördünü vermiştir. Beşinciyi yapmaktan imtina etme ki Allah’ın nimetlerine nankörlük etmiş olmayasın.”
İmam Gazâli, daha sonra huzurda bekleyen vezir ve emirlere döndü:
“Burada bulunan vezirler ve emirler! Eğer devletinizin ebedî ve mübarek olmasını istiyorsanız nimetlere karşı nankörlük etmeyiniz. Nimeti, felâket ve talihsizlikten ayırınız. Burada sizin Horasan Meliki Sencer’den başka bir Melikiniz daha vardır. O da Allah’tır.
Allah, size ahirette sorguya çekecek ve “Benim nimetlerimin hakkını verdiniz mi?” diye soracaktır. Eğer nimetlerin kıymetini bilirseniz bu soruya kolay cevap vereceksiniz. Yok, nimete nankörlük yaptıysanız cevabınız olmayacaktır. Meliklerin kalpleri, Allah’ın hazineleridir. Allah, yeryüzünde azap, ceza ve rahmetin her birini meliklerin gönülleri ile yerine getirir.
İşte Allah size soracak, “Ben hazinemin kilidini size verdim. Bu kilit dilinizdir. Onu korudunuz mu yoksa ona ihanet mi ettiniz?” Hazineye ihanet eden, bir mazlumun durumunu Melikten gizleyendir.
Melikim! Biz İslâm âlimlerinin sultanlar ile konuştuğu son konu ise ihtiyacın arzı ve giderilmesidir. Benim iki ihtiyacım vardır. Birisi umumî, diğeri şahsîdir.
Umumî olan ihtiyacım şudur ki, Tûs halkı perişan haldedir. Onlar zulümden helak olmuş ve susuzluktan mahsülleri mahvolmuştur. Sizden ricam onlara acımanızdır ki Allah da size acısın. Şahsî ihtiyacıma gelince… Ben on iki yıldır inzivada idim. Veziriniz rahmetli Fahrü’l-mülk Ali, beni Nişabur Medresesi’nde ders vermeye ikna etmişti.
Ona: “Bugünün insanı benim söylediklerimi kaldıramaz. Bu zamanda hak söz söyleyenin yüzüne tüm kapılar kapanır” dememe rağmen beni müderrisliğe başlattı. Ancak bu kısa sürdü.
Vezir’in Batınî tarafından şehit edilmesi üzerine bu görevi bırakıp tekrar Tus’a döndüm. Bugün yine aynı görüşteyim. Beni sözlerimde insanların anlayamayacağı mânâlar vardır. Fakat ben söylediğim bütün sözlerimi ispat ederim.
Ancak duydum ki benim sözlerimdeki mânâları kavrayamayan bazı kimseler, benim İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin aleyhinde olduğumu iddia etmişler. İşte bu iftiraya dayanamam. Allah’a yemin olsun ki Ebu Hanife, fıkıh ilminde Müslümanların içinde en ileri düzeyde olan bir İslâm âlimidir. Her kim bu sözümün tersi bir şey söylediğimi iddia ediyorsa o yalancıdır.
Sizden isteğim şudur ki beni Nişabur veya başka bir Horasan şehrinde medresede ders verme işinden affediniz. Beni kendi halime bırakınız. Tekraren söylüyorum ki bu devir benim sözlerime tahammül edecek bir devir değildir.”
Melik Sencer, Gazâlî’nin sözlerini kesmeden, dikkatlice dinledi. Sonra konuşmaya başladı:
“Ey Hüccetü’l-İslâm! Söylediğiniz güzel sözleri ve Ebu Hanife hakkındaki kanaatlerinizi duymak bizi sevindirdi. Bu kanaatleri Irak ve Horasan âlimlerinin de duyması elzemdir. Burada âlimlere bir toplantı tertip etmek güzel olacaktır. Bu söz ve kanaatlerinizin tüm Horasan’da bilinmesi için kitaplar ve risaleler yazmanızı sizden rica ediyorum.
Medresede ders verme mevzuuna gelince, bu derslerden muaf tutulma isteğinizi kabul etmiyorum. Sizin görüş ve kanaatlerinize çocukların ihtiyacı var. Onları bundan uzak tutamazsınız. Biz sizin adınıza medreseler kurup sizin fikirlerinizin tüm âlimler arasında yayılmasını ve muallakta kalmış tüm meselelerin burada açığa kavuşmasını istiyoruz.
Buraya kadar teşrif ettiğiniz için sağ olun. İnşallah bu sohbetlerimizi sıklaştırırız. Şimdi size ayrılan hanenize geçiniz ve dinleniniz. Ne zaman isterseniz Tus’a dönebilirsiniz. Ancak sözlerimi unutmayınız.”
Gazâlî ve talebeleri, Melik Sencer’in huzurundan ayrıldı. Ancak Melik Sencer’in talebini yerine getirmedi ve medreseye dönmedi.
Sencer ile görüşmesinden iki yıl sonra (1111) Tus şehrinde vefat etti. Geride başta İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn olmak üzere yüzlerce kitap bıraktı. Allah ona rahmet eylesin.
Muhabbetle…
Mustafa Cankurt
https://fisildayankalemler.org/adil-sultan-gazneli-mahmud/
Kaynakça:
Bayraktaroğlu, Necdet, Tarihimizde Muhteşem Mektuplar: Selçuklu Sultanı Sencer’e İmam Gazâlî’nin Mektubu, Türk Yurdu Dergisi, 2014.
Cankurt, Mustafa, Sultan Sencer-Horasan Meliki, Bengisu Yayınları, İstanbul, 2024.
Çağrıcı, Mustafa, Gazzâlî, TDV İslam Ansiklopedisi.
İpek, Ali, Sultan Sencer Dönemi Merv’de İlmi Hareketlilik, Entelektüel Hayat Dergisi.
İpek, Ali, Sultan Sencer’in Tasavvufa Olan İlgisi, Harakanî Dergisi, 2014.
Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Cilt II, İkinci İmparatorluk Devri, TTK Yay., Ankara, 1984.
Köymen, Mehmet Altay, Sencer, İslâm Ansiklopedisi.
Özaydın, Abdülkerim, Sencer, TDV İslam Ansiklopedisi.
https://islamansiklopedisi.org.tr/gazzali
Editör: Mesude Bozkurt
Baş Editör: Elif ÜNAL YILDIZ
Harika bir araştırma olmuş hocam kaleminize sağlık ❤️