ALAATTİN’İN SİNİRLİ LAMBASI
- Yazar: Ümmü ÖZÇELİK
- 15 Mayıs 2024
- 82 kez okundu
ALAATTİN’İN SİNİRLİ LAMBASI
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, medeniyet henüz insanları tembelleştirmemişken çalışkan mı çalışkan bir köy varmış. Kendi işlerini kendileri yapar, inek bakar, koyun sağar, deri tulumlara peynir basarlarmış. Kim sorarsa onların köyünden daha çalışkanı yokmuş.
Bu köyde tembel mi tembel fırıncı bir genç varmış. Adı Alaattin’miş. Köylü onu hiç istemezmiş. Ne onu çalıştırabilmişler ne de köyden gönderebilmişler. Ne hamur mayalarmış ne de ekmek pişirirmiş.
Herkesin dilinde gezer, köyün en serin yerinde yan gelip yatarmış. Bir gün anasının ısrarıyla odun kesmeye, sizin anlayacağınız avarelik etmeye karar vermiş. Kel katırını, paslı satırını, bir de ekmek bohçasını alarak dağa gitmiş. Herkes Mersin’e o ise tersine gider, ağacın incesini keser, gölgenin koyusunu seçermiş.
Çıka çıka bir mağaranın önüne kadar varmış. Bir de ne görsün. Önünde bir dev oturur. Meğerse devler mallarını kimse çalmasın diye oraya bir bekçi koymuşlar. Bu dev onların mallarını korumakla görevliymiş. Çalışmasının karşılığında günlük bir çift yağlı çörek verirlermiş ama üç gündür kimse oraya uğramamış. Devin karnı da çok fena acıkmış.
Tembelin şansına yanında anasının yaptığı bir çift yağlı çörek varmış. Sana çörek versem bana mağaradan bir şeyler verir misin demiş. Al gülüm ver gülüm derken çöreği vermiş, mağaraya girmiş. İçeride altınlar, gümüşler, ipekler, ibrişimler pek çokmuş ama tembelin dikkatini bir lamba çekmiş. Akşamları uyku tutmayınca aylak aylak otururken yanıma koyar keyfime bakarım demiş. Lambayı almış ve mağaradan hemencecik çıkmış.
Eve gelince mağaradan getirdiği lambayı yakmaya karar vermiş ama pek üşenmiş. Karardıkça kararan geceden ürkmüş de yerinden kalkmadan lambaya uzanmış. Sürükleyerek yanına çekmiş. Bu arada içinden bir homurtu yükselmiş.
“Bu ne gürültü?”
“Sen de kimsin?”
“Sinirliyim!”
Alaattin önce biraz ürkmüş ama sonunda onun lambada görevli bir cin olduğunu anlamış. Cin çok sinirliymiş. Vara da kızarmış yoğa da aza da kızarmış çoğa da. Bir tembel ile bir sinirli bir araya gelir de samanlık seyran mı olur? O dermiş “Bu işi yap.”, bu dermiş “Sen de şu işi yap.” Aslında bizim tembel iş buyurmaya da üşenirmiş ama cinin her dediğine “İsteme bir şey benden, buz gibi soğurum senden.” deyip kızması ve hiçbir şey yapmaması Alaattin’i çileden çıkarmaya yetmiş.
Alaattin daha ne isteyeceğini bilemeden, onun neci olduğunu sezemeden yeniden lambaya giriverirmiş. Alaattin tekrar sürüklemiş lambayı. Yine aynı homurtu, yine aynı nakarat.
“İsteme bir şey benden buz gibi soğurum senden.”
“İn misin, cin misin? Ekmek versem yer, dayak versem kaçar mısın?”
“Ben sinirli mi sinirli bir avareyim. Hiçbir sahibim beni çalıştırmayı başaramadı. Kim ne derse kızar, olur olmaz lafları dizerim.”
Alaattin’in “Senin adın nedir? sorusuna ise şaşırarak “Kimse şimdiye kadar bana bir isimle hitap etmedi.” demiş. Meğerse cin lambadan her çıktığında onu gören herkes önce korkuyor sonra da “İn misin, cin misin?” diye sorar cin de buna çok kızarmış. Ne ismini bilen varmış ne de ne yersin ne içersin diye soran. Varsa yoksa kendi istekleriymiş bildikleri. Zavallıyı hiç cin yerine koyan, adını soran veya bir çay ısmarlayan olmamış.
Aç ayı oynamaz da aç cin sizin isteklerinizi yerine getirir mi? Hiç ilk gördüğün cinden bir şeyler istenir mi? Hani bunun sözleşmesi, hani bunun sigortası, hani bunun mesaisi? Üç günlük yola gidip siparişinizi getirecek de dizlerinde derman kalacak mı diye sorulmaz mı?
Cin ne dese haklıymış. İnsan hakları var da cin hakları saklı mıymış? Yoksa bedava cin çalıştırmak âdetten miymiş?
Alaettin’in aklı bu kadar karışık işe ermemiş. “Ben demiş onu bunu bilmem. Benim pişirdiğim ekmeklerden yersen karnını doyururum, yalnız karşılığında iş de buyururum.”
“Tamam ben de karnımı doyurur, senin hamurunu yoğururum.”
Alaettin ile lambanın sinirli cini sonunda anlaşmanın yolunu bulmuşlar. İkisi de ne aç kalmış ne de tok olmuşlar.
Gökten üç ekmek düşmüş; biri alnının teriyle çalışanlara, biri işçisinin hakkını verenlere, biri de ekmeğini bölüşenlere…
Ümmü ÖZÇELİK ER
Editör: Mesude BOZKURT
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ
Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?
Neden?