Geleneği Sürdürmek mi, Yoksa?

Geleneği Sürdürmek mi, Yoksa?

Kalemin Kelamında bu hafta ki konumuz;

Geleneği sürdürmek mi, yeniliğe açık olmak mı?

Hayat, tam da bu ikilem arasında akar durur: Geçmişin değerleriyle mi yaşamalıyız, yoksa yepyeni yollar mı çizmeliyiz?

Büyüklerimiz “Geleneği yaşat, kökünü unutma” derken, zaman da fısıldar: “Değişirken var olmayı başar.”

Biri kökleri temsil eder; aidiyeti, hatırı ve yaşanmışlığı. Diğeri ise gökyüzünü; sınırsızlığı, umudu ve daha önce görülmemişi.

Geleneği tamamen silip atmak, insanlığı köksüzleştirir. Anılar, hikâyeler, yaşanmış tecrübeler; onları taşıyanlar kalmadığında, yaşantımızda derin boşluklar oluşabilir.

Bununla birlikte, geleneğe saplanıp kalmak da zor; zaman değişirken, koşullar ve ihtiyaçlar evrilirken, dünü tekrardan yaşatmaya zorlamak zorunlu olarak durgunluğa, tekrara ve mutsuzluğa neden olabilir.

Asıl mesele, ikisi arasında dengeyi yakalamakta.

Geleneğin özünü, değerini ve insanlığa kattığını alıp; bunun üzerine yeni fikirleri, yaklaşımları ve hedefleri inşa etmek…

Böylece geçmişle gelecek arasında sağlam ve esnek bir köprü oluşturabiliriz.

Geleneği yaşatmanın, değişirken kökünü hatırlamanın zor olmadığını; aksine bunun daha zengin, daha derin ve daha insanî bir yolculuk oluşturacağını fark etmek lazım.

Dünü inkâr etmeden, yarını kucaklayabilirsek, kendi hikâyemizi daha olgun ve daha gerçekçi bir temele oturtabiliriz.

Hayat, insanın kendi hikâyesinde zorunlu olarak yüzleşeceği en önemli ikilemlerinden biridir bu:

Geleneği yaşatacak mıyız, ya da yepyeni bir yola mı çıkacağız?

Büyüklerimizin hatırlattığı gibi, gelenekte geçmişimizin bilgeliği, yaşanmış tecrübeler ve zor zamanları atlatmayı sağlayacak ipuçları vardır.

Geleneği yaşatmak, aslında köksüz kalmamak demektir.

Bizi biz yapan değerleri, hikâyeleri ve inançları kuşaktan kuşağa aktarabilirsek, zaman içinde dağılmadan var olmayı başarabiliriz.

Gelenekte zor zamanlar için oluşturulmuş kalıp ve çözüm yolları vardır; zorlandığında insan bu kalıplardan beslenebilir.

Ancak…

Dün oldukça değerli olmuş fikirler, bugünün koşullarında zorlayıcı ya da kısıtlayıcı hâle gelebilir.

Bunun sebebi zamanın değişmesinde, koşulların evrilmesinde ve insan ihtiyaçlarının artık daha başka yönde ortaya çıkmasındadır.

Gelenekte saplanıp kalmak, yaşanabilir, daha adil ya da daha etkili yollar varken onları görememek demektir.

Dün etkili olmuş kurallar, bugünün çocukları, kadınları, çalışanları ya da düşünürleri için artık yetersiz kalabilir.

Geleneği tamamen silip atmak ise başka tehlikeleri beraberinde getirir.

Böyle yaptığımızda, köksüzleşir, değerlerimizin temellerini, zor zamanlarda tutunacak dalımızı ve zor kararlar arasında yönümüzü belirleyen pusulamızı da yitiririz.

Geleneği ve onun taşıdığı bilgeliği inkâr etmek, insanlığı daha savunmasız, daha dağınık ve daha zor durumlara itebilir.

İkisinin Arasında Dengeyi Bulmak

Asıl zor olan ve değer taşıyan, geçmiş ile gelecek arasında denge kurmayı başaracak bir bakış oluşturmaktır.

Gelenekte değer taşıyanları, halk arasında hikâyelerde, atasözlerinde, yaşanmış tecrübelerde ortaya çıkmış bilgeliği alabilir;

bunun üzerine yeni koşullara uygun yaklaşımlar inşa edebilirsek, daha sağlam ve daha esnek bir toplum oluşturabiliriz.

Böyle bir dengeyi yakalamak, eleştirel düşünmeyi, araştırmayı, koşulları doğru analiz edip onları geleneğin süzgecinden geçirerek dönüştürmeyi gerektirir.

Geleneği yaşatmanın, geçmişin hatalarını tekrarlamak değil, onları daha iyiye taşımanın anahtarı olduğunun farkında olmalı.

Yeniliği kucaklarken de, insanlığı insan yapan değerleri feda etmemeli.

Sonuç Olarak…

Geleneği ve yeniliği birbirinin zıttı değil, birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünmeliyiz.

Geçmiş, köklerimiz; gelecek ise hedefimiz.

Sağlam kökler üzerinde yükselen ağaçlar, zor rüzgârlar estiğinde daha zor devrilir.

Aynı şekilde, köksüz ve temelsiz fikirler kalıcı olamaz; ilk zor koşulda dağılır.

Geleneği yaşatıp dönüştürerek, yaşanabilir ve adil bir geleceği birlikte inşa etmek mümkün.

Bunun için önce kendi değerlerimizin farkında olmalı, onları eleştirel süzgeçlerden geçirerek daha ileriye taşımalı ve zamanın ruhuyla harmanlamayı bilmeliyiz.

Nurgül Balcı

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

https://fisildayankalemler.org/author/nurgulbalci/

https://www.instagram.com/harbi_cilgin_yazar/

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nurgül BALCI

Nurgül Balcı — Hayatını Harflerle İnşa Eden Bir Yazar Nurgül Balcı, yazmayı nefes almayı kadar doğal gören, kelimeleriyle yaşadığı duyguları, düşünceleri ve gözlemleri satırlara döken bir kalem. Bugüne kadar çeşitli edebiyat dergilerinde yazıları yayımlandı, pek çok yazarla ortak proje kitaplarına imzasını attı. Bu çalışmalar, kaleminin gücünü pekiştirirken, edebiyat çevresinde de adının daha fazla duyulmasını sağladı. Balcı’nın ilk bağımsız eseri “Yazmak Yaşamaktır”, adeta bu felsefesinin de manifestosu niteliğinde olup şiir Kitabı. Bu kitap, yaşamanın ve yazmanın birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini ortaya koyuyor. Ona göre yazmak; yaşanılanları, hissedilenleri ve düşünceleri kalıcılığa kavuşturmanın en etkili yollarından biri. Hayatın içinde fark edilmeyeni, görülüp de söze dökülmeyeni ortaya çıkarmak, insan ruhuna dokunmanın ve kalıcılığı yakalamanın anahtarı. Nurgül Balcı, yazılarında daha çok insanı, duyguları, ilişkileri, yalnızlığı, umudu ve hayatın zor koşullarında yaşamanın değerini işler. Onun kalemi, zor zamanlarda dahi yaşamanın, paylaşmanın ve üretmenin mümkün olduğuna inanan, bu inancını yazınsal yaratılara dönüştüren bir kalem. Nurgül Balcı, yazmayı kendini ifade etme, insanı anlatma ve hayata dokunmanın en etkili yollarından biri olarak görülüyor. Okurlarıyla kurmayı hedeflediği bağ, satırları arasında saklı — sıcak, sahici ve derin.