TASAVVUFTA SEYR-U SÜLÛK
- Yazar: Yasemin ÖZDEMİR
- 19 Kasım 2024
- 54 kez okundu
SEYR-U SÜLÛK
“Sülûk”; bir yola girmek demektir. Yola girene sâlik denir. Tasavvufî manâda “Seyr-u Sülûk”, tasavvuf yolculuğu, manevî yolculuk anlamına gelir. Seyr-u Sülûk, nefsin isteklerinden kurtulmak ve “İnsan-ı Kamil” olma yolunda ilerlemek manasına gelir. Bu yola giren insanların kendisini dünyevi zevklerden arındırması ve manâ âleminde yürümesi beklenir.
Sülûk, sadece nazarî, kitâbî bilgi veya tasavvurla olmaz. Sâlikin kazandığı bilgiye göre yaşaması, “İlmel Yakîn” mertebesinden “Aynel Yakîn” ve “Hakkal Yakîn” mertebesine ulaşması şarttır. Mesela, bir tâlibin rıza makamı hakkında bilgi sahibi olması yetmez, Allah’ın kendisine gönderdiği bir imtihan vesilesiyle, rıza halini tecrübe etmesi bir zorunluluktur; aksi takdirde rızanın hakikatini idrak edemez..
İbnü Arabî Hazretleri, sülûk ve sâliki sâlikin amacına ve Allah’ı bilmedeki mertebesine göre; “Nefsiyle sülûk eden, Rab’biyle sülûk eden, hem nefsiyle hem Rab’biyle sülûk eden ve sâlik olmayan sâlik” şeklinde farklı türlere ayırır. Nefsiyle sülûk eden sâlik, “Kulum ben onu sevinceye kadar, bana nâfile ibadetlerle yaklaşır.” kutsî hadisinde belirtildiği üzere, Allah’ın sevgisine ulaştıran nafile ibadetlerle kendi başına Hakk’a yaklaşmaya çalışır.
Bunları hakkıyla yerine getirip hadisin ikinci kısmındaki, “Onu sevdiğimde gören gözü, işiten kulağı olurum.” manası uyarınca, Hak ile gören ve Hak ile işiten sâlike Rab’biyle sülûk eden sâlik denir. Böylece o “Kurb-i Nevâfil” mertebesine, “Makâm-ı Cem”e ulaşmış olur. Hem nefsiyle, hem Rab’biyle sülûk eden ise, kurb-i nevâfil mertebesine vardığında, Hakk’ın işitme ve görme gücü olduğunu zevk bakımından idrak eder.
Sâlik olmayan sâlik, “Attığında sen atmadın, lâkin Allah attı.” ayetinin (Enfâl 8/17) mazharıdır. O, nefsinin kendi kendine sülûk edemeyeceğini görüp, hem nefsi, hem de Rab’biyle birlikte sülûk ettiğini anlar. İbnü Arabî Hazretlerine göre sâlik, makam ve menziller arasında sadece bilgi veya tasavvurla değil, amel ve hal ile yürüyen kimsedir. İlmi “Ayn” haline getirir, yani bildiğini gözle görür. Bu sebeple bilgisinde şüphe söz konusu değildir.
Dünya yurdu imtihanlar yurdudur. Asıl ana yurda layıkıyla varmak için geçilecek dersler ve yükselecek basamaklar vardır. Sülûkunda hakikat seviyesine ulaşan kişi, “Ne sen varsın, ne ben; her şey O’dur!” anlayışına, yani “Vahdet-i Vücûd”a eren kişidir. Bu ulvi seviyedeki hal, ulaşılmış hallerin en sevgilisidir.
Mevlânâ Hazretlerinin tabiriyle yol uzun ve meşakkatli, vakit de kısadır. Sufîlerin sıkça kullandığı “Kendini bilen Rab’bini bilir.” sözünün idrakine ulaşan kalp, ne güzel bir mertebeye ulaşmıştır.
Hüseyin Vassâf, Dîvan beyitinde seyr-u sülûkunun kolaylığı için dua eder ve adeta yalvarır;
⭐️Erişdir aslıma, aslımla agâh et beni yâ Rab
⭐️Seni bilmiş olanlar ile hem-râh et beni yâ Rab
⭐️Yâ Rab! Beni aslıma eriştir ve aslımla haberdâr et.
⭐️Yâ Rab! Beni, seni bilmiş olanlar ile yoldaş et.
Seyr-u sülûkunu kemâliyle tamâm edenlerden, yüce Allah’ın sevgi ve muhabbetine mazhar olanlardan olalım.. Amin..
Yasemin ÖZDEMİR
Kaynak: İslam Ansiklopedisi
Genel Müdür: Elif ÜNAL YILDIZ
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?
https://fisildayankalemler.org/masiyet-ve-taat/