SIR

SIR

SIR

 

“Men ene ve ma ente?  (Ben kimim, sen kimsin?)”   

Sır….

Bilinenin ötesinde, bilinenin gölgesinde kalan…

Sır…

Dudaklarda bir uçuk, yüreklerde bir buruk ve nihai sevdalarda bir anlık duran…

Sır…

Dalgaların eşiğinde, Azrail’in döşeğinde ve görünmeyen bir cevherin kavşağında bizi bekleyen…

Ya neydi sır? Tuzaklardan uzak, ıraklardan daha yakın mıydı, ötesine hiç varamadığımız ve sebeplerini hiç aramadığımız o mukaddes veyahut mukadderat timsali sır? Yorgunluk belirtircesine, hayalleri delirtircesine ve dimdik ayakta dururken bile tir tir titretircesine bir efsane miydi, bir gizem miydi, ya neydi bu sır? Sırra vâkıf olmak akıl kârı, sırrı arayıp bulamamak da deli dolu gibi bir şey galiba! Ne özlemdi oysa, özlenen bilirken özlendiğini; özleyen dahi bambaşka sırlara tâbi…

Sır?

Men’den çıkacaksın yola, yol dediğin upuzun olacak. Eğri büğrü, sağlı sollu ve tedirginlik barındıracak ayrıca! Hedef dairesine aldığın mukaddes cümleyi; her zerrenle, her katrenle ve her uzvunla zikredeceksin, dilin lâl olana kadar! Men’den bıkmayacak, sıkılmayacak ve hiçbir zaman vazgeçmeyeceksin. Mecbur hissedeceksin kendini Men’e. Yapamayacaksın, duramayacaksın, kurtulamayacaksın ve kaybettiğinde hiçbir zaman bulamayacaksın Men’i.

Kararını vermişliğin, her zorluğa göğüs germişliğin ve giderken dahi arkana hiç bakmadan sırra karışmışlığın izlerini barındıracaksın, dilinden döktüğün o gizemli Men’de. Sağır olacak gözlerin, görmez olacak kulakların ve tat alamayacak burnun, dikkat et! Bir terslik var bu işte! Çünkü sen; Men’siz tersyüz olacaksın aynaların suretinde. Kıyam et denilmeden önce, Men’den kıyamını esirgeme!

Sır?

Ene? Hakkaniyetin ve hakka niyetin özünde bir mahsul gibi duran ve yitirilmiş kaygıların raksıyla hem dem olan bir fısıltı gibidir. Soran olur mu bilmem nedir bu ene? Hayatın içinde kördüğüm, vuslatın içinde hüsran ve şehvetin içinde aksi bir arzu mudur? Benlik dergâhında bir mukaddes kitap, aşk koridorunda bir voltalık an ve serzenişlerin ötesinde saklanan lahzalık duygulardır belki! Lahza… Andan bir anlık evvel… Kıyamında el bağlı, dudağında gizemli bir kelâm ve dillerde bir lâflık çıyandır ayrıca! Medetin, medeniyetin ve muhannetin ötesinde duran; saklı bilmecelerin, hıyanet barındıran hecelerin ve kapkara gecelerin bir eseri sayılabilir mi, sayılmaz mı bilinmez.

Bir türlü anlatılamayan ve anlatılamaz olan kaygıların sırlı bir cevheridir. Sır ve cevher… Cevher ne? Özden ayrılmayan ve özden her daim payesini alan mukaddes ve kutlu yarınlara hizmet eden ve hürmet gösteren bir lalenin açan goncasında saklıdır oysa! Devrine şahit olamadığımız o lalelerin…

Ve Ma?

Şey… Neyden esinlenerek ve neyden haz alarak sığındığımız belki de tek liman! Neyin ‘Şey’idir belki, ‘Şey’sizliğin raksıyla raks ettiğimiz! Şey olsaydı ney olurdu; ney olmasaydı belki de Şey olmazdı. Şey’lerden kaçış var mıdır ve kurtuluş? Uzatılmaz lâfların gafıyla hareket ederdik belki Şey olmasaydı! Ma’da bir Şey aramak ve Ma’da bir Şey bulmak…

Sır!

Hükümdar ve kraliçenin tahtında saklanmak lazım, hain vezir bizi bulmasın diye! Ente’liğin rüzgârıyla kavrulurken, ateşiyle dört yana savrulurken ve düzinelerce hazinelerin arasında kendi kendimizle avunurken; bir Ente’lik ömrümüz kalmıştı yaşanmamaya muktedir olan. Ente Sen’di ve Ente bir başkasıydı. Ente, dantel gibi işlenirdi muhatabın suratında.

Ey sır!

Haykırmak elzemdir şimdi, dağlara, taşlara, ovalara, bozkırlara ve daha nicelere… MEN ENE VEMA ENTE demektir şimdi yarınsız yarınlara miras niyetine! O zaman ne duruyorsun, bağırsana! MEN ENE VEMA ENTE?

Yazar: Mehmet YILDIZ

Genel Yayın Yönetmeni : Elif Ünal YILDIZ.

Editör : Hakan DİNÇAY

 

Yorumlar (1)

    • 24/09/2024

    Güzel bir yazı olmuş ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mehmet Yıldız

‘Beni Bul – Bir Vicdan Meselesi, Ankebut – Örümcek Ağı, Saliha – Bir Dünya İki Âlem’ kitaplarının yazarı ve aynı zamanda editörü Mehmet Yıldız, ruhlara dokunan ve hayallere rötuş yapan kalemiyle sizlerle…