OTUZ BEŞ YILLIK HİKAYE

OTUZ BEŞ YILLIK HİKAYE

OTUZ BEŞ YILLIK HİKAYE

Bir kamyonun sırtında kasabaya yakın bir yerde iniyorum. Yaban bir yabancılık içindeyim.

Bu akşam, bu şehir, bu saatler şimdi demiyor mu bu münasebetsiz adam kim diye?
Ne deseler haklılar.
Yolun kenarında oturuyorum. Siyah şalvarımın peykesinde bir sigara sarıyorum.

Akşamın karanlığı ziyadeleştikçe içimdeki ürperti de artıyor. Sokaklar bu şehirde ne tez tenhalaşıyor.

Af buyurun bir tane hayvan da mı dışarıda bulunmaz. Evler üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duruyor.
Ağaçların yeşilliği karanlığın gücüne yenik düşüp kayboluyorlar. Sokak ışıkları mum renginden teker teker alevleniyorlar.
Sigaram bitiyor. Tutuyorum bir tane daha sarıyorum.

22 yaşındayım. Sakallarımı taze uzattım. Secdelerim yeni, inancım gür bir nehir gibi akıyor. Karım gitme dedi. İnancımın inadına uydum da yola çıktım. Karımın haklı çıkmasından korkuyorum. Bir tane insan evladının da rast gelmemesi üstüme kâbus gibi çöküyor.

Az sonra kalkıyorum. Nerede hareket orada bereket demişler. Epey yürüdükten sonra kasabanın çarşısına kadar geliyorum. İnsan yok dediysek kahve ocağı da mı yok.
Dışarıda iskemleler, içeride kahve ocağı, çatıda bayrak, yaşını aşmış amcalar, evine eşine yaramayan bir sürü adam. Bak hepsi de burada. Oturmamla ocaktaki adamın gelmesi bir oluyor.

“Ne içersin evladım?”
“Evladım mı?”
Sanırım yanılacağım. Bas baya seveceğim buraları.
“Bir çay istiyorum.”

Yan masadan susmaktan canı sıkılmış bir amca:

“Nereden geliyorsun, kimsin, necisin, kimi arıyorsun?”
Eh be amca, teker teker soraydın.
“Buralı değilim emmi buraya çapa yeri icar etmeye geldim. Kimin pamuk tarlaları vardır emmi?”

“Burada bir tek kişinin pamuk tarlası vardır o da zengin Memo’dur. Senede bir çavuş değiştirir.

Onunla geçinmek güçtür yavrum. Henüz birini tutmamışsa git konuş. Konağı iki adımlık yerdedir.”

Ardından oradan geçen bir çocuğu çağırdı. “Bu abini zengin Memo’nun konağına götürüyorsun. Saygısızlık etmeyesin Tanrı misafiridir.”

Çayımı içtim ve konağın yoluna düşüyoruz.
Balkonları pembe üç katlı bir konağın önüne geliyoruz.
Bu bey her kimse hanımın sözünden çıkmıyor. Nerede görülmüş pembe balkonlu konak.

Az sonra kapı açılıyor, Merdivenlerden çıkıyorum. Bey ve hanımı balkonda çay içiyorlar.

İri yarı, kumaş pantolonlu, beyaz gömlekli, saçlarını ve bıyıklarını siyaha batırmış bir Bey görüyorum. Yanında esmer, uzun, beyaz keten eşarpla, saçlarının yarısını balkonda coşturan yarı çapkın eşi…

“Hoş geldiniz, buyurun şöyle geçiniz” dediler.
“Nereden geliyorsun, ne istiyorsun?”
Hafiften gülümsedim.

“Bey’im! Ben bir Tanrı misafiriyim. Lakin akşam vaktidir. Ezan okundu,  müsaade varsa ben bir namaz kılayım. Saatler oldu bir yerde konaklamadım. Açlığım da vardır. Yemekten sonra bu soruyu sorsanız olmaz mı?”

Bey hanımına baktı, neye uğradığını bilmeyerek.
Hanımı:

“Bey çocuk doğru söylüyor, pat diye sorulur mu?”
Yine gülümsedim…
Yemekten sonra misafir odasına geçtik. Kahveler de ardımızdan geldi.
Hanımı merak içinde.

“E evladım nereden geliyorsun nereye gidiyorsun?”
 

“Bey’im Mesleğim çavuşluktur. Pamuk çapası yeri arıyorum. Duydum ki bu kasabada sizden başka arazisi olan yokmuş. Arazilerinizi icar etmek istiyorum.”


“Peki nerden güveneceğim ben sana, seni tanımıyorum ben?”
Hanımı söze karıştı.


“Bu çocuk çok uzaklardan gelmiş. İnsan birini kandırmak için çok uzaklara kendini atmaz.

Ben bu çocuğun bu yola düşmeden önce bir yol seçtiğini görüyorum.”
Bunu derken de sakallarımdan şalvarıma kadar süzüyor beni.
“Peki” dedi Bey


“Yalnız kardeşinizin de arazisi varmış onlara da talibim. Hem duydum ki senede bir çavuş değiştiriyormuşsunuz söz memnun kalacaksınız.”
“E hadi bakalım yaşayacağız göreceğiz.”

Kardeşi geldi onu da ikna ettiler.
“Bir isteğim daha var diyorum.”
Hoppala çekti Bey


“Daha ne istersin?”
“Avans beyi’m avans diyorum.”


“Orada dur avans falan veremem. Nasıl emanet edeceğim o kadar parayı?”


“Allaha emanet edeceksiniz diyorum.”


Kadın gülümsüyor Bey tamam diyor.
O gece konakta konaklıyorum. Sabah ilk rast gelen arabayla eve geliyorum. Karıma ve ırgata müjdeyi veriyorum. Paralarını dağıtıyorum. Bir ay sonra yola düşüyoruz. Ve tamı tamına kırk gün hatasız günahsız çalışıyoruz.

Günler geçiyor, zaman devriliyor, paralarımızı alacağımız güne geliyoruz.
Bey tarlaya kadar geliyor. Hesabımızı kitabımızı yapıyoruz yapmasına ama Bey paramızı eksik veriyor.
“Bey’im bir yanlışınız yok mu, bu para eksik? diyorum.”
Gülümsüyor.

Eksik yok diyor.
Eksik parayı pamuğu da toplamaya gelirsen alırsınız diyor. Çapa bitti. Senede bir çavuş değiştiren adam memnun kalıyor.
Gülümsüyorum. O eksik kalan parayı vermezseniz de olur. Memnun kalmanız her şeye bedeldir diyorum.
O sene altmış ırgatla pamuğu da bitiriyoruz. Öbür sene Bey yine çağırıyor derken öbür yıl da derken dört yıl oluyor.

Bey memnun kalıyor, hanımı memnun kalıyor, biz de memnun kalıyoruz.
Dördüncü yılın yarısında yine sıcak günlerden bir gün. Sivri sinekler havayı tavaf ediyorlar.

Güneş tepede sarı sarı alev alıyor. Çadır bekçimiz haricinde topyekûn pamuk topluyoruz.
Çocuklar kahve rengi kesilmiş sıcaktan. Saat iki suları.
Karım endişeli. “Ne oldu” diyorum?
“Mehmed’in hiç hali yok” diyor.

Yeşil pamuk fidanların arasında uzanmış yatıyor.
Çocuk ateşler içinde.
Apar topar çadıra getiriyoruz.
Çadır bekçimiz yaşını aşmış bilgili bir kadın. Sirke suyuna mendili batırıp batırıp alnına koyuyor.
Birkaç ilaç da veriyor ama nafile.
Baktık düşmüyor toplayıp hastaneye götürüyoruz.

El kapısının hastaneleri bile bir başka yabancı. Karım iki büklüm, ne yapacağımı ne edeceğimi bilmiyorum.
Doktor çocuğun yanına bizi koymuyor.
Saatler sonra görebilirsiniz diyor.
Ama hastalığına dair tek laf etmiyor.
Irgat işi bırakıyor. Bey ve Hanımı bizimle beraber hastanede bekliyorlar.

Arkadaşlarımızı çadırlarda uyku tutmuyor.
“Niye böyle oldu? Buralara gelmeyecektik diyor karım.”
İşte şimdi haklı çıkmış korktuğum başıma geliyor.

Mehmet her şeyden habersiz hasta odasında can çekişiyor.
Doktorlar, hemşireler gelip gidiyorlar lakin kimsenin ağzını bıçak açmıyor.
Beni uysallaştıran yabancılık yine üstüme çöküyor.
Bu kasabaya geldiğim ilk akşam gibi oluyorum. Durup durup sigara tabağına sarıyorum.
Bir taraftan da Allah’a dualar ediyorum.

Öbür sabah biraz olsun Mehmet gözlerini açıyor.
“Baba!
Burada fındık var mıdır “diyor.
“Olmaz mı oğlum hemen getiriyorum oğluma” diyorum.
Bakkaldan iki kese kâğıda fındık ve fıstık doldurmuş geliyorum ki karımın sesini hastanenin bahçesinde duyuyorum.
Bir inleme ki yer gök yabancı bir tek ben tanıyorum bu sesi.
Kuşlar bile dönüp bakmıyor. İnsanlar ne oldu bile demiyor.
İçeri giriyorum karım hastane kapısında dizlerini dövüyor.

Yabancı memleket bize mezar oluyor.
Mehmed’i orada defnediyoruz. Bir dağ başı yalnızlığına emanet ediyoruz.

Irgat eşyalarını topluyor biz de topluyoruz.
Yas dolu bir akşam vakti sarı bir taksinin içinde kasabadan uzaklaşıyoruz. Gözlerimin önünde hep ilk akşam resmi niçin geldim diyorum.

Bütün varımızı yoğumuzu arkamızda bırakıyoruz. Yol uzadıkça Mehmed’imin yalnızlığına mesafeler katıyoruz. Ben ve karım ayrı ayrı pencerelerden ölümü ister gibi ağlıyoruz.

Ekmek diye geldiğimiz yerde her şeyimizi kaybettik ve elimiz kucağımız boş dönüyoruz.
Yol boyunca her şeyden habersiz arabanın teyibi hep aynı türküyü söylüyor.
Dağlar seni delik deşik ederim.

Taha ALTAY 

Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ 

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

BEKLERKEN SENİ 

 

Etiketler:

#edebiyat #öykü

Yorumlar (2)

  1. Havin Ezo
    • 2/05/2024

    Yazıda ki duygusal derinlik ve karakterler arasındaki samimi ilişkiler, beni etkiledi ve romanın içine çekti duyguları ustalıkla aktarmanız takdire değer Taha Bey tebrikler Çocukluğumdaki okuduğum kitablardaki ruhu yakaladım

  2. Mehmet
    • 29/04/2024

    Hazin bir öykü kalemine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Taha ALTAY

2014 yılında Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi sağlık hizmetleri bölümünden mezun oldu. Aynı yıl Elâzığ Fırat Üniversitesi İlahiyat fakültesini kazandı fakat bir yılını doldurmadan okulunu dondurdu. 4 yıl boyunca Elâzığ’da kitabevinde çalıştı. Şu anda Adıyaman’ın Besni ilçesinde ikamet ediyor. Kendine ait ÖYKÜ adında bir kitabevi vardır. Evli ve bir çocuk babasıdır. Yazmaktan ve okumaktan büyük keyif alan yazarımızın çeşitli dergilerde öyküleri yayımlanmış olup halı hazırda baskıdan çıkmasını beklediği ETEKLERİ YAZ BAHÇESİ adlı bir kitabı vardır.