Dilin Personamız Üzerine Etkisi
- Yazar: Ezgi TURAN
- 3 Kasım 2024
- 43 kez okundu
DİLİN PERSONAMIZ ÜZERİNE ETKİSİ
ÖZET
Bu makale, dillerin davranış ve düşüncemiz üzerindeki etkileri araştırılarak, Sapir-Whorf hipotezi ile birlikte dil bilimcilerin çalışmalarına da yer verilerek yazılmıştır.
“Her dilde farklı bir karakterim. Mesela kıyafet ve makyajla farklı karakterlere girebiliyorum. Ama dille farklı bir karaktere girmek çok farklı bir his. Taksideyken bazen Melike oluyorum, Eminönü’nde Isabel’im. Çoğunlukla dillerimi moduma ya da enerjime göre değiştiriyorum.”
— Vanessa Isabel Trela Da Ponte
Bernard Weiner’in 1970’li yıllarda ortaya attığı Atıf Kuramı’na göre, kişiler sosyal bir ortamda tutum ve davranışlarını, kimliklerini, o güruh içerisindeki insanların beklentilerine göre şekillendirmektedir. Bu kurama göre yabancı bir dil öğrenirken, personamızın iletişim şeklimize, kullandığımız dile ve davranışlarımıza etkileri olabildiği düşünülür.
1950 yılında Sapir ve Whorf tarafından ortaya atılan Sapir-Whorf Hipotezi’ne göre ise; bir dilin yapısı, düşünce tarzımızı ve gerçekliği algılama yetimizi belirlemektedir. Bu hipoteze göre, farklı dili konuşan kişiler, dünyayı farklı algılayarak düşünmektedir.
Bu savı, Hint asıllı aktivist Mahatma Gandhi “Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.” aforizmasıyla desteklemektedir. Amerikalı Psikiyatr Aaron Beck’in kuramı olan Bilişsel Davranışçı Ekol’e göre ise düşünme biçimimiz davranışlarımızı oluşturur. Bu ekole göre kişi önce bir durumu kendi perspektifinde değerlendirir, daha sonrasında değerlendirmesinin ekseninde bir duygu inşa eder. Duyguları oluşturan şey düşünme biçimimizdir. Polyglotlara göre bir dili öğrenirken o dilin düşünme biçimini öğrenebilmek, dil öğrenme sürecini olumlu yönde etkilemektedir.
Sapir-Whorf Hipotezi’ne göre kişinin konuştuğu dilde karşılığı olmayan bir kavram hakkında konuşması imkansızdır. Dil bilimci Lera Boroditsky, Avustralya’da bir Aborjin kabilesi olan Kuuk Thaayorre halkı üzerinde deney gerçekleştirdiğinde şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşmıştır. Kuuk Thaayorre Kabilesi’nin sözcük dağarcığında “sağ” ve “sol” kelimeleri yer almadığından bunun yerine güney, doğu, batı gibi coğrafi yön bildiren ifadeleri kullanmaktaydılar.
Yazma yönümüz hangi yönde ise, geçmiş ve geleceğimizin yönünü belirleme algımızın da o yönde olduğunu düşünen Boroditsky, kabileden bebeklik, yetişkinlik ve yaşlılık fotoğrafı olan birinin fotoğraflarını geçmişten geleceğe doğru sırayla dizmelerini istedi. Kuuk Thaayorre Topluluğu, güneye bakacak şekilde oturduğunda fotoğrafları soldan sağa doğru organize etti. Kuzeye bakacak şekilde oturduklarında sağdan sola, doğuya bakacak şekilde oturduklarında zamanı bedenlerine doğru gelecek şekilde dizdiler. Yani onlar için zaman, baktıkları yöne doğru gidiyordu. Onlar geçmişi arkalarına veya önlerine uzanan bir kavram olarak görmüyordu. Onlara göre zaman, güneş gibi doğudan batıya doğru hareket ediyordu. Aborjin kabilesinin yönleri bu şekilde algılamaları onların yön duygusunu geliştirerek zaman algılarını da farklı kılıyordu.
Konuşulan dil, zaman algımızı ve düşünme biçimimizi etkiler. Sonradan bir dili öğrenirken o dili konuşmak kadar duymak, dile maruz kalmak, dilin kültürünü anlamak öğrenmeyi perçinlemektedir.
Dilin en başta duyarak ve akabinde de davranışlarla öğrenildiğine dair tarih boyunca bazı örneklere şahit olunmuştur. En önemli örneklerden biri olan Ukraynalı Oxana, köpekler tarafından büyütüldüğü için onlar gibi davranıp sadece onların diliyle iletişim kurmayı öğrenmişti. Tarih boyunca bebeklik döneminden itibaren deve kuşu, ayı, koyun, keçi gibi hayvanlar tarafından büyütülen bebekler, insanların arasına katıldıktan sonra pek çok şeyi öğrenseler bile çoğunun dil yeteneğinin hiçbir zaman gelişemediği gözlemlenmiştir.
Dil öğrenme sürecinde söylenen kelimenin beden dili ile desteklenmesi onu daha akılda kalıcı yaparak öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. Örneğin İtalyanlara göre elleri coşkulu bir şekilde kullanmak önemlidir. Yemeğe harika demek yerine çoğu zaman parmaklarını öperek göstermeyi tercih ederler.
Nikaragualı işitme engelli çocuklar ile yapılan bir deneyde, onlara işaret dili öğretmek amaçlanmıştı. Çocuklar ile daha önce hiç iletişim kurulmamıştı. Bu yüzden işaret dilini öğrenemediler. Ancak ilginç olan şey, çocukların jest ve mimik kullanarak kendi aralarında yeni bir dil yaratmış olmalarıydı. Bu durum, dillerin oluşumundan önce düşüncenin davranışlarla ifade edilmiş olabileceğini de düşündürmektedir.
İntihal kontrolü için internette doğrudan arama yapamıyorum, ancak benzerlik kontrolü için metni bir intihal kontrol aracında inceleyebilirsiniz. Turnitin veya iThenticate gibi güvenilir araçları kullanarak metni tarayabilir ve sonuçlarını inceleyebilirsiniz.
Ezgi Turan
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Bir önceki yazımı okudunuz mu ?
YARDIMSEVER TAVŞAN POPİTİ
KAYNAKÇA;
Boroditsky, Lera, “Dil düşünme biçimimizi nasıl şekillendirir” (2018). Açık Eğitim Kaynakları Koleksiyonu . 13.
Dr. David D.Burns , “İyi Hissetmek” , Psikonet ,İstanbul,2023
Bir ögrencim "öğretmenim ingilizce konuşurken sesiniz farklı, Türkçe konuşurken sesiniz farklı hatta duruşunuz farklı" demişti. Fark etmemiştim😁 aynı şey Türkçe, ingilizce, japonca konuşabilen kızımda da aynı... Bunu bilimsel olarak yazmanız ve bilgilendirme yapmanız şahane olmuş ❤️ kaleminize yüreğinize sağlık 🥰