Çınar Ağacı Altında

Çınar Ağacı Altında

Çınar Ağacı Altında

Bakmakla görmek arasının kurbanıyım ben! Ne zaman dışarı çıksam etrafa bakmaktan ya birine, ya bir ağaca ya da direğe toslamışlığım çok olmuştur.

Evet, biliyorum, bu biraz komik ama elimde değil… Doğa ana, canlılar, gökyüzü, hatta bir çocuğun suratındaki mimik bile dikkatimi dağıtıp o ana odaklanmama neden oluyor. Sonra, tam ne olduğunu anlamaya çalışıp düşünmeye başladığımda; küt, çarpmışım bir yerlere…

Bu sefer dikkatliyim, bir ağacın altında gökyüzünü seyredecek bol bol vaktim var. Önceki tecrübelerimden bu sefer altıma kilim bile aldım.

Bir kez bir akasya ağacının altında gölgeye uzandığımda, bulutlara o kadar dalmıştım ki, bir karınca yuvasının üzerine yattığımı, karıncaların her yerimi kapladığını fark etmedim bile! Olayın farkına vardığımda ise çok geçti, çığlıklar içinde karıncalardan kurtulmaya çalışırken, aklıma gelen tek şey dereye koşmaktı.

O günden sonra oturmak için akasya ağacını seçmedim. Ciddiyim! Karıncalar akasyayı çok seviyor. Bu yüzden seçtiğim ağaç; çınar. Çınar, tüm heybetiyle göğe yükselirken börtü böceğin gölgesini pek seçmediği bir yer. Ceviz ağacını da artık seçmiyorum ama bu farklı bir hikaye, siz yine de uyumak için ceviz ağacının altını seçmeyin.

Ulu çınarım bu yamacın en heybetlisi, haliyle gölgesi de benim için şahane. Kilimi serip, kafamı verdim sonsuz maviliklere…

Martı kitabını okuduğumda nedense hep martılar tek uçarmış gibi geldi. Deniz kenarı bir yerde büyümediğim için de yıllarca bu yargı kaldı beynimde. Ne zaman ki denize yakın bir şehre taşındım, işte o zaman anladım ki martılar grubu seviyor.

Keşfettiğim bir şey daha vardı ki balık yiyen martılar bir tek İstanbul’da alıştırılmış, vapurda insanların elinden simit yemeye.

Bakın, bu ciddi bir gözlem, İstanbul martısı hiçbir yerde gördüğünüz martılara benzemez. Belki yedikleri simitlerden, bilemem ama diğer deniz kenarındaki martılardan daha büyükler bir kere, ikincisi ben korkuyorum.

Heybeliada’da mangal yaparken bir martı peşime düştü, ta ki elimden ızgara kanadı alıp, kemiğiyle cup yutana kadar. İnatçı ve korkusuz burada martılar…

İstanbul koca şehir, belki de denizde bırakılmayan balıklar, insanları, vapurları takip etmeye yöneltti bu kuşları. Bursa’da oturduğum çınarın altından iki martı geçerken aklımdan geçenler, dikkatle gidene kadar izlememi sağladı, bu iki martıyı.

Bursa’da da mutlu mesut yaşadıklarını sanmayın, geçen gün otobüsle merkeze giderken, bir tarlanın etrafında bir martı sürüsü gördüm, şaka değil! Hâlâ o tarlada ne yaptıklarını bilmiyorum ama Bursa’da şehir içinde giderken bile bir yolun kenarında kocaman zeytin bahçesi ya da ayçiçeği tarlası görebilirsiniz.

Bu yüzden Bursa büyük şehir dense de bana daha çok yerleşimi ve altyapısı oturmamış kocaman bir köy gibi geliyor. Gelecekte martılar karada yaşamaya başlayan, tavuk gibi peşimizden koşan canlılar olursa şaşırmayın. Sonuçta tavuklar da bir zamanların heybetli dinozorlarının soyundan gelmiyor mu?

Bir kırlangıç sürüsü geçiyor önümden, sert çığlıklarından, kuyruklarındaki “C” şeklinden hemen tanırsınız onları. Ne zaman bir kırlangıç sürüsü geçse, yağmur geliyor, derdi annem. Haksız da değil yani, tüm uçan börtü böceğin peşinde olan kırlangıçlar, elbette yağmurun yağacağını anlayıp kaçan böcekleri takip ediyor.

Evde bir böcek gördüğünüzde ciyak diye bağırıyorsunuz ya bir de bu kırlangıçlar, sığırcıklar, serçeler olmadan düşünün yaşadığımız dünyayı… Kırlangıçlar giderken hafif bir esintiyle yağmur kokusu da geldi, içime çektim bu muhteşem kokuyu, serinliği…

Çınardan ayrılma vaktim geldi, yağmur da geliyor ama kilimi toplarken bir “tak tak” sesi dikkatimi çekti. Biliyorum bu sesi, leylek, evin çatısına kurmuşlar yuvalarını, iki yavru var, kafasını görebildiğim… Leylek olan köyde bereket olurmuş, leylek olan eve yılan girmezmiş. E nasıl girsin yılan, leylek bir anda yutar yılanı…

Tarlalarda ne zaman başaklar boy vermeye başlasa, tarla fareleri doğurur, tarla fareleri doğurduğunda yılanların yavruları yumurtalarından çıkar, yılanlar büyümeye başladığında leylekler gelir…

Bu doğa ana döngüsü muhteşem bir döngüyle devam ederken, insanoğlu tarlaları ilaçlar, zehirlenen fareleri yiyen yılanlar ölür, leylekler yılan bulamayınca gelmez, gelmeyince tarlalar da bereket olmaz. Belki de atalarımız bu kadar basit bir döngüyü bu kadar muhteşem bir şekilde algılamışken, teknoloji ve endüstriyel üretim adına zehirle besleniyor insan, zehirleniyor dünya…

Yolda giderken yine kuşları düşünürken, ne yaptık biz dünyaya diyorum. Nereye bakarsam bakayım, gördüğüm neyi düşünürsem düşüneyim, sonunda sorunun özü insan geliyor aklıma.

Kafamda yankılanan hep aynı nokta: Biz olmadan dünya kendini yenileyebilir, dünya olmadan biz var olamayız. İnsan olmasak mı acaba?
Sahi kuş olsam nereye giderdim şu anda?

Yıldız Tek Gamlı 19/07/2024

Editör: Murat Çatal

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Çocukların Meraklı Yüreği

https://fisildayankalemler.org/

Yorumlar (4)

  1. Zeynep
    • 19/07/2024

    Çok güzel bir yazı olmuş kalemine sağlık

    • 19/07/2024

    Önce bir iç muhasebe sonra genele yayılan harika tespitler. Kaleminiz kavi olmaya devam etsin.

  2. Yıldız Tek Gamlı
    • 19/07/2024

    Okuyan herkese çok teşekkür ederim 🥰 diğer yazılarımı okumayı unutmayın ❤️

  3. Nigar KAYA
    • 19/07/2024

    İşl defa doğanın sesini pür dikkat okudum. Tebrik ederim Yıldızım.👏🏻👏🏻👏🏻Çok güzel bir yazı olmuş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.