Beni Hatırlamayan Şehirlerin Listesi
- Yazar: Şeyma Saltık
- 10 Ağustos 2025
- 109 kez okundu

Bugün yine odanın içi bana yanlış geldi. Her şey yerli yerinde, duvarlar aynı renkte, masa aynı köşede… ama sanki buraya ait değilim. Belki de uzun zamandır hiçbir yere ait değilim. Bu artık tuhaf bir acıdan çok, bildik bir rutine dönüştü. İnsan zamanla kendi yarasına alışıyor; acının ilk günkü çiğliği kalmıyor, yerine tanıdık bir sızı yerleşiyor. Benimkisi de öyle. Gittiğim her yerde önce yerleşir gibi yapıyor, sonra bir gün ansızın toplanıp gidiyorum. Sandalyeye tam oturmadan kalkmak gibi. İstediğimden değil, beklenmedik bir dürtü gibi geliyor bu. Bir yerde kök salmak bana, nefesimi tutmak gibi hissettiriyor. O yüzden gidiyorum.
Sabah kalktım, yüzümü yıkadım, aynaya baktım. Gözlerim oradaydı, ama bakışlarımın arkasında biri yoktu. Sanki sadece görüntümü taşıyordum; içimdeki asıl ben çoktan başka bir yere gitmişti. Nereye gittiğini bilmiyorum, belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Belki şu an başka bir şehrin tenha bir sokağında, belki hiç bilmediğim bir dilin içinde yaşıyordur. Bazen, asıl benle yeniden karşılaşacağım anı düşünmek beni hem korkutuyor hem de meraklandırıyor. Ya beni tanımazsa? Ya ben onu istemezsem?
Sokağa çıktım. İnsanlar yanımdan geçti; bazıları telaşlı, bazıları umursamazdı. Bense yürüyordum ama sanki hareket etmiyordum. Ayaklarım yer değiştiriyor, ama ben aynı noktada kalıyordum. Belki de yıllardır böyleyim; başkalarının akıp giden hayatının ortasında, sabit bir taş gibi duruyorum. İşin ironisi, defalarca taşınmama rağmen yerim hep aynı kaldı: hiçbir yer.
İçimde bitmeyen bir gitme isteği var. Nereye gideceğimi bilmiyorum, ama bu belirsizlik bana garip bir güven veriyor. Çünkü nereye gideceğimi bilmediğim sürece, hiçbir yere ait olma riskim yok. Bazen hayalini kuruyorum: beni tanımayan insanların olduğu bir şehir, üzerimde hiç geçmişin kokusu olmayan kıyafetler, kimseye “ben buyum” demek zorunda olmadığım bir hayat… Böyle bir yerde kendimi yeniden icat edebileceğime inanmak hoşuma gidiyor. Yalnız kalmak değil mesele; mesele, yanlış ellerde olmamak.
Belki de ait olmamak, bir yere değil, kendine bile yerleşememektir. Başını yastığa koyarken bile “Burada kalabilir miyim?” diye sorarsın içinden. Ben çoğu zaman “Hayır” cevabını veriyorum. Kimse duymuyor, ama ben o cevabı her gün duyuyorum. Bu yüzden gidişlerim dramatik değil, doğal. Kapıyı çekip çıkmak, çaydanlığı boş bırakmak, yarım kalmış defterleri hiç dönüp bakmamak… Bunlar benim konfor alanım. İnsanlar “nasıl bu kadar kolay gidiyorsun?” diye soruyor. Kolay değil, ama tanıdık. Ve tanıdık olan her şey gibi, sonunda rahat hissettiriyor.
Bazen vitrinde kendi yansımamı görüyorum ve durup uzun uzun bakıyorum. O yansıma bana ait değilmiş gibi geliyor. Gözlerim orada, bedenim orada… ama “ben” yok. Kaybolmak haritada değil, kendi içinde oluyor. Yalnız farkı şu ki, ben bu kayboluşa gönüllüyüm. Çünkü kendini bulmak kadar yorucu bir şey varsa, o da bulunduğun yerde kalmaya zorlanmaktır.
Ve kimse fark etmiyor. İnsanlar hâlâ “aynı sensin” diyor. Oysa ben çoktan başkası olmuşum; hem de hiç olmak istemediğim biri değil, belki de olmak istediğim bir gölgeye dönüşmüşüm. Her gidişte bir parçamı bırakıp başka bir parçayı alıyorum. Böyle böyle, kim olduğum bulanıklaşıyor. Ama bulanıklığın içinde keskin bir netlik var: kalmayacağım.
Artık ne gitmek kurtarıyor beni, ne kalmak. Ama yine de ikisi arasında hep gitmeyi seçiyorum. Ve bugün, pencerenin kenarında otururken, rüzgârın sesiyle fark ettim: Benim yerim hiçbir yer değil. Belki de bu, bütün hikâyemin son cümlesi.
Şeyma Saltık
Bu yazının bütünü yazarına aittir
Çoklu kişilik bozukluğu 😂