ACILARA GARK EDEN ARTHUR

ACILARA GARK EDEN ARTHUR
Arthur Schopenhauer
    

Seni karamsar filozof olarak anıyor felsefe dünyası. Ben sana “gerçekçisin” dersem kendi pozitif döngüme ihanet etmiş olurum, ama aramızda kalsın, söylediklerinin bir kısmına imza, kaşe, mühür yaparım. Bir rakı masası kursak, “Büyüksün kral!” diyerek her felsefi düşüncenin ardından öpeceğim, ben bırakın da bağlarım. Derin, samimi, sıcak sohbetler eşliğinde rakı sofralarına hasret derecemizin, atmosferin kirlilik derecesiyle aynı olduğu şu günlerde, 19. yüzyılda olmasaydın da 21. yüzyıl sahteliğine iki çift laf edip kadeh kaldırsaydık…

Zengin tüccar bir aileden geliyor kendisi, fakat babasının işlerini yapmayı reddediyor. Hatta son zamanlarını kiralık bir odada geçiriyor. Felsefesi çoğunlukla karamsarlıkla ilgilidir; bu konuda kendisiyle fikir yolunda ayrılıyoruz. Ancak, soğuk duş etkisi yaratan düşüncelerinde doğruluk payı vardır. Kadınlarla ilgili fikirlerine ise hiç mi hiç katılmadığımı belirtmek isterim.

Neden onu yazıyorsun derseniz ki dersiniz şöyle ki: Bence birinin tüm fikirleri salt doğru ya da salt yanlış değildir. Ünlü filozofların, kanaat önderlerinin, bilim insanlarının; kısaca, fikir üreten ve beyan eden herkesin her sözüne katılmıyorum, her felsefesini de hayat yolu yapmıyorum. Eminim siz de öylesinizdir.

Ne? Böyle olmayanlar da mı var? Efendim? Çevreniz, her gördüğünü tıpkı bir fotokopi makinesi gibi kopyalayanlarla mı dolu? Gördüğü biri olmaya çalışırken, kendi fikri zikri olmayan kişileri mi dinlemek zorunda kalıyorsunuz? “He he, öyle tabii”leri beyniniz otomatik pilottayken mecburen mi söylüyorsunuz, onlara kırılmasınlar diye? Aa, neler neler! Neyse ki bu iç seslerinizi aldım, kabul ettim. Ve söz veriyorum, bir başka taşlama yazımızda etraflarında yedi kez dönüp alınlarının çatlarından vuracağız bu kopya insancıkları, şu ‘Ctrl+C’ seven yavrucukları.

Şimdi sakin kalıp Arthur Schopenhauer’ın, son zamanlarda doğru olduğuna inandığım ve kitabın ortasından konuştuğu birkaç sözünü sizinle paylaşayım, birlikte analiz edelim.

“Zenginlik deniz suyuna benzer, ne kadar içilirse o kadar susatır.”

Çok basit ve anlaşılır bir cümle öncelikle. Derin bir felsefesi olması için illa şatafatlı ya da anlaşılması zor olması gerekmiyor elbette. Sonsuz isteklerimizi ve dünyanın kıt kaynaklarını düşünelim; bu devranın böyle dönmeye çalışmasına ekonomi deniyor, biliyorsunuz. Kaynakların kıtlığı gerçeği kabul edilmişken, sonsuz isteme arzusu olan insanoğlu ne kadar çok ister ve elde ederse o kadar çok istemeye mahkûmdur. Hangi zengin “Bu kadar yeter,” demiştir, sorarım sizlere? Teknesini 7 metre daha uzatmak yerine?

Madde zenginliği olarak algılamalıyız bu “zenginliği,” zaten gönül zenginliği olarak anlayacak hâlimiz yok, değil mi? Yıl olmuş 2024, malum. Para ile var olmaya çalışanlar, telefon, ayakkabı, araba markalarıyla sosyal kimlik belirleyenler… Çünkü söyleyecek kelimelerinin kayda değer olmadığını biliyorlar. Ah ah! Velhasıl, zenginliği maddi olarak algılıyoruz tabii ki. Bu bağlamda, Schopenhauer’i tebrik ediyoruz.

“Kimse duyduğu şeyi yalnızca kendisine saklamaz ve kimse yalnızca duyduğunu söylemez.”

Ay tabii yahu, işte bu! En gizli sırlarınızı gün gelip beşinci ağızlardan duymadınız mı? Oldukça özel olduğu için yalnızca yakın üç arkadaşınıza anlattığınızı düşündüğünüz sırrınız, o sırada WhatsApp gruplarından önce annesine, sonra kuzenine ve en sonunda da onun en yakın arkadaşına aktif yayın yapılıyordu, en yakın üç arkadaşınız tarafından.

Sözüm burada özellikle hanımlara demek isterdim fakat karı koca çatır çatır dedikodu yaptıklarını bildiğim erkek kardeşlerime haksızlık edemem. E tabii, bu bilgiler üzerine koya koya gidiyor; bu aktif yayınlarda bir bakmışsınız sizin de bilmediğiniz şeyler var, üstelik sizin hayatınızda! Ben de hiç felsefik olmayan fakat bu argümanı destekleyen bir atasözü bırakıyorum buraya:

Söyleme sırrını dostuna, o da söyler dostuna.

“İnsan yapabileceklerini isteyerek yapmalı ve çekmesi gereken acıyı çekmelidir.”

Schopenhauer burada diyor ki: Seçimlerini başkasının etkisi altında kalmadan, özgür iradenle yapmalısın. Bu doğrultuda yaptığın seçimlerin sonuçlarına da katlanmalısın. Doğru da diyor. Varsa gülünüzün dikenleri, batacak arkadaşım, engel olamazsın. Dikensiz gül bulursan haberimiz olsun tabii.

Hayatı bir bilgisayar oyunu gibi düşünelim. Oyunun içinde seçebileceğimiz opsiyonlar vardır: Oyun karakterinin kıyafeti, yarışacağı alan gibi. Bunları seçebilirsiniz ve seçtiğiniz opsiyonlardan pişman olamazsınız. “Zemin kötüydü ya,” ya da “Bu ne biçim kıyafet,” diyemezsiniz. Hayatta da iş, eş, arkadaş gibi opsiyonları seçiyoruz, değil mi? Bu konuda sorumluluğu üzerimizden atamayız. Ah, “kötü kaderim” nidaları en sanatsal, en duygulu yol tabii ki; ama realist olalım: Seçimlerimizin sonucunu kabul etmek olgunluktur. “Neden ben? Neden ben?” sorgulaması hoşumuza gidiyor, fakat nedenini biliyoruz, itiraf edin.

“Mutluluk ve zevkler negatiftir, acı ise pozitiftir.”

Bununla ilgili yorumlarda buluşalım sevgili okurlar, farklı görüşlere ihtiyacım var.

Tuğçe Coşar 23. 11. 2024

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının Bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Doğum Günün Kutlu Olsun

İnstagram

 

Yorumlar (1)

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 25/11/2024

    Mutluluk ne ile mutlu olduğuna bağlıdır maddiyat mı? Elbette para önemli... En fakir ülkelerin mutluluk kategorisinde yükseklerde, devlet ve ekonomi gücüyle maddi bağımsızlığı olan ülkelerin de mutsuzluk verileri ve antidepresan stokları ile tezat oluşturduğu düşünülürse, mutluluk nedir tekrar düşünmeliyiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tuğçe Coşar

Tuğçe Coşar 1994 yılında İstanbul, Bakırköy’de dünyaya geldim, aslen Elazığlıyım. Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümü mezunuyum. Kişisel Geçmişim: İlkokul ve lise dönemlerinden beri içimde olan yazma aşkını, sonunda geniş bir kitleyle paylaşma cesaretini buldum. 30 yaşındayım ve hayatıma dair hissettiklerimi, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğitim ve Yaşam: İlkokul, lise ve üniversite eğitimlerimi Bursa’da tamamladım ve hâlâ Bursa’da ikamet ediyorum. Ailemin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim ve daha sonra üç kardeşimin ablası oldum; bu statüyü hayatımda oldukça önemsiyorum. Mesleki Deneyim: Mağazacılık sektöründe yaklaşık 10 yıl çalıştım, bunun beş yılı yönetici pozisyonundaydı. Bu deneyim, insanları tanıma, hikâyelerini dinleme ve psikolojilerini anlama konusunda bana büyük katkılar sağladı. İnsanla iç içe olan her işin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kitap ve Okuma Tutkusu: Kitap okumak, çocukluğumdan beri benim için büyük bir keyif. Birçok insanın zorunluluk olarak gördüğü bu etkinlik, benim için farklı dünyalara açılan bir kapı oldu. Zaman zaman kitaplardan uzak kaldığım dönemlerde mutluluk seviyemin azaldığını fark ettim ve bu yüzden kitaplarla aramı iyi tutmaya kararlıyım. Artık vakit bulamasam bile sesli kitaplar dinleyerek bu kültürü yaşatıyorum. Yaşam Felsefem: Sosyal bir yaşam sürmeyi tercih ediyorum, çünkü bu beni dinç tutuyor. “İnsan olma” durumunu önemsiyorum ve her gün yeni bir şey öğrenerek, dün olduğumdan farklı biri olmaya çalışıyorum. Kültürel ve kişisel gelişime yatırım yapmaya devam ediyorum. Yazma Yolculuğum: 30 yaşıma geldiğimde yazılarımı paylaşma cesareti buldum. Yoğun iş hayatımı bırakıp masa başı bir işe geçince, kendime daha fazla vakit ayırabildim ve içimde biriken kelimeler akıp gitmeye başladı. Bir hayat arkadaşım var ve onun destekleri de bu süreçte cesaretimi artırdı. Hayalim: En büyük hayalim bir kitap yazmak. Umarım bu hayalimi gerçekleştirir ve sizler de bu sürecin bir parçası olursunuz.