Cepteki Kağıt Bebekler

Cepteki Kağıt Bebekler

Kağıt Bebekler 

Kağıt Bebekler 

Adil, çantasını sırtına her sabah biraz daha ağır takardı. Sanki sadece kitap taşımıyordu o çantada. Sanki içinde bütün ömrünün yükü vardı.

Annesi yoktu. Babası da. Sokakta büyüyordu. Gece kondu gibi bir metruk binada, eskiden babasının uyuduğu battaniyeye sarılıp, annesinin hayalini yanına alarak uyurdu.Sabahları erkenden uyanır, kâğıt toplama arabasını iter, bir sokaktan diğerine savrulurdu. Cebinde hep kağıt bebekleri olurdu.Kimi annesi, kimi babası ama çoğunlukla arkadaşlarını taşırdı yanında. Adil onları severdi. Onları küçük oyuncak bebekler gibi kullanırdı birbiriyle konuşturur, yemeklerini yedirir masallarını okur uyuturdu.

Okulu çok severdi. Ayakkabıları delik deşik formasının kolu sökülmüş olurdu ama gözleri pırıl pırıldı.

Bir gün teneffüste sınıftan bir çocuk yüksek sesle sordu:

“Hey, Adil! Senin evin yokmuş doğru mu?”

Adil sustu.

Bir başka çocuk burnunu kıvırarak ekledi:

“ Çöp gibi kokuyorsun bizimle oynama!”

Adil yere baktı. Sonra gülümsedi.Cebinden kağıt bebeklerini çıkardı ellele tutuşan bebeklerini havaya kaldırarak:

“Bak bunlar benim ailem ,evet annem babbam artık bu dünyada değiller yalnız kaldım …Benim evim bu bebekler ,onlarla bir dünyadayım.

Çocuklar sustu.Birçoğu ne diyeceğini bilemedi.

Ama yine de dışlamaya devam ettiler.

Adil hep yalnızdı.Ama yalnızlığını konuşkan kılan biri gibiydi. Sokak sokak dolaşır, bir çocuk gülse arkasından seslenirdi:

“Gel, sana kağıttan ailemi göstereyim,dansta edebiliyorlar “

O gün okuldan çıktıktan sonra yeni hazırladığı kağıt bebeklerini dans ettirerek harabesine doğru yola koyulmuştu.Mutluydu. Akşam kendi kendine yapacağı “Bebeklerin Dansı ” gösterisini düşünüyordu. Koşarken karşıdan gelen kamyonu fark etmedi.

Bir fren sesi.

Bir çığlık.

Bir sessizlik.

Hastane odası doldu taştı ama yalnızdı Adil.

Yanında ne annesi ne babası ne de düzenli gelen bir ziyaretçisi vardı. Adil dünyadan erken ayrıldı…

Sınıftan bir çocuk, İbrahim, elinde tomarla kağıt bebeklerle geldi:

“Adil bunları çok severdi…

Bak bunlardan adam yapmıştı bana geçen hafta.

Dedi ki, ‘Yalnızsan kendini çoğaltırsın, ben de böyle çoğalıyorum.’Okul duvarına bir not asıldı.

“Adil artık kağıt bebeklerle yıldız yapıyor.

Ona güldüğümüz için değil, güldüğü hâlde yalnız bıraktığımız için utanıyoruz.”

Sınıfça bir köşeye, onun için küçük bir kutu yaptılar.İçine kendi oyuncaklarını değil, Adil’in yaptığı kağıt bebekleri koydular. Üstüne sadece şu yazıldı:

“Hayal gücüyle dünyayı renklendiren çocuk: Adil.”

O artık yoktu.Ama onu tanıyan herkes, bir kağıt Bebek gördüğünde gülümser oldu. Ve içlerinden biri her seferinde fısıldar gibi derdi:

“Ben biraz hayata ve yarışa erken başladım “

Biz senin dünyanı göremedik Adil..”Seni hiç unutmayacağız…

Fatma Yaman

Bu yazının bütünü yazarına aittir

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

İnstagram

 

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fatma Yaman

Fatma Yaman - Fatma Yaman, Adana'nın sıcak ve bereketli topraklarında dünyaya geldi. Çocukluğu, narenciye kokulu sokaklarda, güneşin içini ısıttığı taş avlulu evlerde geçti. Henüz küçük yaşlardayken kelimelere merak saldı; kitapların içinde kaybolmayı, hikâyeler uydurup defter kenarlarına resimler çizmeyi bir oyun değil, bir varoluş biçimi olarak benimsedi. Bu derin ilgi onu, ileride mesleğini de tutkusunu da şekillendirecek olan yola yönlendirdi: Türk Dili ve Edebiyatı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgisi sadece teorik düzeyde kalmadı. Aynı zamanda yazmanın, anlatmanın ve çocuklara ulaşmanın farklı yollarını da araştırmaya başladı. Mezuniyetinin ardından Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak öğrencilerine yalnızca bir dersin içeriğini değil, kelimelerin taşıdığı duyguyu, yazının ardındaki düşünceyi ve edebiyatın iyileştirici gücünü de aktardı. Öğretmenlik, onun için bir meslekten çok bir köprüydü; insanlarla kalpten kalbe uzanan bir anlatı köprüsü. Bu yıllar içinde bir kadın olarak büyüdü, evlendi, bir erkek çocuk annesi oldu. Anne oluşu, hayatındaki en derin, en dönüştürücü deneyimlerden biri oldu. Annelik, ona yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda içinden taşan yeni bir yaratıcılık verdi. Oğlunun doğumuyla birlikte, gözlemlerini, duygularını ve hayal gücünü harmanlayarak okul öncesi çocuklara yönelik kitaplar yazmaya ve çizmeye başladı. Bu kitaplarda çocukların dünyasına dokunuyor, onların kalplerine sıcak, güvenli bir hikâye evi kuruyordu. Kaleminden dökülen her cümle, çizgilerine eşlik eden her renk; sevgi, merhamet ve umut taşıyordu. Ancak hayat her zaman bir masal gibi ilerlemedi. Evliliği zamanla çatladı ve sonunda bir ayrılıkla son buldu. Boşanma süreci, onun iç dünyasında derin bir iz bıraktı ama aynı zamanda kendi ayakları üzerinde durduğu, kadınlığına ve üretkenliğine daha sıkı sarıldığı bir dönemin de başlangıcı oldu. Yalnızlığı, bir eksiklik değil; kendini tanıma ve yeniden kurma fırsatı olarak gördü. Bugün Fatma Yaman, hem bir öğretmen hem bir anne hem de çocukların iç dünyasına incelikle dokunan bir yazar ve çizer olarak yaşamına devam ediyor. Yazdığı ve resimlediği okul öncesi kitaplar, çocukların hayal gücünü beslerken, ebeveynlere de sevgiyi, anlayışı ve sabrı hatırlatıyor. Adana'nın sıcaklığı hâlâ sesinde, kelimelerinde ve çizgilerinde hissediliyor. O, kendi içinden büyüttüğü ışıkla hem oğlunun hem de dokunduğu çocukların dünyasını aydınlatmaya devam ediyor.