Zemini Kaygan Bir Hayat

Zemini Kaygan Bir Hayat

Zemini Kaygan Bir Hayat

İçimdeki Depremle Dengede Kalmak 

Ne tam düşmek, ne tam dengede kalmak…

Ama hep yolda olmak.

Otizm tam olarak bu kelimelerde saklı.

 

İçimde bir yerlerde her gün küçük bir deprem oluyor.

Bazen sarsıntı hafif bir kere ağlatıyor.

Bazen yıkıcı: “Sadece iki dakika yalnız kalabilmek için derin nefesler alıyorum. 

Ama en şaşırtıcı olanı ne biliyor musunuz?

Ayaktayım.

Dengede değilim belki ama devrilmedim.

İşte benim annelik halim bu:

Bazı günler yoga topu gibi esnek,

Bazı günler taş gibi sert,

Ama her zaman ayaktayım.

Depremler içimde oluyor ama dışarıdan sadece

“Ne kadar güçlü bir kadın” deniliyor.

Güç mü? Bilmem…Belki sadece çayı sıcak içmeyi çok isteyen bir kadının hayatta kalma refleksi.

Akışa Bırakmak Mümkün mü?

Otizm…Bu kelimeyle tanıştığınızda hayat birdenbire şekil değiştiriyor. Kurallar değişiyor. Oyunun adı değişiyor. Sadece çocuğunuz değil, siz de yeniden doğuyorsunuz. Ama öyle pofuduk, peluş doğumlar değil bunlar… Kan, ter, gözyaşı ve bolca sabırla geçen sancılı bir yeniden başlama hali.

Bir gün, mutlu bir kahvaltı sofrasında, hayatın sıradan akışı içindeyken, kendinizi anneliğin en dar, en sıkışık sokaklarında buluyorsunuz. Hani geri geri bile çıkamıyorsun. “Ben buraya nasıl geldim?” dediğin yerler… Navigasyon sapıtmış, yol tabelaları silinmiş. O sokakta dibe vuruyorsun. Ama işin garibi, o dipten yukarı değil, içine doğru bir yol aramaya başlıyorsun.

Motivasyon mu?

Kimi sabahlar sadece çocuğunun sakin uyandığını görmek bile “bugünü kurtardım” hissi verebiliyor. Kimi günlerse aynaya bile bakmadan geçiyor. Ama biliyor musun? En çok o günlerde öğreniyorsun kendini. Dibe düştüğünde aslında “yukarıdan” daha net görüyorsun hayatı. Sessizlikte duyduğun sesler daha gerçek.

Ve sonra yavaş yavaş..

Bir şey oluyor. Bir şey değişiyor. Belki bir bakış, belki bir gülüş, belki sadece bir kelime. 

Hayat “akış” diyor sana. “Savaşmayı bırak, yorgunsun zaten. Sadece teslim ol.

Ve sen, kelimelerin bile anlamını yitirdiği yerde, sadece “var olarak” akıyorsun.

Mükemmel anne olmaktan vazgeçiyorsun belki ama gerçek anne olmaya başlıyorsun.

Eksik, yorgun, ama sahici…

Çıkmaz sokaklar da bir yere varıyor aslında.

Bazen orası bir çocuk gülüşü oluyor, bazen bir kahve molası, bazen de sadece sakinlik hali.

Otizmle yaşamayı öğrenmek değil mesele, sabır dağının yollarını keşfetmek. Ve belki de her doğan günde yaşamaya yeniden başlamak.. 

Bazılarının kulaktan dolma cümlelerle anlamaya çalıştığı, bazılarınınsa her sabah gözünü açtığında burun buruna geldiği bir gerçeklik.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Otizmle yaşamak, bir tür Ninja eğitimi gibi. Her gün yeniden doğuyorsun ama doğum sancısı bitmiyor. Sabah gözünü açtığında, kahvaltı değil günü sakin geçirme planı yapıyorsun.

Tabağına sabır karıştırıyorsun, biraz denge hali, biraz da küçük şeylerden keyif alabilme reçetesi yazıyorsun kendine.

Ama işin komik tarafı şu:

Bütün bu karmaşanın içinde hâlâ nefes alıyorum. Hatta zaman zaman kahkaha bile atıyorum. Evet, bazen “Ben ne yaşıyorum, bu nasıl bir sarsıntı?” dediğim oluyor. Ama yine de gülmek bir savunma mekanizması, değil mi?

İçimde bir çığlık var. Susturmuyorum, bastırmıyorum.

Çünkü o çığlık bana her sabah “Kalk! Daha işimiz bitmedi” diyor.

Bazen duvara yaslanıp ağladım, bazen yerdeki çorapları tekmeleyip isyan ettim, bazen de çikolatayla meditasyon yaptım (tavsiye ederim). Ama hep devam ettim.

Çünkü durmak batmaktı. Hareket etmekse, akmak.

Mükemmel anne olmaya çalışmayı çoktan bıraktım.

Süper güçlere bel bağlamayı bıraktım.

Ama çocuğumun gözünde hâlâ kahramanım.

Üstelik pelerin yerine sabahlık giyen bir kahraman bu.

Misyonu: Gün sonuna kadar hayatta kalmak, tercihen saçlar hâlâ kafadayken ve tam beyazlamamışken.

Yoruluyorum ama pes etmiyorum.

Ben artık “akış”ı kucaklamıyorum, akışla tokalaşıyorum.

O da bana “Tamam, bu da olur” diyor.

Hayat her zaman büyük zaferlerden ibaret değil.

Bazen sadece günü bitirmek bile başarı…

Her şey yerinden oynarken nasıl sabit kalıyorsun diye soranlar oluyor.

Öğrendiğim şey şu: Sabit kalmak değil, içimdeki o çığlığı duyup onunla beraber gülümsemek gerekiyor.

Çünkü hayat bazen öyle zor ki bağırmak istiyorsun, bazen de gülmek.

Ben ikisini bir arada yaşıyorum işte.

Hem kırılganım hem güçlü, hem yorgunum hem direniyorum.

Her şeyimi kaybetsem neşemi kaybetmiyorum.

O çığlık da benim, o gülümseme de.

İkisini yan yana koyabildiğim sürece, daha doğrusu dayandığım sürece, ayaktayım. 

Hayat ışığınızı söndürmemeyi becerebilirseniz geri kalan zorluklar sizi karanlığa boğamayacak.

Son olarak;

Anladım ki gerçek denge, durmak değil, sallanarak ama düşmeden ilerleyebilmekmiş.

 

Elif AY
Editör: Nigar KAYA

 u yazının bütünü yazarına aittir

Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?

UMUDUN ARKA YÜZÜ

 

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Elif AY

1991 İstanbul Üsküdar doğumluyum , İstanbul Üniversitesi Sosyal Hizmetler mezunuyum, evliyim biri özel gereksinimli iki oğlum var , uzun süredir özel gereksinimli çocukların ve ailelerinin yaşadıklarını yazıyorum. Makale ve köşe yazarlığı yapıyorum.