Zamanın Kum Taneleri

Zamanın Kum Taneleri

Zamanın Kum Taneleri: Anılar, Dijitalleşen Hayat ve Unutmanın İmkansızlığı

Her an bir kum tanesi gibi elimizden kayıp giderken, geriye sadece anılar kalır. İyi ya da kötü, tüm anılar ruhumuza kazınır. Hayatın hızla akan nehrinde yüzüp giderken, bir an durup geçmişe baktığımızda, bazı anıları birer define gibi sakladığımızı, bazılarını ise unutmak için derinlere gömdüğümüzü fark ederiz. Peki, unutmaya çalıştıklarımız gerçekten unutulur mu? Ya da iyi anılar, düşündüğümüz kadar masum mu?

Dijitalleşen dünyamızda anılarımız artık sadece zihnimizin kuytularında değil; telefon ekranlarında, bulut sistemlerinde, sosyal medya hesaplarımızda. Artık fotoğraflarımız albümlerde sararmıyor, videolarımız eski kasetlerde tozlanmıyor. Anılarımız, her an ulaşabileceğimiz bir dijital arşivin içinde, bizden bağımsız yaşıyor. Bu kolaylık, aynı zamanda unutmayı imkânsız mı kılıyor, yoksa hatırlamak istemediklerimizi es geçmemizi mi sağlıyor?

80’li, 90’lı yıllarda içine film koyduğumuz fotoğraf makineleri yerini SD kartlılara bırakmıştı. Ancak fotoğrafları tab ettirme zorunluluğu, elimize aldığımız ve albümlerde her zaman bakabildiğimiz şekilden, birden dijitalleşmiş makineler içinde sıkışıp kaldı. Şimdilerde ise herkesin hesabında, cep telefonlarında, kişisel galerilerimizde. Herkes kendi fotoğraf galerisini açmış durumda.

İyi anılar, yüreğimizi ısıtan, yüzümüze hafif bir tebessüm konduran sihirli dokunuşlar gibi gelir bize. Ancak bazen, en tatlı anıların bile içinde biraz hüzün saklıdır. Sevdiğimiz birinin gülümsemesi, şimdi yalnızca bir ekranda parıldıyorsa, o anının sıcaklığına acı da karışır. Güzel günleri hatırlamak, geri gelmeyecek bir zamana duyulan özlemi de beraberinde getirir.

Peki, o gülüşler gerçek midir? Her yerden paylaşım yapan insanların gülüşleri doğallıkları gereği midir, yoksa mutluluğu aramalarından mı kaynaklanır?

Acı veren anılar, kaçmak istediğimiz gölgeler gibi peşimizi bırakmaz. Zihnimizin en karanlık köşelerine saklamaya çalışırız onları, ama bir şekilde geri dönerler. Dijital çağda bu daha da zor hale gelir. Bir mesaj, bir fotoğraf, bir sosyal medya paylaşımı, hatırlamak istemediğimiz her şeyi bir anda önümüze seriverir. Acı anılar, dijitalleşen dünyada her an tetiklenebilir hale gelir.

Geçmişin o an için mutluluğu, birden şimdikinin acılarına dönüşebilir. Bunda insanların değişkenliği, tutarsızlığı, dengesizlik, samimiyetsizlik ya da yaşanılan bir kayıp etkendir. Ve birden o nostalji tekrar yaşanır: “Anılar, anılar, şimdi gözümde canlandılar.”

Unuttuklarımız, belki de bizi en çok şaşırtanlardır. Bir zamanlar hayatımızın merkezinde olan, adeta varlığımızın bir parçası haline gelmiş anılar, zamanla silinip gider. Ama bazen, beklenmedik bir anda, hiç ummadığımız bir yerden geri dönerler. Bir kokuda, bir şarkıda, bir sokak köşesinde… İşte o zaman, unutmanın aslında sadece bir yanılsama olduğunu fark ederiz. Unuttuğumuzu sandığımız her şey, bir yerlerde saklanmış, yeniden canlanmayı bekliyordur.

Unutamadıklarımız ise en derin yaralarımızdır belki de. Onlar, ruhumuza kazınmış, bizi biz yapan kırılma anlarıdır. Her ne kadar dijital dünya her şeyi hızla tüketse de, unutamadığımız anılar, bizi var eden, şekillendiren izler olarak kalır. Onlarla yaşamayı öğreniriz, hatta bazen onlardan güç alırız. Dijital dünyada bile, bazı anılar asla silinmez.

Dijitalleşen hayatlarımızda anılarımızla ilişkimiz de değişti. Artık anılar, sadece geçmişe ait değil; sürekli güncellenen, paylaşılabilen, yeniden canlandırılabilen veri parçaları haline geldi. Ama belki de bu çağın en büyük ironisi, bu kadar çok hatırlatıcıyla çevrili olmamıza rağmen, anıların gerçek derinliğini kaybetmemizdir. Dijitalleşen anılar, belki de en büyük unutma biçimimizdir.

Gerçekten unutmaya ihtiyacımız vardır ve yapamıyoruzdur.

Belki de artık kendimize şu soruyu sormalıyız: Anılarımızı gerçekten hatırlıyor muyuz, yoksa onları sadece dijital birer simgeye mi dönüştürdük? Bu çağda unutmak, imkânsız mı yoksa bir gereklilik mi?

Kalbimizin derinliklerinde yaşattığımız anılarımız ve yaşadığımız güzellikler, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan gözümüzün önüne gelir bazen ve anlarız ki; en iyi fotoğraf makinesi gözümüz, en iyi bellek ise beynimizdir. Ve bazen sevinçlerimizde, yaşadığımız/yaşattığımız acılarda da vicdanımız, kalbimizdir en iyi yolu gösteren bize.

Her anı, bir kum tanesi. Kimini avucumuzda sımsıkı tutmak isteriz, kimini ise rüzgâra karışıp gitsin. Ama kum taneleri her zaman kaygan ve kaçıcıdır; ne kadar sıkı tutarsak tutalım, bir noktada hepsi zamanın rüzgârında savrulacaktır. Dijital ya da değil, anılar bizimle birlikte yaşar ve biz onları ne kadar unutmaya çalışsak da, her zaman bir yerlerde yankılanır, bizi bulur.

Şerif Pınar

Editör/ Redaktör: Murat Çatal

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

https://fisildayankalemler.org/author/serifpinar/

Bir önceki yazımı okudunuz mu? 
Dünya: “Ayarlarımla Oynama!” 

 

 

Yorumlar (1)

  1. Tüm dünyanın gerçekten güldüğü günlere...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şerif PINAR

1977 Aydın doğumluyum. İzmir`de ikamet etmekteyim. Halen bir devlet okulunda öğretmenlik mesleğini yürütmekteyim. Uzun yıllar edebiyatla hep iç içeydim. 2022 yılında İlk kitabım "Gönül Sevdiğinin Kapısında" adıyla yayınlanan şiir kitabımdır. Akabinde 2023 yılında “İki Adam: Ben ve Babam” adıyla deniz, anekdotlar ve balıkçılık üzerine ikinci kitabım yayımlandı. Üçüncü kitap hazırlığım ise devam etmektedir.