Yola Çıktım Mardin’e

Yola Çıktım Mardin’e

YOLA ÇIKTIM MARDİN’E

Ne güzel türküdür “Yola Çıktım Mardin’e”. Adına türküler yazılan kadim şehir Mardin’i gezip görmeye niyet ettik. TV’lerden, gezi programlarından, kitaplarda yazılanlardan, dizilerden gördüğümüz kadarıyla biliyoruz. Bir hafta sonu iki günlük gezimiz başladı. Kısa bir tanışma faslından sonra rehber tarafından gezinin seyri hakkında bilgiler verildi. Fıkralar anlatıldı, şarkılar türküler söylendi. Güzel dua ve dileklerle gece boyu yol aldık. Uyuyanlar oldu, ben gece boyu camdan yıldızlı gökyüzünü seyrettim. Gece seyahat etmeyi pek sevmem, görülecek birçok yeri kaçırdığımı düşünürüm.

Ortalık aydınlandığında Hasankeyf’e yaklaştık. Tarihçesi hakkında kısa bilgiler edindik. Şiddetli fırtına ve ayaz vardı. Bahar gelmiş, dağlar yemyeşildi. Dicle Nehri’nin üzerindeki demir köprüden her iki yakayı da seyretmek çok güzeldi. Boz bulanık akan nehrin bir tarafında yerleşim yeri, bir tarafında mağaralar vardı. Su kenarına kıl çadırlardan oba kurulmuş; kafe, restoran olarak hizmet veriyorlar. Buradan Dicle’yi ve Hasankeyf’i seyrettik. Buralarda değişim dönüşümün başladığını gösteren iş makineleri çalışıyor. Fırtına ve toz gezimize engel olamadı. Dicle Nehri, binlerce yıldır ayakta duran kalesi, camii ve köprü ayakları bizi geçmişe götürüyor.

Hasankeyf kenti tarihi, antik dönemlere dayanır. Daha öncesi hakkında kesin bilgiler yoktur. Kazılarda 3. ve 12. yüzyıllara ait antik kalıntılara rastlanmıştır. Mezopotamya’da MÖ 5000’li yıllarda kurulan Hürri ve Mitanni medeniyetlerinin izlerine de rastlanmıştır. Artuklu Beyliği 1102-1232 yılları arasında hüküm sürmüş ve başkenti Hasankeyf yapmıştır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda şehit olan oğlu için Zeynel Bey Türbesi’ni yaptırmıştır. Hasankeyf Kalesi, Bizanslı Konstantinos tarafından yaptırılmıştır. Bölgede Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler, Osmanlılar hüküm sürmüşler. Hepsi de kendi mimari eserlerini bırakmışlar. Ulucami 14. yy’da yaptırılmıştır.

Günün sürprizi, köprü başında beni bekliyordu. Bir amca tablada çilek satıyordu. Yaklaştım, ayaküstü sohbet ederken kasalarda “Silifke Çileği” yazısını gördüm. Memleket özlemi çöktü yüreğime. Amca çilek ikram etti. “Nasibin varmış, buyur kızım,” dedi. Bir tane aldım, teşekkür edip geziye devam ettim. İki erkek çocuk ellerinde sarı lale soğanıyla geçerken merhaba dediler. Kısa sohbet sonrası soğanlardan birini bana verdiler. Onlara iyi şans diledim. Buranın bende bıraktığı izlenim şuydu; medeniyetlere ev sahipliği yapmış, nesiller ve yönetimler değiştikçe doğası da görünümü de kültürü de değişmiş. Buradan güzel fotoğraflar ve anılarla ayrılıyoruz.

İstikamet Mardin. Issız, terk edilmiş köylerden, dağlardan geçtik. Badem ağaçları, asma bahçeleri, buğday tarlaları bize eşlik etti. Nihayet Midyat’a geldik. Grubumuz eski ilçe merkezinde bir handa kahvaltı yaptı. Biz çay hazır olmadığı için başka yerde yaptık. Hava yine ayaz, yine toz vardı. İşe gidenler, dükkanlarını açanlar; çarşıya hareket gelmişti. Konaklara giderken küçük çocuklar bize rehberlik etmek istediler. Teşekkür edip yola devam ettik. Konaklar otel, kafe, film platosu olarak hizmet veriyor. Gümüş atölyeleri, telkari takıların üretilip satıldığı dükkanlar var. Yöresel giysiler oldukça revaçta. Konakları gezerken rehberimiz bize bilgiler verdi. Dizi setlerinden kalan ürünler hâlâ duruyor. Meşhur konağın demir ferforje balkonunda, minarelerle resim çekilmek için adeta yarıştılar. Dar sokaklı taş evlerin arasından geçerken adeta zamanda yolculuk yaptık. Başa bağlanan renkli yazmalar, gümüş takılar, ellerde kına dövmeleriyle güzel duygularla ayrıldık Midyat’tan. Güvercin sürüleri ayrı bir güzellik katmış bu tarihi ilçeye. Buradan Mardin’e doğru yol aldık.

Otele geldiğimizde akşam olmuştu. Odalarımıza yerleştik. Açık büfede bir kuş sütü eksikti. Yöresel ve dünya mutfağından lezzetler ile hazırlanmıştı yemekler. Başka gruplar da vardı. Canlı müzik eşliğinde yemekler yendi. İsteyen eğlendi, isteyen odasına çıkıp dinlendi. İsteyen inancı gereği ibadetlerini yaptı. Güzel bir uyku çektik. Sabah ezanında kalkıp ibadet ettik. Mezopotamya Ovası’nı seyrettim; sessiz, sakin, dingin… Kahvaltı için restorana indik, herkes gelmişti. Yine zengin bir büfe, tabağımıza yiyeceğimiz kadarını aldık. Valizler tekrar otobüslere yerleştirildi. Şehir merkezine geldik.

Mardin tarihi Eski Tunç Çağı’na dayanmakta. Asur, Urartu, Artuklu ve Osmanlı yönetiminde kalan şehir, üç dine mensup insanlara ev sahipliği yapar. Müslüman, Hristiyan, Süryani inancına sahip insanlar asırlardır kardeşçe bir arada yaşamışlardır. Tarihi sokaklarda yöresel ürünler satan dükkanlar yer almış. Bey Artuk’a dokuz ay on günden sonra doğduğu için bu ad verilmiştir. Yöresel ürünlerin birçoğunda bu unvan kullanılmıştır. Badem şekerinin her türlüsü, dibek kahvesi, bıttım sabunu, bakır ürünleri, gümüş, yöresel giysiler en çok ilgi görenlerden. Tadımlık ikramlar ve alışveriş sonrası gezimiz başladı.

İhtişamlı kalesi ve dağın eteğinde kurulmuş taş evleriyle, medrese, camii ve konaklarıyla çok güzel. Zinciriye Medresesi, Ulu Camii, minaresi, muhteşem işçilik ve nakışların anlamlarını rehberimiz anlattı. Bir zamanlar ilim irfan merkezi olan Kasımiye Medresesi, çeşmesinin yaşam döngüsünü ifade eden tasarımı, ders odaları, geniş avlusu, Mezopotamya Ovası’na bakan manzarasıyla görülmesi gereken yerlerden. Bahçesinden ovayı izlemek, lale bahçelerinde gezinmek keyif veriyor. Hatıra resimleri çekilip Deyrulzafaran Manastırı’na doğru yol alıyoruz. Tepeye kurulmuş manastır adını safranın sarı renginden almış. Buraya bilet alıp girdik. Taş merdivenlerden çıkarken çan, su kuyusu, odalarda matbaa makinesi, manastırın maketi görülüyor. İbadet salonu hâlâ aktif. Süryani papaz kilise tarihçesi hakkında bilgi verdi. Yer altında duvarlara mezar yapılmış. Tavanı devasa taşların birbirine geçmesiyle örülmüş, binlerce yıldır öylece duruyor. Duvarda İbranice ifadeler bulunmakta. Ahiret hayatı konuşulduğunda “Diğer tarafa gidip gelen mi var?” denir. Biz gidip geldik. Hatta mezarlardan bile aşağıdaydık.

Mardin Şeyh Çabuk Camii’nde Peygamber Efendimizin habercisi Abdullah bin Enes el-Cüveynî medfundur. Ulu Camii minaresi üzerindeki kitabede 1176’da Diyarbakır Meliki 2. Kudbettin İlgazi ve 1186 yılında Artuklu Beyi Hüsamettin Yavlak Arslan tarafından yaptırıldığı yazmaktadır. Burada namaz kılıp dua ettik. Bütün eserlerin tarihi hakkında bilgi verildi. Dara Antik Kenti’ni ve müzeyi gezemedik, üzgünüm. Buradan güzel anılarla ayrılıyoruz.

Yolumuz Şanlıurfa’ya. Ömerli, Yeşilli, Kızıltepe ilçelerini geçerek Şanlıurfa’ya geldik. Balıklıgöl ve çevresini gezip gördük. Camiler, medreseler kompleksi tadilatta. Aynzeliha Gölü, Halilürrahman, Eyüp Peygamber’in kabri, Bakırcılar Çarşısı, kısa bir şehir turu ile gezimizi tamamladık. Harran ve müzeyi gezemedik. İki günde üç şehri; Batman, Mardin ve Şanlıurfa’yı kısmen gezdik. Mardin ve Şanlıurfa’daki mimaride kullanılan taşlar işlenmesi kolay, zamanla sertleşen, kışın ılık yazın serin tutan türden. Tarihi ve doğası hakkında bilgilerle, bol güzel anılarla ayrıldık. Akşam başlayan yolculuğumuz molalar ile sabahın ilk ışıklarıyla sona erdi. Başka diyarları gezip görmenin heyecanıyla yeni planlar yapılmaya başlandı bile. Sağlıkla, güzellikle, kolaylıkla olsun, daha ne olsun?

 

 

Elife Akgül

Bir Önceki Yazımı Okudunuz mu?

İKİNCİ BAHAR

Yörük Kültürü’ne Işık Tutan Romanıma Buradan Ulaşabilirsiniz : MELİK KIZI

Yorumlar (3)

  1. Hocam gitmek nasip olmadı sayenizde gitmiş kadar oldum

  2. NURİYE DOĞANLAR
    • 7/12/2025

    Bana da geçen yıl gitmek nasip oldu.Çok güzeldi..Yurdumuzun her yeri çok güzel. Her yönüyle anlatmışsın.Eline emeğine yüreğine sağlık arkadaşım

  3. Ugur Tokus
    • 7/12/2025

    Emeğinize sağlık 👏👏

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Elife AKGÜL

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. 58 yaşındayım ve ev hanımıyım. Yörük kültüründen etkilenerek kendi yaşamım ve ailemin yaşantıları üzerinden hatıralar ile roman ve öyküler yazdım. Aynı konseptte edebi ürünler üretmeye devam ediyorum. Şu ana kadar yazdığım fakat yayınlanmamış bir roman, bir öykü, bir tiyatro senaryosu ve bir şiir bulunmaktadır. Tarzımı Cengiz Aytmatov ve Yaşar Kemal’e yakın görüyorum.