SOYKIRIMDAN KURTULANLARIN SOYKIRIMCILIĞI

SOYKIRIMDAN KURTULANLARIN SOYKIRIMCILIĞI

   Sevgili okurlar bir önceki yazımda İsrailoğullarının Filistinlilere uyguladığı acımasız kırımdan söz etmiştim.

Bilindiği gibi Alman Naziler Yahudi toplumuna ikinci dünya savaşı ortamında bir soykırım uygulamıştı. Soykırıma uğrayan Yahudilerin çocukları ve torunlarının ise bugün Filistinlilere benzer soykırımı uygulamakta olduğuna dikkat çekmiş ve soykırım yaşamış Yahudilerin normalde barışçıl bir halk olarak yaşaması, komşularına karşı saygılı olmaları, mütevazi bir yaşama sahibi olmaları gerekmez mi diye sormuştum.

 Aynı şekilde ölümü, mülteciliği, her türlü eziyeti tatmış olanların çocukları nasıl olur da bu denli vicdansız ve acımasız olabiliyorlar?

 Üç ay içinde 30 bin dolayında Filistinliyi rastgele bombalayarak nasıl öldürebiliyorlar? diye sormuştum.

 Mağdurların zalime dönüşmesi, soykırımdan kurtulanların soykırımcı olması eşyanın tabiatına uygun mudur diye sormuş ve bu durumu nasıl izah etmeli ve nasıl anlamalıyız diye eklemiştim.

    İnsan doğasında değişmeyen bir töz vardır. Bu töz hayvansal karakter taşır. Özü şudur; kendini esas alma ve yaşatma.

Bunu katmerli bir bencillik olarak da adlandırmak mümkündür. Birey düzeyinde bu töz mutlak olduğu gibi uluslar ve topluluklar düzeyinde de mutlaktır. 

Ulusal benlik – bencillik ulusların oluşmasında olmazsa olmaz bir ruhsal kombinasyondur. Bu kombinasyon böyle acımasız ve vicdansızca pratiklerde ifadesini bulur. İnceleyen ve gözlemleyen, düşünen insanlar bu vicdansızca pratiklerin oluşabilme zemini olarak bu ruhsal şekillenmeyi açıkça görebilir.

 Demek ki ulusal benlik bir yandan ulusallaşmayı sağlayan rol oynarken öte yandan başka uluslara karşı soykırıma kadar uzanabilecek acımasız pratiklerin oluşmasında da rol oynayan bir olgusallıktır.

Topluluk kültürü ve ırksal bencillik ve ego tarihin başlangıcından beri var olan ve sürmekte olan bir olgudur.

Makedonya’dan Hindistan’a sefere çıkan Büyük İskender ile Kudüs’e hakim olmak için seferler düzenleyen Avrupa Hıristiyanlığına kadar… Makedonya’ya sefer düzenleyen Pers ordularından Moskova’ya dayanan Napolyon ordularına… Dünyayı teslim almaya ve dünyanın efendisi olmaya karar veren Nazi imparatorluğuna kadar bütün pratikler, savaşlar, işgaller, istila ve ilhakların temelinde yatan duygu aynı karakter taşımaktadır.

 Ekonomik amaçlar üzerinde vücut bulsa da bütün bu pratikler büyük ve üstün ırk, topluluk, ulus vb. söylemler geliştirilmeden yapılamazdı.

Güncel İsrail pratiğine dönersek;

 Mağduriyet yaşamış bu toplum neden bunca zalim olmayı benimsemektedir ?

Bu sorunun cevabı sadece İsrail toplumu için üretilemez ve sadece onların bu pratiği üzerinden tanımlanamaz.

 İnsan doğası ile kesin bağlantılı bir sonuç ve pratikleşmedir bu.

Şöyle formüle edebiliriz;

Mağduriyet yaşayanlar güç olduklarında mağrur ve zalim olmaktan kendilerini alıkoyamazlar.

İyiler iktidar ve güç sahibi olduklarında kötüye dönüşmekten kendilerini sakınamazlar.

Ezilenler ezilmekten kurtulduklarında zalime dönüşmekten kaçınamazlar.

 Bu şaşmaz ve değişmez bir hal tarzıdır. İyilerin, ezilenlerin mağdurların güçlenmesi halinde zalim olanların yerine geçmesi ve zalime dönüşmesi, ( Önceki zalimleri aratması ) kaçınılmaz bir durum ve sonuçtur.

Tüm insanlık tarihine bakınız. Bu önermemizi çürütecek bir tek toplumsal gerçekleşme gösteremezsiniz.

 Kaldı ki bir iki istisna bulmanız genel geçer olanın yanında çok da bir değer taşımaz.

 Genel gidişat ve kaide bu şekilde tezahür etmiş ve etmektedir.

Bu durum kaçınılmaz bir durumdur.

İnsan doğasında kendini ben-merkez alma, kendini yaşatma, üstünlük taslama ve üstünlük sağlama ve kendini kanıtlayıp kabul ettirme sosyal güdüsü vardır ve bu sosyolojik ve psikolojik güdüler temel biyolojik güdülerden kaynağını almaktadır.

 Temel biyolojik güdüler hayvansal güdüleri ifade eder. ( Yeme- içme, Nefes alma verme, Cinsellik, uyku, ölüm korkusu, yaşama isteği)

Bir aslan, kaplan, sırtlan ya da başka bir hayvan gurubunun davranışlarını inceleyiniz. Onlardaki biyolojik güdüleri çok çıplak ve berrakça gözlemleyebilr ve adlandırabilirsiniz.

Denilebilir ki biz medeniyetler ve kültürler oluşturmuş bir tür olarak onlarla aynı düzlemde ele alınamayız.

 Böyle bir itiraz anlaşılabilir bir itirazdır. Üstünlük güdüsünün bir tezahürü olarak bu şekilde bir itirazın anlaşılmayacak bir yanı yoktur.

 Lakin şunu belirtmeliyiz ki türümüz bir yola girmiştir. Bu yol ve yolculuk insanlaşma yolu ve yolculuğudur. 

Ancak bu yolculuk ve yol devam eden bir yolculuktur. Bitmiş ve tamamlanmış bir yolculuk değildir. İnsanlaşma süreci devam etmekte olup bitmiş bir süreç değildir diyerek bu itiraza cevap olabiliriz. 

Sonuç olarak türümüz geldiği köklerinden çok fazla uzaklaşabilmiş değildir. Evet insanlaşma yoluna girmiştir, lakin geldiği zeminden kurtulabilmiş ve çok uzaklaşabilmiş değildir.

 Orman yasaları hayvansal yaşamı ifade eder.

 Güçlü olan ayakta kalır ve güçlünün borusu öter.

 Peki bugün dünya uygarlığında hala geçerli olan yasa bu değil midir?

 Bütün dünyada güçlü olanın borusu ötmüyor mu?

 Ötüyorsa ki ötüyor, bu durumda orman yasaları yürürlükte demektir.

 Orman yasası neyi ifade eder = hayvansal yaşamı ve hayvanlar alemini ifade eder. Değil mi?

Bu durumda türümüz geldiği köklerinden kurtulabilmiş, uzaklaşabilmiş değildir demek zorundayız.

İsrailoğullarının da iyilerin kötüye dönüşmesi de mağdurların zalime evrilmesi de bu orman yasasından çıkamamakla, insanlaşma yolculuğunda fazla mesafe alamamakla doğrudan alakalı bir durum ve sonuçtur.

 Daha iyi bir dünya, uygarlaşma ve zulümsüz bir yaşam için daha fazla insanlaşmaya ve bunun için de daha çok bilgiye ihtiyacımız olduğu açıktır.

 Yeni yazılarda buluşmak üzere.

 

Doğan Karaağaç  

18 Ocak 2024

Yorumlar (2)

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 22/01/2024

    Mağdurun zalime dönüşmesi ... Kaleminize emeğinize yüreğinize sağlık hocam

  2. "Mağdurların zalime dönüşmesi " "Kendini esas alma ve yaşatma". Kaleminiz var olsun.🧿 👏👏👏

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Doğan KARAAĞAÇ

1963 yılında Diyarbakır'a bağlı Çermik İlçesinin Ekrek (Köksal) köyünde çiftçi bir ailenin onuncu çocuğu olarak yaşama gözlerini açtı. İlk ve ortaokulu Çermik'te, sağlık kolejini Van'da okudu. Toplumcu- gerçekçi çizgide yazan yazarın; O Dağ Yürekli (2011 yılında) Sewat (2012 yılında) adlı şiir kitapları yayınlandı. Cendere adlı ilk romanı Ağustos 2020'de Cendere 2 adlı romanı 2021'de Alan yayıncılıktan çıktı. Cendere 3 adlı roman yazımını sürdüren yazarın Nisan 2023'te sağlıklı topluma giden yolu ve yeni bir yaşam modelinin önerisini ve insan doğasına dair yeni tezlerini de içeren İNSAN DOĞASI VE BÜYÜK ÜTOPYA adlı kitabı Alan yayıncılık tarafından yayınlandı. İNSAN DOĞASI VE KAOSTAN ÇIKIŞ adlı yeni bir çalışmayı sürdüren yazar, DİLSİZ DÜNYA adlı bu çalışması ile insanlık ailesinde doğru bir hayvan sevgisini yaratmayı amaçlamış ve doğru yaklaşımı tanımlamaya çalışmıştır. Türkiye PEN üyesi olan yazar iki çocuk babasıdır.