SANDIKTAN ÇIKAN AŞK
- Yazar: Semiha Çetin
- 8 Aralık 2024
- 88 kez okundu
SANDIKTAN ÇIKAN AŞK
Adliyenin basamaklarını bir bir inerken yıllarca kalbimde taşıdığım ve katlanmak zorunda olduğum o yaradan bugün nihayet kurtuldum. Her tedavi aslında biraz da acılı olurdu ben de son bir defa daha bu aşkın acısını çekiyordum. Bugün kirpiklerime izin verdim, içimde ondan kalan ne varsa bugün sonsuza dek bırakabilirdi. Bir sonbahar sabahı başlayan tatlı aşk hikâyemiz, yirmi bir yılın ardından tatlı bir bahar sabahı tek bir celsede son buluyordu. Dile kolay yirmi bir yıl; iki çocuk, sonuçsuz kalan boşanma girişimleri, sürekli tekrar eden aldatmalar ve tüm bunların ruhumda açtığı değersizlik duygusu hepsi bugün tek celsede son buldu.
Artık bedenim de ruhum da özgürdü. Kırklı yaşların ortalarında hayata sıfırdan başlayacak, hiç iş tecrübesi olmayan üniversite mezunu bir kadın olarak geri kalan hayatımın ilk gününe başladım. İş konusunu şimdilik kafama takmayacaktım. Bugün ilk yapacağım iş evimdeki fazla yüklerden kurtulmak olmalıydı. Gözyaşlarımı sildim, saçlarımı topladım ve evimin yolunu tuttum.
Kapıdan girer girmez evin bile atmosferi bir farklı yansıdı bana, ev bile mutluydu bu ayrılıktan. Hemen yatak odasına gittim. Ona ait ne varsa toplamaya başladım. Dolaptan çıkardığım her bir eşyada üzerimden tonlarca yük kalkıyor gibiydi. Artık daha fazla aptal yerine koyulmayacaktım. Ben değerli bir kadındım ve bir pırlanta gibi ışıldamam için üzerime düşen gölgeden kurtulmuştum. Ona ait eşyaları çıkardığımda dolapta kapladığım alanın bile şu evlilikte kapladığım alandan daha fazla olmadığını görerek gülümsedim.
Bir an aklıma evlenirken eşyalarımızı dolaba yerleştirirken hissettiğim o heyecan geldi. Kendi eşyalarımdan önce onunkileri ütüleyerek yerleştirmiştim dolabın en güzel kısmına, kendiminkileri ise daracık bir kısmına sıkıştırıvermiştim. Aslında insan kendi değerini kendisi belirliyormuş diye geçirdim içimden. Bu evlilikte ben kenarda köşede kalmayı başından kabullenmişim zaten. Onun eşyalarını çıkardıktan sonra kendi kıyafetlerimi güzelce yaydım dolabın içine. Sıra dolabın üst kısmına gelmişti. Buraya artık kullanılmayan eşyaları biriktirirdim. Belki bir gün lazım olur diye. Geçmişten gelen hiçbir şeye tahammülüm yoktu onları da çıkartarak fırlattım yatağın üzerine. Tam bu sırada kahverengi küçük bir sandık belirdi önümde.
Bu benim sandığımdı. Liseye başladığım yıl babam hediye olarak almıştı. Hiç yanımdan ayırmamıştım. Bütün anılarımı onun içinde biriktirirdim. Onu en son küçük kızım doğduğunda çıkartmıştım. Ona ait birkaç anıyı içine koyup kaldırmıştım ve bir daha da hiç çıkartmamıştım. Ne yalan söyleyeyim aklıma bile gelmemişti. Uzanarak çektim ve çıkarttım. Yatağın üzerine koydum bir ara elimi üzerinde gezdirdim ama açmaya cesaret edemedim bir türlü. Geçmişe dönmeye hazır mıydım onu bile bilmiyordum. Belki de bu hesaplaşmayı yapmalıydım. Geçmişimle hesaplaşmalıydım ki geleceğime yön verebileyim.
Hızlıca kapağını açtım. İlk olarak önüme kızlarıma ait doğum belgeleri ve ilk fotoğrafları geldi. Onlar benim en değerli hazinelerimdi. Tek tek okşayarak kenara kaldırdım. Onların hemen altından evlilik cüzdanı belirdi önümde. Bir an tereddüt etsem de onu da çıkartıp kapağını açtım. Henüz yirmili yaşlarında güzel bir kız mutluluk içinde gülümsüyordu. Genç adam ise yakışıklı ve mağrurdu. Hemen kapatarak onun eşyalarının arasına doğru fırlattım. Tekrar gözlerimi sandığa çevirdim. Evlilik işlemlerinde istenen belgeleri bile saklamıştım. Evliliğe dair ne varsa buruşturarak ait oldukları yere fırlattım.
Şimdi üniversite yıllarına gelmişti sıra. Mezuniyet fotoğrafları, diplomam, sevgililerden gelen ufak hediyeler hepsinin birer hikâyesi vardı. Her bir obje beni farklı bir hikâyenin içine çekiyordu. Onun içinde olmadığı tüm anılarımı korumak için çabalıyordum. Hepsini özenle kaldırarak diğerlerinin arasına koydum. Artık lise yıllarına gelmiştim. Artık sandıktan çıkanlar çocuksu bir hal almaya başlamıştı. İlk olarak lise yıllığımı çıkartmıştım. Tanıdık bir sürü suret belirivermişti önümde.
Her bir suret farklı bir hissi hatırlattı. Kimi bir gülümseme bıraktı yüzümde, kimisi erkenden gidişinin acısını ama en çok yakın arkadaşlarımı görünce heyecanlandım.
Biz beş kişilik bir arkadaş gurubuyduk. Nevin, Sevim, Elif, Kader ve ben Aslı; kızlar bana As diye seslenirdi. Nevin liseden sonra uzaktan akrabalarının oğluyla evlenip Almanya’ya yerleşti. Türkiye’ye geldiği zamanlarda birkaç defa buluştuktan sonra bir daha ondan hiç haber alamadık. Sevim ve Kader aynı bölümü kazandılar ve şuan ikisi de aynı okulda öğretmen. Zaman zaman sosyal medyada fotoğraflarını görüyorum. Dostlukları hala devam ediyor. Bense üniversite yıllarında okulun en çapkın erkeğine kapılıp hayatımı evime çocuklarıma adadım. Sonuçta hiçbir kariyeri olmayan boşanmış yapayalnız bir kadınım. Oysa o zamanlar hayat ne kadar eğlenceliydi bizim için. Hiç ayrılmayacağımızı zannederdim. Dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü sandığımız yıllardı. Çok şımarık bir kızdım. Öğretmenlerimizle ve arkadaşlarımızla dalga geçmenin eğlence olduğunu zannederdik. Hatta sınıfta bana ilgisi olan Fatih adında bir çocuk vardı. Bir gün kızlara Fatih’e bir oyun hazırladığımı çok eğleneceğimizi söyledim. O günü hiç unutmam. Önce ona biraz yaklaşıp umut vermiştim. Sonra ise bir mektup yazarak onu okulun çıkış kapısında buluşmak istediğimi yazdım. Daha sonra tüm sınıfa çıkışta kapının önünde toplanmalarını söyledim. Tam da tahmin ettiğim gibi kapının tam önünde elinde ona yazdığım mektup heyecanla beni bekliyordu. Beni görünce yüzü utanarak kızardı ve mutlulukla gülümsedi. Aslında o an yaptıklarımdan ölesiye pişman olmuştum ama her şey için çok geçti. Tüm sınıf birden alkışlayarak ikimizin adını bağırmaya başlayınca yüzü bir anda soldu. Gariptir ki o halde bile bana nefretle bakmamıştı.
Bense büyük bir pişmanlık içinde utanarak başımı eğdim. Koşarak bizden uzaklaştığı o an hala dün gibi aklımda. O günden sonra bir hafta okula gelmedi Fatih. Sonrasında ise hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Benimle hiç konuşmadı. Okulun son günü elime bir kâğıt parçası tutuşturarak çekip gitti. O kâğıdı açarken kendimi her türlü hakarete hazırlamıştı ama orada sadece şu dizeler yazıyordu.
Aşkın bal olsa ben zehir içerim.
Yüzün gül olsa ben zakkum severim.
Gelme, ben gel desem de sen gelme.
Sana atan kalbi yerinden sökerim.
Dilim lal olsun kalbim mühür…
O not kâğıdı da bu sandığın içinde olmalıydı. Biraz karıştırdıktan sonra buldum. Sanki Fatih’in kaleminden şimdi çıkmış gibiydi. Yaptığım şeyden hala utanıyordum ama onun bu olayı bu kadar abartacağını hiç düşünmemiştim. Gerçekten beni bu kadar sevmiş olabilir miydi acaba? Bir an aklıma takıldı. Acaba şuan ne yapıyordu. Onunla ilgili hiçbir şey duymamıştım bugüne kadar. Kendi küçük dünyama o kadar kaptırmıştım ki kendimi diğer insanların varlığını bile aklıma getirmemiştim. Hemen telefonumu çıkarttım ve “Fatih Aydın” yazarak aramaya başladım. Pek bir şey bulmayı beklemiyordum aslında ama karşıma bir sürü kitap çıktı. Aynı kişi olabilir mi diye tereddüt ettim önce ama yazarın fotoğrafını dikkatlice inceleyince aynı kişi olduğunu gördüm. Fatih yazar olmuştu, üstelik de başarılı bir yazardı. Hatta yazdığı son kitabı “Zehirli Aşk” kitabı satış rekorları kırmıştı. Kitapla ilgili daha fazla araştırma yapınca bir röportajına denk geldim.
“Fatih bey, kitabınızda “zehirli bal” olarak bahsettiğiniz kadını gerçek hayatınızda tanıyor musunuz?”
Önce gülümsüyor sonra “tanışmamış olmayı dileğim biri diyelim” diye karşılık veriyordu.
Suç işlemiş bir çocuk gibi kabuğuma çekilerek kendim hakkında söylenenleri dinledim. Hiç evlenmemişti. Çünkü aşka inanmıyordu. Hayallerindeki aşkı kitaplarında bulduğundan bu büyünün bozulmasını istememiş. Sosyal medya hesabıma girerek adını arattım. Karşıma ilk o çıktı. Ne kadar çok ortak tanıdığımız varmış ama onu hiç fark etmemişim. Ellerim titreyerek mesaj bölümüne girdim ve bir çırpıda “merhaba” yazdım. Birkaç saat sonra telefonumdan gelen sesle ellerim titreyerek telefonumu açtım. Sadece “merhaba” yazıyordu. Beni tanımamış olacağını düşünerek kendimi tanıttım ve onunla görüşmek istediğimi söyledim. Ondan özür dilemek istiyordum. Bunu yüzüne bakarak yapacaktım. “Sınıftakiler de orada olacak mı?” açıkçası bu mesajı beklememiştim.
“Tek olacağım” dedim.
Buluşma saati geldiğinde içimi kaplayan bir korkuyla buluşma yerine gittim ve beklemeye başladım. İçimden bir his gelmeyeceğini söylüyordu ama ben her şeyi göze almıştım. Ondan özür dileyecektim. Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra geldi. “Çok bekletmedim değil mi?” diye sordu. “Hayır, yeni gelmiştim” dedim. “Lise de yaptığın gibi yapacaksın diye biraz geç geleyim dedim” dedi. O ne derse desin haklıydı. Ben burada özür dilemek için bulunuyordum. “Ne dersen haklısın, hayat bana acı da olsa çok büyük ders verdi” dedim. “Seninle ilgili her şeyi biliyorum. O adam sana layık değildi” dedi. “Ama sen, nereden biliyorsun?”
“Ben senin hakkında her şeyi biliyorum, tek bilmediğim benimle neden görüşmek istedin?”
Gülümsedim. “Bana yazdığın o not elime geçti ve senden özür dilemek istedim. Yeniden başlayabilmek için geçmişimde leke olsun istemiyorum”
“Ben seni yıllar önce affettim zaten, sadece bugün olduğum bu yeri o gün senin yaptığın o harekete borçluyum. Ben sana teşekkür ederim aslında” dedi. Bu söyledikleri bana çok garip gelmişti. Numara mı yapıyordu yoksa ciddi miydi anlayamadım. “Yani kitaplarında yazdığın gibi düşünmüyor musun?” diye sordum.
“Hayır, ben seni çok sevmiştim ama seni sevmeyi o kadar çok sevdim ki seninle kavuşmuş olsaydım bile seni uzaktan sevmenin üstünlüğüne ulaşamazdım”
“Buna sevindim, seni kırdığım için çok özür dilerim yine de. Ben bunun bedelini ödedim. Neler hissettiğini de anladım”
“Beni düşünmene gerek yok, tüm bu yazdıklarım ve söylediklerim sadece işimin bir parçası, sen benim için geçmişte kalmış hüzünlü bir anıdan ibaretsin. Kendi hayatına odaklanabilirsin”
“Teşekkür ederim, şimdi buradan çıkıp bir iş görüşmesine gideceğim. Bana kırgın olmadığın için çok mutlu oldum” dedim ve vedalaşarak masadan kalktım. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Kalbimde hissettiğim acının adı neydi bilemiyordum ama daha önce hissettiklerim gibi değildi. Ondan bir beklentim yoktu ama ona yüklediğim anlam o kadar büyüktü ki bana bağırmasına bile hazırdım ama ciddiye almamasına hazır değildim. Bu beni kırmıştı. Omzuma dokunan bir el ile kendime geldim. Arkama döndüğümde onu karşımda gördüm. Onun da gözleri yaşlıydı. Kollarını iki yana açarak gülümsedi. O an benim de içimde sanki bir buz eridi.
Bu yazının tamamı yazara aittir.
Not:Yazıda geçen isimler tamamen hayalidir.
Editör: Duygu BALCI
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ