PROJE 13 BİR KAN BAGININ HİKAYESİ
- Yazar: Soner IRMAK
- 5 Aralık 2024
- 87 kez okundu
“PROJE 13” BİR KAN BAĞININ HİKAYESİ
Soğuk Bir Aralık Gecesi;
Saat gece yarısını birkaç dakika geçmişti. Şehrin sokaklarını kar taneleri sessizce örtüyordu. Herkes evine çekilmiş, sobaların sıcaklığına sığınmıştı. Ancak, terk edilmiş bir fabrikanın loş ışıklarla aydınlanan odasında biri uyanıktı.
Adı Eren’di. 27 yaşında, hayatı boyunca hiçbir yere tam anlamıyla ait olamamış bir genç. O gece fabrikada olması, hayatını sonsuza dek değiştirecekti. Bir iş görüşmesi bahanesiyle çağrılmıştı buraya, ama masanın üzerindeki paslı zarf ve içinde yazanlar düşündüğünden çok daha fazlasını vaat ediyordu.
Zarfın içinde, eski bir fotoğraf, bir anahtar ve kısa bir not vardı: “Cevaplar seni bekliyor. İzmir Saat Kulesi’nin altında, sabah altıda.”
Eren, kalbinin çılgınca çarptığını hissetti. Kimdi bunu ona gönderen? Ve daha önemlisi, neden? Zarfı katlayıp montunun cebine koydu, ama kafasının içindeki soruları susturamadı. Saatine baktı: 12:15. İzmir’e gitmesi gerekiyordu ve zamanı daralıyordu.
Eren, cebindeki anahtarı sıkıca kavrayarak fabrikadan çıktı. Kar, ayaklarının altında çıtırdıyordu. Hızla yakındaki otobüs durağına yürüdü. İzmir’e giden son otobüsü kaçırmış olabileceğinden endişeliydi. Neyse ki durağa vardığında, üzeri karla kaplanmış otobüsün farlarını gördü. Şoför, sigarasını bitirip otobüse dönerken, Eren de içeri atladı.
Otobüs neredeyse bomboştu. Sadece yaşlı bir kadın ve uyuyan bir genç vardı. Eren, en arka koltuğa oturup zarfı tekrar çıkardı. Fotoğrafı dikkatlice inceledi. Siyah-beyaz bir görüntüydü, bir grup insan gülümseyerek bir bahçede poz vermişti. Ancak fotoğrafın bir köşesi yanmış gibiydi ve sadece birkaç yüz net görünüyordu. İçlerinden biri tanıdık geliyordu… Babası mıydı bu?
Eren, derin bir nefes aldı. Babası, o daha çocukken ortadan kaybolmuştu. Ne bir mektup bırakmış, ne de bir iz. Annesi yıllarca durumu açıklamaya çalışmış, ama Eren hiçbir zaman tam olarak inanmak istememişti. Şimdi elindeki fotoğraf, o günlere dair bir ipucu olabilir miydi?
Sabaha karşı saat 05:45’te İzmir’e vardığında, hava hala karanlıktı. Saat Kulesi’nin etrafındaki ışıklar şehrin nemli soğuğunu biraz olsun yumuşatıyordu. Eren, elindeki anahtarı sımsıkı tutarak kuleye doğru ilerledi.
Kulenin dibine vardığında bir şey dikkatini çekti. Ayaklarının hemen önünde, ince bir kağıt parçası karın altından sarkıyordu. Eğilip kağıdı aldı. Üzerinde bir isim yazılıydı: Büyükada.
Eren’in yüzü karıştı. İzmir’de bir adanın işi neydi? Ancak kağıdın arkasında, küçük harflerle bir ek daha vardı: “Sıradaki durak seni daha da derine çekecek. Güvende olacağını sanma.”
O sırada, bir adam gölgelerin arasından çıktı. Uzun, siyah bir palto giymişti. Sakince konuştu: “Babana yaklaşmak istiyorsan peşimden gel.”
Eren irkildi. Hiçbir şey söyleyemeden adama doğru bir adım attı. Ancak içindeki korku, merakla yer değiştiriyordu. Belli ki bu daha başlangıçtı.
Soğuk Bir Aralık Gecesi (Devam)
Eren, adamın peşinden yürümeye başladı. Kule meydanından çıkıp dar sokaklara girdiler. Sokak lambalarının çoğu sönmüş, karanlık iyice çökmüştü. Adam arkasına bakmadan ilerliyordu, paltoyu sırtında bir gölge gibi taşıyordu.
“Babam yaşıyor mu?” diye sordu Eren, sonunda sessizliği bozarak.
Adam durdu, başını hafifçe çevirip omzunun üzerinden konuştu. “Yaşıyor. Ama hayal ettiğin gibi değil.”
Bu sözler Eren’in içini titretti. Hem bir umut ışığı hem de korkunun soğuk pençesi içine dolmuştu. Adam bir süre daha yürüdükten sonra eski bir hanın kapısına geldi. Kapıyı açtı ve eliyle Eren’e işaret etti.
“İçeri gir!”
Eren tereddüt etti. “Ya bir tuzaksa?”
Adam kısık bir sesle gülümsedi. “Bu saatten sonra geri dönmek isteyebileceğini sanmam.”
Eren dişlerini sıkarak içeri girdi. Hanın içi beklediğinden çok daha farklıydı. Duvarlar eski, nemli taşlardan yapılmıştı ama her köşede modern cihazlar, ekranlar ve karmaşık kablolar vardı. Ortada uzun bir masa, masanın etrafında ise birkaç kişi oturuyordu.
Masadakilerden biri, yaşlı bir kadın, Eren’i görünce yavaşça ayağa kalktı. Kadının elleri hafifçe titriyordu. “Demek Cesur’un oğlu,” dedi.
Eren’in gözleri büyüdü. “Cesur mu? Babamın adı Mustafa’”
Kadın acı bir kahkaha attı.
“Mustafa mı?
Sana sadece o kimliği bıraktıysa, bu onun seçimi.
Ama gerçek adı Cesur ve senin bilmediğin bir geçmişi var.”
Eren yutkundu. “Bu neyle ilgili? Neden buradayım? Babamı görmek istiyorum.”
Kadın, masanın üzerinde duran küçük bir dosyayı ona doğru itti. Dosyanın kapağında büyük harflerle “PROJE 13” yazıyordu.
“Bu!” dedi kadın,
“Babanın neden ortadan kaybolduğunun cevabı. Öğrenmeye cesaretin var mı?”
Eren dosyayı açtı. İçinde, karmaşık çizimler, kimlik belgeleri ve birkaç siyah-beyaz fotoğraf vardı. Fotoğraflardan birinde babası genç bir adam olarak görülüyordu. Yanında ise daha önce hiç görmediği bir grup insan. Ancak asıl dikkat çeken şey, fotoğrafın arka planındaki devasa bir yapıydı; sanki yerin altına inşa edilmiş bir laboratuvar gibiydi.
“Bu ne anlama geliyor?” diye sordu Eren.
Kadın derin bir nefes aldı. “Baban senin sandığın gibi bir adam değildi. O, çok tehlikeli bir deneyin parçasıydı ve şimdi sıra sende.”
Eren’in gözleri dehşetle büyüdü.
“Ne deneyinden bahsediyorsunuz? Bu saçmalık!”
O sırada siyah paltolu adam, kapıyı kapatarak konuştu:
“Kaçamazsın, Eren. Kanında taşıdığın şey, bu hikayenin sonunu
yazacak”
Yazan Soner Irmak
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal YILDIZ
Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?
Çok keyifli bir öykü. İhtimalen devam edecek...ben de merakla bekleyeceğim...kaleminize sağlık.
E ama devamı... Bekliyorum 🥰
Emeğinize yüreğinize sağlık 👏