Pollyanna’nın Hârika Oyunu
- Yazar: Ümmü ÖZÇELİK
- 25 Temmuz 2024
- 57 kez okundu
Pollyanna’nın Hârika Oyunu
Pollyanna adında bir kız varmış; iyilik ve mutluluk oyunu ile tanınan biri. Teyzesi ile mutlu bir şekilde yaşar ve tüm problemlerini iyi düşünme oyunu oynayarak çözermiş. O, sorunları çözdükçe adeta bir sorun çözme yetkilisi gibi kasaba halkı ona danışırmış. Meşhur olmak kolay ama bunu insanlara unutturmak pek kolay değilmiş. Pollyanna, mutluluk oyunu oynamaya devam ederken bazen kendini boyundan büyük sorunların içinde buluverirmiş.
Mevsimlerden yaz, aylardan ağustostu. Çiftçiler için hasat mevsimi denilen ve bahardan beri verdikleri tüm emeklerin karşılığını alacakları önemli bir aydı. Bu ay, aynı zamanda ayılar ve kurtlar için de önemli bir zaman dilimiydi. Senede bir kere tadabilecekleri meyveler olgunlaşmış ve kokuları ormanın derinliklerine kadar ulaşmıştı. Bu enfes kokular, onların aklını başından alarak bahçelerin olduğu yere inmelerine teşvik ediyordu.
Kış mevsiminde aç kalan ayıların ve diğer hayvanların karnını doyurmak için bu mevsimde ormanda çok fazla yiyecek bulunmuyormuş. Onların koku alma duyuları gelişmiş olduğundan hangi bahçede ne var, nerede olgun bir meyve var anlıyorlarmış. Hayvanlar kasabaya inmeye korksalar da açlık, hayatlarını tehlikeye atarak bu bahçelere yaklaşmalarına neden oluyormuş.
Kasabada her gün konuşulan konu bu olmuştu. “Bugün bizim bahçeye de girmişler.” “Bizim mısırları yemişler!” “Bizim armutları yoklamış biri!” “Ben gözlerimle gördüm, üç taneydiler!”
İyi kalpli Pollyanna, “Bunu nasıl çözebilirim?” diye düşünmeye ve herkese sormaya başlamıştı. Avcı olan komşuları, hepsini sırayla avlamak gibi kestirme ve pek de merhametli olmayan bir yol öneriyordu. Başka biri, kasabanın etrafını çitlerle çevirmeyi teklif etmişti.
Pollyanna, hep yaptığı gibi bunun çok basit bir çözümü olabileceğini düşündü. Ayıların veya diğer hayvanların zarar verebileceği teyzesine ait bir bahçe yoktu ama duyduğu bir sorunu duymamazlıktan gelemezdi. Hem zaten “Beni ilgilendirmez” dediğin ve başkalarına ait sorunlar bir gün gelip seni de bulabilirdi. Bencil olmak, yani sadece kendini düşünmek, insana sanki mutluluk veriyor gibi olsa da bu çok kısa sürerdi. Çünkü komşunun evindeki pis bir koku giderilmedikçe seni de rahatsız etmeye başlardı.
Pollyanna, basit mantıkla düşündü. Sorun, hayvanların aç olmaları nedeniyle meyve ve sebzeleri yemek isteğiyle kasabaya inmeleriydi. O zaman çözüm, onları doyurmak olabilirdi. Onların karınları başka şekilde doyarsa, aşağıya inmezler, ormanda kalırlardı. Araştırınca ormancıların bunu denediğini ve onların yiyebileceği bazı gıdaları ormana bıraktıkları halde yine de indiklerini öğrendi.
Pollyanna’nın içinde ‘Sorun sadece aç olmaları değil de meyve ve sebzelerden tatmak istemeleri olmalı!’ diyen bir ışık yandı. Öyle ya, insan yaz gelir de meyve yemeden durabilir mi? Hiç mısır közlemeden ya da haşlamadan yaz geçer mi? Kırmızı kirazlar, sapsarı kayısılar ve mis kokulu, sulu kavunlar… Bunları düşününce kendisinin bile ağzı sulanmıştı. Eğer kasabada bu meyvelerden bulamasa, herhalde o da bulacağı yer ne kadar uzak olursa olsun giderdi.
O zaman çözüm elbette ki onları sebze ve meyve ile beslemekti. Tabii ki eleştiriler gecikmedi. “Bu nasıl olacak? Kendi elimizle meyveleri toplayıp buyurun ayı efendiler yiyin mi diyelim?”
Pollyanna, bunun nasıl başarılacağını açıkladı: “Biz her birimiz kendi bahçemizde olan meyveleri tüketmiyor muyuz? O zaman onların yaşadıkları yerlere de meyve ağaçları dikelim! İnsanlar meyve ve sebzeleri yedikten sonra bazen çekirdeklerini etrafa atıyor ve orada meyve ağacı, kavun, karpuz veya domates fidanı çıkabiliyor. O fidanlar ormana götürülüp dikilebilir. Onlar orada büyüdükçe hayvanların meyve ihtiyacı da karşılanır.”
Bu fikir, kasaba halkına yapması zor gibi gözükse de mantıklı gelmişti. “Nasıl olacak bu?” diye soran birkaç merhametli ve çözüm odaklı insan çıkmıştı. Bunun ne kadar sürede çözüm olacağını kestiremeyen bazı büyükler de olumsuz düşüncelerle ortamı karartmaya devam ediyorlardı. “Ölme eşeğim ölme! Yaz gelince sana yonca vereceğim.” “Bizim ömrümüz yetmez bunu görmeye!”
Pollyanna, bu olumsuz tepkilere hiç aldırmadan karşılaştıkları bu sorunu hayallerinin peşinden gitmeyi seven çocuklarla çözmeye karar verdi. Onlarla evde yedikleri meyve ve sebzelerin tohumlarını biriktirmek için sözleştiler. Biriktirdikleri bu tohumları bahar mevsiminde kırlara ve dağlara çıkarak ekeceklerdi. Yağmurlar onları sulayacak ve bu şekilde büyüyeceklerdi. Bunu her yıl yapmaya da devam edeceklerdi.
Büyükler için küçük ve mantıksız görünen bu çözüm, onlar büyüdüklerinde çok işlerine yarayacaktı. Hem dedelerimiz ve babalarımız, “Biz nasıl olsa meyvesini yiyemeyeceğiz” diyerek hiç meyve ağacı ekmemiş olsalardı, şu anda biz de ayılar gibi aç ve meyvesiz olabilirdik. Pollyanna, büyüklerden ‘Dünya’yı iyilik kurtaracak.’ diye bir söz duymuştu. Bunu ‘Dünya’yı iyi kalpli çocuklar kurtaracak.’ diye güncellemek lazım diye düşündü. Sizce?
Gökten üç tohum düşmüş: Biri meyveyi sevenlerin, biri hayvanları besleyenlerin, biri de hayallerinin peşinden gidenlerin başına…
Yazan: Ümmü ÖZÇELİK
Editör: Murat Çatal
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Bir önceki yazımı okudunuz mu?
SİNDİRELLA’NIN ORTOPEDİK AYAKKABISI