Kuşbakışı
- Yazar: Tuğçe Coşar
- 23 Eylül 2024
- 292 kez okundu
Kuşbakışı
Dinlemekten hiç sıkılmadığım, insanlığı cihada çağıran lakin insan katlini meşrulaştırmayan bir vaazsın benim için. 30.10.2022 tarihinde parmaklarımdan telefonumun notlar kısmına düşmüş bu satırlar. Adresi çok net olan kelimelerdi. Sahibine ulaştığında ne hissettirdiğini tahmin etmiyordum, biliyordum.
Kelimeler şimdi de bir araya geliyor aslında, yine şık kombinasyonlarla. Adrese teslimde bazı aksaklıklar var gibi. Özeleştiri sekansında bir araya gelirsek eğer sizlerle – ki buna henüz hazır değilim – orada uzun uzun değineceğim, üzerine paragraflar hazırlayıp, iğneyi çuvaldızı ne bulursam kendime saplayacağım, sözüm olsun.
Şimdi daha kolay olanı yapalım birlikte. Özenli, hisli kelimelerin adrese tesliminde neler engel oluyor bize, birlikte bakalım; toplumsal normlara dokundura dokundura eleştirelim.
Böyle bir dünyada yaşamanın o sandıklara kilitlediğimiz aşklarımıza nasıl zarar verdiğine, enflasyona yenik düşen romantikliğimizin yıllar içinde kaybettiği değerine bakalım. Bakarken fark edelim, önce ağız dolusu sövelim bu sisteme, sonra yenilmemeye yeminler edelim kapitalizme.
Geçim derdi, seçim derdi yıllardır ezberlediğimiz bir türkü zaten. Şimdilerde buna hayatta kalma derdi, özgür olamama sorunsalı, hakkımı korumalıyım yoksa yenmesi bir sandviç kadar kolaydır ezberleri ekleniyor.
Bu yeni türküler öyle sıkıştırıyor ki öyle üzüyor ki romantik serseri kalplerimizi… Üzgün, depresif, melankolik, umutsuz simülasyon karakterleri olarak bu kadar harabiyetin içinde birbirimizi sevmeye çalışıyoruz.
Erteliyoruz sevdiklerimize sevdiğimizi söylemeyi, üstelik ertelediğimizin farkına varmıyoruz ki bunu değiştirebilelim. Yaşamın hengamesi ele geçiriyor bizi, görünmez iplerimizden sıkı sıkı kavrıyor. “Seven sevdiğine sevdiğini söylesin” basit ve bir o kadar da anlaşılır söylemi, klişe olarak hafızalarımızda yerini büyük bir özenle koruyor fakat derinine inilip kazı çalışmaları yapılamıyor orada.
Ne oluyor da bu anlamlı cümleyi içselleştiremiyoruz? Ne oluyor da kendi hayatımıza ancak bir yabancının dış kapıdan evimize baktığı kadarı ile müdahil olabiliyoruz sadece?
Kuşbakışı bakamıyoruz. Şöyle bir yükselip yukarıdan bakamıyoruz; kutuplardan basık, ekvatordan şişik hayatlarımıza. Hayal edelim birlikte. Bir helikopter alıyor bizi en müsait durağımız olan ‘gözlem’ durağından.
Yükselirken bazı şeylerin küçüldüğünü fark edersiniz. Somut, dokunulabilir olan ne varsa uzaklaştıkça küçülür: yeni aldığınız arabanız, son model telefonunuz, ev eşyalarınız, eviniz, arsanız yahut zar zor kirasını ödeyebildiğiniz eviniz, dosya kağıtlarına sığdıramadığınız borçlarınız, 88 taksitle aldığınız devremülkünüz… Ne varsa küçülür, ufacık olarak semaya yükseldikçe.
Ama gelin biz fazla yükselmeyelim. Yaklaşık 30 metre yükseklikten, gözlem durağından hareket ettiğimiz helikopterimizle bir süre hayatımızın üzerinde serbest uçuşlar yapalım.
Uzaklaştıkça küçülenleri gördük birlikte, uzaklaştıkça büyüyenler var bir de… Özlem mesela. Yazılı olmayan kurallardandır; ne kadar uzaklaşırsan o kadar büyük olur özlemin.
Elini uzattığında ulaşabildiğinin orada olduğunu bildiğinin kıymeti olmaz, hatta elini uzatıp orada mı diye yoklamazsın bile bir süre sonra. Ta ki yanında olmadığını, uzaklaştığını fark edene dek…
O yüzden kuşbakışı turlar yapılmalı gözlem durağından hayatımıza. Yükselip bir bakılmalı ki ne var ne yok bilelim; olanların da gerçek manada uzaklaşmadan sanal turlarla denemeler yaparak kıymetini bilelim.
Eşiniz, aileniz, sevgiliniz, çocuklarınız… Neyiniz varsa gerçek olan, bir yukarıdan bakmalı onlara. Aşağıdayken ağzımızdan taksitle çıkan ‘özledim’leri, ‘seviyorum’ları uzaklaşınca peşin peşin bağırmak isterseniz belki. Böyle sanal turlar yapmazsak şayet, bir gün en gerçeğinden tek yön turla uzaklaşınca peşin söylemeye kredimiz olmayabilir.
Yazar: Tuğçe Coşar
Baş Editör/Redaktör: Murat Çatal
Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız
Bu yazının bütünü yazarına aittir.
Tebrik ederim 👍❤️
Çok güzel bir yazı ❤️ Son günlerde ben😁