KAYBOLAN DEĞERLER VE ÇÖZÜM YOLLARI

KAYBOLAN DEĞERLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
KAYBOLAN DEĞERLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
 
Bizim yitirdiğimiz değerlerimiz var. Ağzımıza sürülen bir damla zehirli bal uğruna nelerden nelerden ödün verildi? Ne kul hakları yenildi? Kul hakkı yiyenler sosyal medyada yediklerini, içtiklerini paylaşırken “Elhamdülillah” diyorlardı.
 
Profillerinde Kun Fe Yekun yazıyordu. Sadece “Ye” kısmını anlamışlar. Oysa İslam bu değildi. Dillerinden düşürmedikleri Hz. Muhammed (sav) onların yaşantısını yaşamadı. Din de, inandıkları peygamberimiz de (sav), Hz. Ömer (ra) adaleti de bu değildi.
 
İnandıkları gibi yaşayamayınca, yaşadıkları gibi inanmaya başladılar. Haliyle zekat kavramı kalktı, oruçların anlamı aşıldı kul hakları yendi, umreler, haclar turistik seyahate döndü. Oysaki Allah(cc) tek bir şey istemişti. “Kul hakkı ile gelmeyin.”   
 
Toplumları ayakta tutan, dinamiğini sağlayan değerler bugün aşağılanmakta, dürüstlük, namusluluk enayilik sayılmakta. Ahlaki değerler sanki yüz seksen derece döndürülmüş, ahir zaman denilerek kültürel, vicdani ve ahlaki değerlerimiz hızla kaybedilmekte. “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” hadisi şerifinin unutulmuş, yapılan yemekler sosyal medyada milletin gözüne sokulmuş.
 
Telefondan artık kahve, yemek emojisi göndererek vicdanlar rahatlatılmaya çalışıldığı bir dönem. Dizilerle toplumun değerlerine de dinamit koyuldu. Eskiden zaruretten borçlanılırdı şimdi lüks yaşamak amacıyla borçlanılıyor kredi kartlarıyla. Hem de geleceğe.
 
Daha kazanamadığı parayı borçlanıyor. Kendini anlık zengin hissediyor. Kapitalizm ile eskiden aynı tabağa kaşık atan aile üyeleri şimdilerde aynı eve sığamaz oldular. Televizyonlardan öğrendikleri bilgileri doğru yanlış sorgulamadan papağan gibi tekrarlayan robotsu, uzaktan kumanda edilen bir toplum oluşmuş.
 
Sorgulama yeteneğinden mahrum, eğitimsiz ve vicdansız. Büyükler de dinlenmez oldu haliyle. Sonucunda yaşlıya hürmet de kalmadı. Huzur evlerine bırakıyor çocukları huzurlu yaşasın diye. Oysa bilmiyor ki büyük çocuğunun yanında huzurlu. Haliyle huzur da haram oldu ailelere. Toplum parçalara ayrılarak perişan edildi.
 
Eşyalar o kadar yer kaplıyor ki artık aile üyelerine yer kalmamış evlerde. Eşyalara insanlardan çok değer verilir olmuş. Cemil Meriç’in dediği gibi “dünyadaki kaosun nedeni eşyaların insanlardan daha çok sevilmesi…”
 
Saygı, sevgi, hoşgörü, vefa, yardımseverlik, kardeşlik, dostluk, namus, sadakat, hasbilik kadirşinaslık, dayanışma, yurtseverlik, dürüstlük özde değil artık sözde olmuş.
 
İnsanlar şekillerin peşine takılmış, özü bırakmış. Altın yaldızlar ile maske takmışlar. Biraz tanıdıkça dökülüyor boyaları, maskeleri… Bir değil bin maske takıyorlar. Ama neden? Toplum böyle olunca da eski birlikteliğini kaybetmiş, bir emperyal gücün yanına sığınıyor, onla kötü olunca diğer emperyal gücün yanına gidiyor oradan oraya savruluyor bir türlü eskisi gibi kendi olamıyor.
 
Çünkü yitirdiği değerler var onları bir an önce kaybettiği yerlerde bulması gerekiyor. Gönüller paramparça… Bu kırık parçalar nasıl düzeltilir o da meçhul. Ama düzeltilmesi, bir araya getirilmesi elzem. Her şeyin bir bir unutulduğu bir coğrafyada bizi biz yapan büyükler de unutulur oldu.
 
Eskiden bayramlarda ayrı kalan çocuklar, akrabalar büyüklerinin yanlarına koşarak giderlerdi şimdi tatile gidiyorlar artık bayram günlerinde. Aile değerleri sarsıldı bir kere. İçimizde ağzı dualı, beli bükülmüş yaşlılar olmasaydı çoktan helâk olmuştuk belki de. Telefonla ne çok şeyi halleder olduk. Duygular artık geri planda. Emojileri gerçek duygularımızın önüne koyduk artık.
 
Kalbimiz ne hissediyor kim bilir? Kalplere bakılmıyor artık telefon ekranlarındaki emojileri veriyor (!) nasıl olsa duyguyu? Herkesin ayrı bir dünyası var bu zamanda. Çocuklar daha küçük yaşlarda telefona, tablete bağımlı.
 
Anne baba sevgisinden yoksun. Anne baba ekmek derdinde. Çocuk mutluluğu teknolojik aletlerde arıyor, anne baba biraz vakit bulsam da koşuşturmacadan dinlenebilsem derdinde. Herkes kendi dünyasında mutlu olabileceğini zannederek başka dünyaları görmezden gelip yok sayıyor. Kendi çocuklarının dünyalarını bile ıskalar olmuş.
 
Çocuklar artık kendi odalarında, kabuklarına çekilmiş. Tek bağlantıları binbir tuzak ile dolu sanal ortam. Sahte dostlar, dostluklar… Hayatın gerçeklerinden uzak… Güzel komşuluklar vardı eskiden. Evlerde pişirilen her ne varsa, bir tas çorba bile olsa komşulara verilirdi. Şimdi onları da emojiyle hallediyoruz. Kahve, yemek emojileri ile tıkla, gönder.
 
Aç mı değil mi ilgimizi çekmiyor artık karşımızdaki kişi. Mahallede ihtiyaç sahipleri mutlaka herkes tarafından bilinir, gözetilir, yardım eli uzanırdı hiç durmadan. İhtiyacı olan kişilerde elindeki olanla idare edip, sabredip, çalışıp kimseye el açmazdı, dilenmezdi, hırsızlık nedir bilmezdi.
 
Şimdilerde aynı apartmanda oturan insanlar yan komşusundan bile habersiz. Kimi hasta, kimi yasta çok ilgilendirmiyor artık insanları (!) Yolda karşılaşsalar bile ne bir selam sabah var, ne de bir tebessüm, iki yabancı gibi. En samimiyetsiz sorular ile başlıyorlar birbirlerine. “Nasılsın?” Aslında hiç merak bile etmiyor sorusunun cevabını.
 
Otomatik makine gibi işte ağızdan çıkıyor sorular. Dünyanın en samimiyetsiz sorusudur “Nasılsın?” sorusu. İyiyim deyip geçiyor insanlar artık. Soran kişi bilmiyor sanki nasıl olduğunu, darmadağın, paramparça olduğunu. Engelli insanlar engelsiz insanlar tarafından hayatı daha zorlanır oldu. Engel kimde? Toplumsal duyarlılık gitgide maalesef eksildi.
 
Hayvanlara işkence yapan insansılar türedi ahlak kaybolunca. Herkesin birbirine karşı güveni azaldı. Dış zenginlikler arttıkça, içimizdeki zenginlikler (değerler) azaldı. Daha çok, daha çok hırsı sarmış onları ve ahlâksızlıklar arttıkça en namussuz insanlar en namuslu sözler ile öne geçtiler. Dedim ya şekil önemli artık, öz değil. Yeter ki yalanlarla insanları kandırmayı başar.
 
Yalancılar baş üstüne alındı bu zamanda. Oysaki olmaları gereken yer o değildi. Ah ala ala yükseldiler hep. Ama ilahi adalet var Allah’tan. Herkes menfaatle bağlanmış hayata. Menfaatleri bitince sahte dostluklar da bitecek eninde sonunda…
 
Daha birçok örnek vermek mümkün. İçiniz karardı biliyorum. Zaten karanlık olan dünyamızda. Gelinen noktada; ne inancımız, ne ilkelerimiz, ne ahlakımız, ne vicdanımız ve ne de kültürümüz kaldı.
 
Kendimize, özümüze yabancılaştık. Bizi biz yapan değerlere düşman olduk. Makam, mevki, para ve kadın uğruna satmadığımız, taviz vermediğimiz neyimiz kaldı? Faniyi baki olana harcadık. Modern villalarda oturan, son model araçlara binen Müslümanlar süslümanlaştı. Kapitalistleşti.
 
Burnu Kaf Dağı gibi büyüdü, kibirlendi. Zaten açtılar, bedevi Arap toplumları gibi sosyal medyada birbirleriyle yarıştılar israfta. Ama ileti paylaşırken israf etmeyin dediler birbirlerine. Her cuma günü aksatmadılar cuma mesajlarını.
 
Müslümanlık böyle oluyormuş artık. Çoğu kültür Müslümanı. Peygamberimizden (sav) uzak yaşantılarıyla… Çok müthiş bir beyin göçü ve akıl fukaralığı çekiyoruz. Beyinler göçtüğünden beri bir lokma uğruna beyin göçü yaşıyoruz. Çalışıp-çabalıyoruz, Batı’nın ürettiği bir dişliyi almakta zorlanıyoruz. Kendimize olan saygımızı, heybetimizi, haya ve edebimizi yitirdik.
 
Düşmanlarımız artık bizden korkmuyorlar. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar aciz bırakılmamıştık. İç dış düşmanlarımız gülüp eğleniyor. Toparlanmak lazım. Yine eski ihtişamlı, adaletli günlerimize dönebilmek için. Öylesine dünyevileştik ki ne özümüz ve ne de sözümüz kaldı. Dizilerde diriliş oynarken ülkemizde yıkılış yaşanıyor. Ahlaki erozyona uğramış güzel ülkemiz…
 
Liyakat aranmaz olmuş. Modern köleler olmuşuz artık zamanın çıldırtıcılığına karşı. Koşturmayan kapitalist düzenin çarkları arasında ezilip gidiyor. Aynı mahallede bile fark edilmiyor yokluğu… Üç gün bile ağlanmıyor artık ölenlerin ardından.
 
Kalpler, ruhlar, vicdanlar ölmüş bir kere. Katran karası kalpler, kör vicdanlar… Peki çözümler ne? Çözüm yolları ne olmalı? İnsanlığın kurtarıcısı ve hidayet önderi Hz. Muhammed (sav), tarihte eşine rastlanmayacak büyük bir inkılap gerçekleştirmiş ve insanlığı cehaletten kurtararak, vahye dayalı bir toplum inşa etmiştir.
 
Adaletli, vicdanlı duruşu sayesinde gönderildiği cahil, bedevi toplum dünyanın en medeni toplumu olma yolunda ilerledi. O kadar ilerledi ki batıl güçlerin sömürgesi haline gelen toplumlara özgürlük ve adalet getirdi. Cehalet, sömürgecilik, faizcilik, tefecilik, fuhuş, gasp ve her türlü kötülük sahneden çekilirken yerini adalete, eğitime, sevgiye ve barışa bırakmıştır.
 
Daha sonra yine adaletin, eğitimin bırakılması ile ve asrın çıldırtıcı kapitalist çarkına tekrar bağlanmaktan dolayı iç dinamikler dış dinamiklere tekrar yenilmiş. Asr-ı Saadet’ten sonra başlayan saltanat tiranvari diktatör rejimler yeniden tarih sahnesine çıkmış, insanlık sömürgeye, zulme ve adaletsizliğe yeniden kapı aralamış ve bugünkü durumuna boyun eğer hale gelmiştir.
 
Yani kul hak etmedikçe Allah (cc) azap göndermiyor. Tekrar özlenen adalet günlerine dönersek ülkemizde kara bulutların dağılacağı ümidini taşıyorum. Müslümanlar; kendilerini Allah’ın dininden bağımsız ve cahil idarelerin hükmüne layık gördüklerinden beri sömürülmeye mahkum olmuşlar, izzetli hayat yerini zillete terk etmiştir.
 
Ne zaman eğitim, adalet, vicdan, hukuk, liyakata tekrar geri döneriz ki dönmek zorundayız o zaman yine ülkemiz göklerde bir yıldız gibi parlayacak, şanlı tarihimizin kahramanları ve dünyadaki mazlumlar bizimle gurur duyacaktır.
 
Kim olduğuna bakmaksızın zalimin karşısında olmadan, kimden olduğuna bakmaksızın mazlumun yanında olmadan düzelmemiz mümkün değildir… Üç maymunları bırakın maymunlar oynasın. Bizler insanız, insanlığa talibiz.
 
 
Metin ÖZDEMİR
Editör: Nigar KAYA
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Metin ÖZDEMİR

METİN ÖZDEMİR 1979 yılında Bursa'da doğdum. İstanbul Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünden 2002'de mezun oldum.Evli ve bir çocuk babasıyım. Eğitime ve kitaplara olan aşkım hiç bitmeyecek. Elimden geldiğince topluma örnek olmayı amaçlıyorum.