Hayat Yavaş İçilen Bir Kahvedir

Hayat Yavaş İçilen Bir Kahvedir

Hayat Yavaş İçilen Bir Kahvedir”

Cafe Şerit ,şehrin kalabalığından kaçmak isteyenlerin soluklandığı bir yerdi. Kitap okuyanlar, bilgisayar başında çalışanlar, kahveyle düşünenler… Duvarda sarı ışıklı bir yazı vardı:
“Hayat, yavaş içilen bir kahvedir.”

Cam kenarındaki köşede, her zamanki yerinde Ferudun oturuyordu. Saçı kır, sesi tok, üstünde sade bir ceket. Elinde filtre kahvesi, önünde küçük bir not defteri. Eskiden üniversitede hocaydı, şimdi sadece düşünürdü. Ve arada konuşurdu. Özellikle genç biri cesaret edip “Merhaba,” derse.

O gün, üç genç yan masaya oturdu. Üçünün de yüzünde farklı bir yorgunluk vardı. Biri yalnızlıktan, biri kimlik arayışından, biri sadece hayattan.

İçlerinden biri dayanamadı:
“Ferudun Bey, sizce biz niye bu kadar boş hissediyoruz?”
Ferudun başını kaldırdı, gülümsedi. Kahvesinden bir yudum aldı.
“Çünkü sizden önce herkes doluydu. Aileleriniz kendi korkularını sizde doldurdu, öğretmenler başarıyı, reklâmlar güzelliği, sistem hızı… O yüzden şimdi boş hissetmek aslında özgürleşmeye başlamaktır.”

Kız, kaşlarını çattı:
“Ama bazen öyle yalnız hissediyorum ki…Sanki dünyada yaşayan tek canlı benmişcesine bir his.Kaçamıyorum üstelik kalabalıkların içinde bile o var, yalnızlık “

Ferudun defterine bir şeyler karaladı, sonra cevapladı:
“Yalnızlık kötü değildir. Toplumda kalabalığın içinde bile yalnızsın. Asıl mesele, yalnızken kendinle sohbet edebiliyor musun?”

Diğer genç çantasından bir kitap çıkardı, kapağında ‘Varoluşçuluk’ yazıyordu.
“Hocam, biz gerçekten kendi seçimlerimizle mi var oluyoruz? Yoksa her şey zaten bir oyunun parçası mı?”

Ferudun gülümsedi.
“İnsan kendi senaryosunu yazabilir. Ama sahneye çıkınca, seyirci alkışlamazsa ne kadar cesursun, o belli oluyor. Kimin için oynuyorsun, asıl soru bu.”

Üçüncü genç, hiç konuşmamıştı. Birden sordu:
“Ben hayatta ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bu çok kötü mü?”

Ferudun kahvesini bitirdi. Fincanı çevirdi, içine baktı.
“Hayatta ne yapmak istediğini bilmemek, kendine hâlâ açık bir yol bırakmaktır. Korkma. Bilmekten çok hissetmek lazım. Yol, bazen sadece yürümeden görünmez.”

Cafe’nin hoparlöründen yavaşça Joe Hisiashi çalmaya başladı. Dışarıda yağmur atıştırıyordu. Gençler sessizce düşünürken Ferudun ayağa kalktı, ceketini düzeltti.

“Bir gün anlarsınız,” dedi, “kahve soğuyunca da içilir ama anlamlar sıcakken konuşulur.”

Ve çıktı. Kapıdan çıkarken geride bir fincan bıraktı. İçinde biraz kahve, biraz gölge, biraz da cesaret…

Fatma Yaman
Metnin bütünü yazarına aittir.
Caz Gecesi (The Blue Room)

 

Yorumlar (2)

    • 14/08/2025

    Uzun zamandır sizin yazılarınız kadar güzel, anlamlı, sıcacık, yaşama dokunan ve anlayabilene mesajlar , hatırlatmalar veren bir yazara denk gelmemiştim. Teşekkürler Teşekkürler

  1. Yıldız Tek Gamlı
    • 13/08/2025

    Harika bir öykü 👌 kaleminize yüreğinize sağlık ❤️

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fatma Yaman

Fatma Yaman - Fatma Yaman, Adana'nın sıcak ve bereketli topraklarında dünyaya geldi. Çocukluğu, narenciye kokulu sokaklarda, güneşin içini ısıttığı taş avlulu evlerde geçti. Henüz küçük yaşlardayken kelimelere merak saldı; kitapların içinde kaybolmayı, hikâyeler uydurup defter kenarlarına resimler çizmeyi bir oyun değil, bir varoluş biçimi olarak benimsedi. Bu derin ilgi onu, ileride mesleğini de tutkusunu da şekillendirecek olan yola yönlendirdi: Türk Dili ve Edebiyatı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgisi sadece teorik düzeyde kalmadı. Aynı zamanda yazmanın, anlatmanın ve çocuklara ulaşmanın farklı yollarını da araştırmaya başladı. Mezuniyetinin ardından Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak öğrencilerine yalnızca bir dersin içeriğini değil, kelimelerin taşıdığı duyguyu, yazının ardındaki düşünceyi ve edebiyatın iyileştirici gücünü de aktardı. Öğretmenlik, onun için bir meslekten çok bir köprüydü; insanlarla kalpten kalbe uzanan bir anlatı köprüsü. Bu yıllar içinde bir kadın olarak büyüdü, evlendi, bir erkek çocuk annesi oldu. Anne oluşu, hayatındaki en derin, en dönüştürücü deneyimlerden biri oldu. Annelik, ona yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda içinden taşan yeni bir yaratıcılık verdi. Oğlunun doğumuyla birlikte, gözlemlerini, duygularını ve hayal gücünü harmanlayarak okul öncesi çocuklara yönelik kitaplar yazmaya ve çizmeye başladı. Bu kitaplarda çocukların dünyasına dokunuyor, onların kalplerine sıcak, güvenli bir hikâye evi kuruyordu. Kaleminden dökülen her cümle, çizgilerine eşlik eden her renk; sevgi, merhamet ve umut taşıyordu. Ancak hayat her zaman bir masal gibi ilerlemedi. Evliliği zamanla çatladı ve sonunda bir ayrılıkla son buldu. Boşanma süreci, onun iç dünyasında derin bir iz bıraktı ama aynı zamanda kendi ayakları üzerinde durduğu, kadınlığına ve üretkenliğine daha sıkı sarıldığı bir dönemin de başlangıcı oldu. Yalnızlığı, bir eksiklik değil; kendini tanıma ve yeniden kurma fırsatı olarak gördü. Bugün Fatma Yaman, hem bir öğretmen hem bir anne hem de çocukların iç dünyasına incelikle dokunan bir yazar ve çizer olarak yaşamına devam ediyor. Yazdığı ve resimlediği okul öncesi kitaplar, çocukların hayal gücünü beslerken, ebeveynlere de sevgiyi, anlayışı ve sabrı hatırlatıyor. Adana'nın sıcaklığı hâlâ sesinde, kelimelerinde ve çizgilerinde hissediliyor. O, kendi içinden büyüttüğü ışıkla hem oğlunun hem de dokunduğu çocukların dünyasını aydınlatmaya devam ediyor.