GÖLYAZI APOLLON (IŞIK TANRISI) ‘UN EVİ
- Yazar: Yıldız TEK GAMLI
- 5 Haziran 2024
- 71 kez okundu
GÖLYAZI APOLLON (IŞIK TANRISI) ‘UN EVİ
Uluabat gölü’nün içinde, oldukça derin bir yarımadanın içerisinde MÖ 6.yy kadar tarihi bulunan Gölyazı, yazılı kaynaklara göre; bugün Orhaneli Çayı (Kocaçay) denilen antik Ryndacus ırmağından kaynaklanan “Apollania ad Rhyndacum”dur. Apollania adını güneş, sanat ve kehanet tanrısı Apollon’dan alır. Apollon tapınakları su olan yerlerde kurulur, tapınak rahipleri suya bakarak kehanetlerde bulunurlardı.
Anadolu’da Apollon’a adanan 9 tapınak vardır. Bu yüzden ayırt edebilmek için Gölyazı’ya Apolyont denmiş, Roma Çağı’nda gelişen Gölyazı, Bizans döneminde daha çok dinsel içerikli eserler çıkarılmıştır. Ada olmasındaki hikayeye göre ise; Apolyont’un en eski sahibi olan Apollonia kralının güzeller güzeli bir kızı varmış. Komşu krallık olan Melde’nin prensi prensese aşık olmuş. Prenses prensi istemeyince kızını korumak isteyen kral, Apolyont gölü kıyısında bir tepe üzerine saray yaptırarak, kızını buraya saklamış. Buna sinirlenen Melde kralı nehrin yatağını değiştirerek Apollonia’nı sular altında bırakmış. Kısacası kralların atışması sonucu Gölyazı yarımadası oluşmuş. Biraz tanıdık geldi değil mi?
Tarihin akışında bu yarımadaya bakarsak; Gölyazı antik çağ Anadolu kentlerinden biri, Bizans kalelerinin surlarını adanın etrafında görmek mümkün. Osmanlı döneminde ise ekonomik, manevi ve dini merkez olan Rum ve Türk kasabası olarak görülmüş. 20. yy. başlarına kadar üç eski kilise ve bir şapel varlığını korumuş. Bu anlamda yenilenen ve yangına rağmen bir tarafı korunan Aziz Panteleimon kilisesi dikkat çekicidir.
AĞLAYAN ÇINAR: SONSUZ AŞKIN GÜCÜ
Gölyazı’da yaşayan Rum kızı Eleni ile Mehmet’in, mübadele döneminde geçen hüzünlü aşk hikayesini anlatır. Birbirine delice aşık olan bu genç ayrılmak istemezler, her zaman buluştukları bu çınar ağacının altında buluşup, kaçacaklardır. Ne var ki Eleni’nin ağabeyi Yorgi bundan haberdar olur ve Mehmet’e tuzak kurarak onu bıçaklar. Bıçak darbesine rağmen çınarın altına gelen Mehmet’i kanlar içinde gören Eleni sevdiceğinin öleceğini anlar. Elbisesinin kemerini çıkararak “bundan sonra bu ağacın kovuğu ebedi yuvamız olacak, bizi kimse ayıramayacak” diyerek, Mehmet’i cansız bedenini kucağına alarak, kemerini ağacın dalından geçirip, kendi canına da kıyar. Rivayete göre o gün ikiye ayrılan ağaç, yıkılan dalından Eleni ve Mehmet’i kapatarak yeniden ebedi aşklarının filizlerini gökyüzüne salar…
Bu bilinen hikayenin yanında Apolyont (Apollania, Apollanias) da birlikte mutlulukla yaşayan Rum ve Türk halkı Lozan Anlaşması sonucu Türk-Rum halkının mübadelesi (değişim /1923-1930) sırasında halk bu güzel yeri terk ederken gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış, halkın gözyaşları yağmura karışmış, bu esnada adanın simgesi olan çınara düşen büyük bir yıldırım sonrası, ağaç ikiye ayrılmış. Kocaman bir dalı yere düşen ağaç zaman içerisinde yeniden filizlenerek gökyüzüne ulaşmaya devam etmiş.
Gelelim neden Ağlayan Çınar dendiğine; her iki hikayenin sonunda da bu hüzne dayanamayan çınar ağacı, her yağmur yağdığında altındaki oluğa akan kana benzeyen reçinesi sayesinde kırmızı bir gölet oluşturduğu için, üzüntüsünden kan ağladığı düşünüldüğü için bu adı almış. Gerçekten de yere düşüp yeniden canlanan ağacın altında buranın halkı tarafından yapılmış küçük bir havuz var.
Bence her iki hikayenin özünde bana öğretilen kısım, yaşantımızda ne kadar zorluklar olursa olsun, kaç yerimizden kırılırsak kırılalım, yaklaşık 700 yaşında olan bu çınar gibi kırıldığımız yerden kalkmayı, kendimizi onarmayı ve yeniden dimdik ayakta durabilmeyi temsil ediyor.
ULUABAT GÖLÜ
Apolyont Gölü olarak da bilinen göl büyük bir tatlı su gölüdür. Kocasu ve Mustafa Kemal Paşa çayının beslediği gölde, on bir tane ada bulunur. En bilinenleri Halil bey ve Heybeli adalarıdır. Tektonik olan göl kapalı havzadır. Nisan 1998 de Çevre Bakanlığı tarafından Ramsar alanı olarak kabul edilmiştir.
Bilimsel açıklamaların ötesinde bu gölde sandallarla inanılmaz keyifli bir saat geçirebilirsiniz. Gözlemlediğim onlarca kuş türü, gölün sazlıklarındaki yuvaları, gölün üzerindeki nilüferler, gölde yüzen balıkları, doğanın sesiyle bütünleşerek gezmek mümkün. Cumartesi ve Pazar günleri göl gezintisinde en sinirime dokunan, o kadar canlıya ev sahipliği yapan gölde son ayar müzik sesi açarak gölde eğlenmeye çalışan insanlar ve bu gürültüden inanılmaz rahatsız olan, nereye kaçacağını bilemeyen kuşlardı.
Bir de gezi sonrası şanslıysanız ve göle özgü turna balığı, yılan balığı, kerevit yemek isterseniz Gölyazı’nın yerlisi leylek Şakir ve ailesini, Yaren’i görebilir, hatta biraz evcilleşmiş olduklarını fark edip kedi gibi sizden balık istediklerine şahit olabilirsiniz.
Akşamüzeri karnınızı doyurduktan sonra Zambaktepe’ye çıkıp tüm gün köylülerden yediğiniz organik ürünleri eritebilirsiniz. Neden mi? Gölyazı halkı o kadar samimi, güler yüzlü ve üretken ki tarih boyunca var olan verimli toprakların değerini bilip o kadar güzel ürünler üretiyorlar ki gitmeden mutlaka yine bir şeyler yemek isteyecek ve mutlaka evinize bir şeyler götürmek isteyeceksiniz.
YILDIZ TEK GAMLI
KAYNAKÇA
Gölyazı tarihi için, Nilüfer Belediyesi Gölyazı Kültürevi Tanıtım Kitapçığı
Gölyazı mitleri için; Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü/ yunan mitolojisi
Daha önceki yazılarıma da göz atmak ister misiniz?
YARENLER ŞEHRİNDE BİR NEWYORKLU
Editör: Ümmü ÖZÇELİK ER
Genel Yayın Yönetmeni: Elif ÜNAL YILDIZ