EĞİTİMCİ / YAZAR METİN ÖZDEMİR İLE RÖPORTAJ
- Yazar: Emily Yaramis
- 20 Nisan 2025
- 32 kez okundu

EĞİTİMCİ / YAZAR METİN ÖZDEMİR İLE RÖPORTAJ
E.Y: Günümüzde özellikle ülkemizde eğitime bakış nasıl?
M.ÖZ: Günümüzde eğitime bakış açısı ülkeden ülkeye, hatta bireyden bireye değişse de dünyada genel olarak birkaç ana eğilim öne çıkıyor. Takdir edersiniz ki teknolojinin rolü giderek hızla artıyor.
Online eğitim, yapay zeka destekli öğrenme ve dijital materyaller artık eğitimin önemli bir parçası hâline geldi. Geleneksel sınıf ortamlarının yanı sıra hibrit ve uzaktan eğitim modelleri yaygınlaşıyor.
Öğretmenler de bu konuda kendini yetiştirerek eğitim alanında teknolojik gelişmelere adapte olmalıdır. Kendini yenilemeyen öğretmenin gelecekte çok tercih edileceğini düşünmüyorum.
10 yaşındaki öğrenci 30-40 yaşındaki öğretmenden önde olacaktır eğitimde bilgiyi tazeleme yolunda ve eğitimde yeni bilgileri ve teknikleri alma noktasında. Bunun yanı sıra öğretmenler mutlaka becerilere odaklanmalıdır.
Sadece öğrencilerin akademik başarısı değil, öğrencilerin problem çözmesi, eleştirel düşünmesi, yaratıcılığı ve iletişim gibi becerilerinin geliştirilmesine daha fazla önem vermelidir. Öğretmen, öğrencileri ezbercilikten uzaklaştırıp ezber yerine, konuları anlamaya ve pratik yapmaya dayalı eğitim modelleri desteklemelidir.
Son dönemlerde bireyselleştirilmiş eğitim daha da öne çıkıyor. Çocuklarımız sınıf ortamında, kalabalık gruplarda anlamadığı konuları özel derslerle anlayabilmesi daha kolay oluyor.
Her öğrencinin farklı öğrenme hızı ve öğrenme tarzı var. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Kişiye özel eğitim yöntemlerini de geliştirmemiz gerek. Sınıflarımız hâlâ 30-40 öğrenci…
Erişim ve eşitlik sorunları; eğitimde erişim ve eşitlik konusunda da hâlâ büyük eşitsizlikler var. Gelişmiş ülkelerde bile sosyo ekonomik duruma bağlı olarak eğitim kalitesinde farklılıklar görülebilir.
Pandemi yaşadık dünya olarak. Ülkemizde kırsal bölgelerde maalesef öğrenciler yüksek bir yere çıkarak internetin bağlanmasını beklediler ve bir ailede her çocuğun yeteri kadar telefonu veya tableti yoktu.
Anneler ve babalar teknoloji alanında yetersiz kaldılar. Öğretmenler de bu konuda tam anlamıyla yetişmiş değildiler. Öğretmenler öğrencilerine ulaşmada veya öğrenciler öğretmenlerine ulaşmada ilk zamanlar başarısız oldular. Oysaki öğretmen öğrencisine dünyanın neresinde olursa olsun ulaşabilmelidir.
Öğrencilerin psikolojik ve sosyal gelişimleri de son derece önemlidir. Zorbalıkla mücadele, ruh sağlığı desteği gibi konular eğitimin bir parçası hâline geldi.
Genel olarak eğitim, hızla değişen dünyaya ayak uydurmaya çalışıyor. Ancak bazı yerlerde hâlâ geleneksel yöntemler baskın. Türkiye bu konuda en çok desteği, (yatırımı) eğitime yapmalıdır. Eğitimde defolu ürünler çıkarsa ülke olarak korkmalıyız.
Eğitimli ve ahlâklı yetişmeyen her öğrenci ülkemize belâ olarak dönebilir. Diploma amaç değildir. Araştıran, sorgulayan,düşünen öğrenciler yetiştirmemiz gereklidir.
Mesleğe başladıklarında makamlarını ve rütbelerini kullanarak hiçbir kimsenin hakkına girmemeli ve zorbalık yapmamaları gerekir. Bunun için de öğrenciler iyi bir eğitim modeli ve ahlâki olgunluğa ulaştırarak mezun edilmelidir.
Ülke olarak eğitimcilere büyük yük düşüyor. Eğitimcilerin hepsi bu yükün altına girmelidir. Bir öğrenci bile zayi etme lüksümüz yok diye düşünüyorum. Bugün problem olan yetişkinler, dün bizim ihmal ettiğimiz öğrencilerdi. Yarın problem olacak yetişkinler ise bugün ihmal edilen öğrenciler olacak.
E.Y: Eğitimin sadece bireysel değil, toplumsal bir dönüşüm yaratması için sizce en kritik adım nedir?
M.ÖZ: Eğitimin toplumsal dönüşüm yaratması için en kritik adım bana göre eleştirel ve katılımcı bir eğitim sistemi kurmaktır. Eğitimi sadece bireylere bilgi aktarmakla kalmamalı, aynı zamanda bireylerin toplumsal sorunları analiz edebilen, çözüm üretebilen ve aktif vatandaşlar olunmalarını sağlanmalıdır.
Bunun için de daha ilkokulda eleştirel düşünme becerileri kazandırılmalıdır. Öğrenciler sorgulamayı, çok yönlü düşünmeyi ve çözüm üretmeyi öğrenmelidir. Oysaki ülkemizde konuşan öğrenciler maalesef tahtaya yazılır ve cezalandırılır.
Burada eğitimcilerin dikkat etmesi gereken nokta öğrencilerin boş konuşup konuşmadığını öğrenmesi gerekliliğidir. Yoksa her konuşan öğrenci susturulursa merak duygusu körelir ve öğrenci içine kapanmaya başlar.
Açılması yıllar sürer. Eğitim erişilebilir ve kapsayıcı olmalı ve herkes için fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Toplum temelli projeler teşvik edilmelidir. Öğrenciler sadece sınıfta değil, toplumda da aktif roller almalıdır ki hayatta öğrendiği bilginin işlevselliğini o anda görebilsin ve projesini sürekli geliştirebilsin.
Eğitimciler de dönüştürücü bir rol üstlenmeli. Sadece ders anlatan değil, ilham veren, yol gösteren bireyler olmalıdır.
Eğitimde demokratik ve katılımcı bir yapı oluşturulmalı, öğrenciler, eğitim süreçlerinde söz sahibi olmalıdır. Demokratik olmayan tüm eğitim ortamları yarın dikta yönetimleri, zorbalığa zemin hazırlar. Güçlülerin dediği olmaya başlar. Haklılar güçlü olamayabilir. Oysaki eğitim haklıyı güçlü kılmalıdır.
Bu adımlar uygulanırsa, eğitim bireyleri geliştirmekle kalmaz, toplumu da dönüştüren bir güç hâline gelir. Liyakatin olmadığı yerlerde liyakatsizler vardır. Eğitim o kadar önemlidir ki; Albert Einstein bunu “Bir toplumun geleceği göreceği eğitime bağlıdır” şeklinde vurgulamıştır.
E.Y: Günümüzde eğitime olan bakışı nasıl daha pozitif ve kapsayıcı hâle getirebiliriz?
M.ÖZ: Günümüzde eğitime olan bakışı daha pozitif ve kapsayıcı hâle getirmek için şu stratejileri uygulamak faydalı olabilir;
Eğitimde farklılıkları kabul edip yüceltmeliyiz. Öğrencilerin bireysel farklılıklarını, yeteneklerini ve öğrenme stillerini tanımak, bu çeşitliliği kutlamak önemlidir.
Her bireyin farklı bir öğrenme yolu olduğunu kabul etmek, eğitimin kapsayıcılığını artırır. Empati ve duyarlılık eğitimine önem vererek öğrencilere empati ve toplumsal duyarlılık kazandıracak aktiviteler düzenlemek, farklılıkları anlamalarına ve kabul etmelerine yardımcı olabilir.
Eğitim materyallerinin ve ortamlarının herkes için erişilebilir olmasını sağlamak, engelli bireyler de dahil olmak üzere tüm öğrencilerin eğitim sürecine aktif katılımını destekler.
Aileler, yerel topluluklar ve diğer paydaşlarla işbirliği yapmak, eğitimin toplumda daha geniş bir destek bulmasını sağlar. Toplumun eğitim süreçlerine dahil edilmesi, daha kapsayıcı bir yaklaşım sağlar. Eğitimde kullanılan pozitif dilin olumlu ve destekleyici olması, öğrencilerin motivasyonunu artırır. Olumsuz etiketlerden kaçınmak ve teşvik edici bir dil kullanmak önemlidir.
Öğrencilerin birlikte çalışma ve farklı bakış açılarını bir araya getirme fırsatı bulabilecekleri proje tabanlı öğrenme yöntemleri, işbirliğini teşvik eder.
Eğitimde teknolojiyi etkin bir şekilde kullanmak, öğrenme fırsatlarını çeşitlendirir ve herkesin ihtiyacına göre uyarlanabilir. Online kaynaklar ve eğitim platformları, farklı öğrenme hızlarına ve stillerine hitap edebilir.
Öğrencilere duygusal zekalarını geliştirecek eğitimler sunmak, hem sosyal becerilerini hem de akademik başarılarını artırabilir.
Alternatif eğitim yöntemlerine açık olmak, yaratıcı düşünmeyi teşvik eder. Oyunlaştırma, sanat, drama gibi yöntemler, öğrenmeyi daha eğlenceli ve etkili hale getirebilir.
Öğrencilerin ilerlemeleri hakkında düzenli geri bildirim almak, öğrenme sürecine duyulan ilgiyi artırır ve gelişim alanlarını belirlemeye yardımcı olur.
Bu stratejilerin uygulanması, eğitim sisteminin daha pozitif ve kapsayıcı bir hale gelmesine katkıda bulunabilir.
E.Y: Okumayı bir sanat olarak görmek ne demek? Bu bakış açısını yaygınlaştırmak için neler yapılabilir?
M.ÖZ: Okumayı bir sanat olarak görmek, metinlerle derin bir ilişki kurmak, onları anlamak ve yorumlamak noktasında estetik bir yaklaşım benimsemek anlamına gelir. Bu bakış açısı, okumayı sadece bilgi edinme aracı olarak değil, aynı zamanda bir deneyim ve yaratıcılık süreci olarak değerlendirir. Okuma, duygusal, kültürel ve zihinsel boyutları olan bir etkinlik hâline gelir.
Bu bakış açısını yaygınlaştırmak için aşağıdaki adımlar atılabilir:
Okuma etkinlikleri düzenleyerek kitap okumaya yönelik atölye çalışmaları, okuma festivalleri, edebi sohbetler ve yazar buluşmaları gibi etkinlikler okuyucuların metinlerle daha derin bir bağ kurmalarını sağlar.
Edebi eserlerin sanatla olan ilişkisini vurgulayan sergiler, etkinlikler ve projeler düzenlemek, okuyucuların edebiyatı daha estetik bir boyutta deneyimlemelerine olanak tanır.
Okuyuculara edebi eserleri derinlemesine analiz etme ve yorumlama fırsatları sunmak, okumanın sanat boyutunu keşfetmelerine yardımcı olur. Bu, dersler, seminerler veya çevrimiçi platformlar aracılığıyla yapılabilir.
Okumayı daha interaktif hâle getiren farklı yöntemler (örneğin dramatizasyon, grup okumaları, yaratıcı yazım çalışmaları) sunmak, katılımcıların edebi eserlerle daha aktif bir ilişki kurmasını sağlar.
İnsanları bir araya getirerek, belirli kitaplar üzerine tartışmalar yapmak, farklı bakış açılarını ve yorumları paylaşmak için okuma klüpleri oluşturmak, toplumsal bir okuma kültürü oluşturabilir.
Edebiyatı diğer sanat dallarıyla birleştiren projeler (örneğin edebi eserlerden uyarlanan tiyatro oyunları, müzikler veya görsel sanatlar) okumayı daha çekici hâle getirebilir.
Sosyal medya ve bloglar aracılığıyla edebi eserlerin sanatsal yönlerini vurgulayan içerikler oluşturmak, daha geniş kitlelere ulaşmak için etkili bir yöntemdir.
Okullarda ve üniversitelerde edebiyatı sanat olarak ele alan müfredatlar geliştirmek, öğrencilere bu bakış açısını kazandırma konusunda önemli bir adımdır.
Yaratıcı yazma atölyeleri, katılımcılara kendi eserlerini yaratma fırsatı sunarak, okumanın sanatsal yönünü keşfetmelerine yardımcı olabilir.
Bu stratejiler, okumayı bir sanat olarak görme anlayışını yaygınlaştırarak, bireylerin edebi eserlerle daha derin bir bağ kurmasını ve bu süreçte estetik bir deneyim yaşamalarını teşvik edebilir.
E.Y: Yazmak, bireylerin duygusal ve zihinsel sağlığına nasıl katkı sağlar?
M.ÖZ: Yazmak, bireylerin duygusal ve zihinsel sağlığına pek çok olumlu katkı sağlar:
Yazma, bireylerin hissettiklerini ve düşüncelerini ifade etmeleri için bir alan sağlar. Duyguları yazıya dökmek, içsel bir rahatlama ve boşalma hissi yaratabilir.
Yazmak, bireylerin kendilerini, düşüncelerini ve duygularını daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Düşünceleri kağıda dökmek, karmaşık duyguları düzenlemeyi ve netleştirmeyi kolaylaştırır.
Duygusal yükleri yazıya dökmek, stres ve kaygıyı azaltabilir. Yazma süreci, bireylerin zorlayıcı duygularla başa çıkmalarına yardımcı olur.
Yazmak, sorunları analiz etme ve çözüm yolları geliştirme konusunda etkili bir yöntemdir. Düşünceleri yazıya dökmek, daha mantıklı ve yapıcı bir bakış açısı geliştirmeyi sağlar.
Yaratıcı yazım, bireylerin hayal güçlerini kullanmalarına ve yeni fikirler geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, zihinsel esnekliği artırabilir.
Yazmak, bireylerin yaşam deneyimlerini ve hedeflerini gözden geçirmelerine yardımcı olur. Bu, kişisel farkındalığı artırır ve bireylerin kendilerini geliştirmelerine katkıda bulunur.
Günlük yazma veya blog yazma gibi sosyal yazım türleri, bireylerin başkalarıyla bağlantı kurmasına ve deneyimlerini paylaşmasına olanak tanır. Bu sosyal etkileşim, yalnızlık hissini azaltabilir.
Yazma alışkanlığı, bireylerin günlerini düzenlemelerine ve yaşamlarına bir yapı kazandırmalarına yardımcı olabilir. Bu da zihinsel sağlığı olumlu yönde etkiler.
Travmatik veya zorlayıcı deneyimleri yazıya dökmek, duygusal işlemenin bir parçası olarak kabul edilir. Bu süreç, duyguların daha iyi anlaşılıp kabul edilmesini sağlar.
Yazma, bireylerin anı yaşamasına ve duygusal deneyimlerini daha dikkatli bir şekilde gözlemlemesine yardımcı olur. Bu da zihinsel sağlığı güçlendirir.
Bu nedenlerden dolayı yazmak, bireylerin duygusal ve zihinsel sağlığını destekleyen güçlü bir araçtır. Yazma pratiği, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde fayda sağlayabilir.
E.Y: Sağlıklı birey sağlıklı toplum, Sağlıklı toplum sağlıklı yönetim, Sağlıklı yönetim eşitlik, adalet ve huzur demek! Sizce toplumların sağlıklı bireyler yetiştirebilmesi için en öncelikli mesele nedir?
M.ÖZ: Toplumların sağlıklı bireyler yetiştirebilmesi için en öncelikli mesele, eğitim ve sağlık hizmetlerinin erişilebilirliği ile bunların kalitesidir. Bireylerin fiziksel ve zihinsel sağlıklarını geliştirebilecekleri bir ortamın oluşturulması, toplumun genel refahı için temel bir gerekliliktir. Ayrıca, sağlıklı bireyler yetiştirmek için sosyal eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, adaletin ve fırsat eşitliğinin sağlanması önemlidir. Bireylerin iyi bir eğitim alması, duygusal ve sosyal gelişimlerini sürdürebilmesi, sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazanması, toplumların uzun vadede sağlıklı bir yapıya kavuşmasını destekler.
E.Y: Sağlıklı bir yönetimin temel taşları nelerdir?
M.ÖZ: Sağlıklı bir yönetimin temel taşları, adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılıkla şekillenir. Bu unsurlar bir araya geldiğinde, yönetim daha etkin ve toplumun ihtiyaçlarına duyarlı hâle gelir.
Bütün bireylerin eşit haklara sahip olduğu bir yönetim, toplumsal huzurun ve refahın temelidir. Kararların adil bir şekilde alınması, fırsat eşitliği sağlanması gereklidir.
Yönetim faaliyetlerinin açık ve anlaşılır olması, kamuoyunun güvenini kazanmayı sağlar. Şeffaflık, karar alma süreçlerinin anlaşılabilir ve denetlenebilir olmasını sağlar.
Yönetim, halkına karşı sorumludur ve her adımının hesabını verebilmelidir. Bu, kötü yönetimin önlenmesine ve yönetimin etkinliğinin arttırılmasına yardımcı olur.
Bireylerin ve toplulukların karar alma süreçlerine dahil edilmesi, daha demokratik ve sağlıklı bir yönetim yapısını oluşturur. İnsanların fikirlerinin dikkate alınması, toplumun ihtiyaçlarına daha uygun çözümler üretilmesine katkı sağlar.
Sağlıklı bir yönetim, zaman içinde değişen koşullara uyum sağlayarak sürekli gelişime açık olmalıdır. Bu, sistemlerin daha verimli ve etkili hale gelmesine olanak tanır.
Bu temel taşlar, sadece iyi bir yönetim oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda toplumda güven ve istikrar yaratır.
E.Y: Toplumda adaletin ve eşitliğin tesis edilmesi için bireyler ve yöneticiler arasında nasıl bir bağ kurulmalı?
M.ÖZ: Toplumda adaletin ve eşitliğin tesis edilmesi için bireyler ve yöneticiler arasında güçlü, güvene dayalı ve karşılıklı saygıya dayanan bir bağ kurulması gerekir.
Bireyler ve yöneticiler arasında sağlıklı bir iletişim kanalı oluşturulmalıdır. Yöneticiler, halkın ihtiyaçlarını dinlemeli ve anlamalı, bireyler ise sorunlarını, taleplerini ve şikayetlerini özgürce ifade edebilmelidir. Bu,
toplumsal güvenin sağlanmasında önemli bir adımdır.
Yöneticiler, bireyleri karar alma süreçlerine dahil etmeli ve onların görüşlerine değer vermelidir. Bu, halkın kendisini sürecin bir parçası olarak hissetmesini sağlar ve eşitlikçi bir ortam yaratır.
Yöneticiler, aldıkları kararların ve uyguladıkları politikaların topluma etkilerini açıkça paylaşmalı ve hesap verebilir olmalıdır. Bireyler, yöneticilerin adaletli ve eşitlikçi bir şekilde hareket ettiğini görebilmelidir. Bu sayede güven ve doğruluk oluşur.
Hem bireylerin hem de yöneticilerin, adalet ve eşitlik gibi değerler konusunda bilinçli ve eğitimli olmaları gerekir. Yöneticiler, adaletin ve eşitliğin temellerini daha iyi anlayarak politika geliştirebilir, bireyler ise haklarını ve sorumluluklarını bilerek toplumda daha bilinçli bir şekilde yer alabilir.
Yöneticiler, her bireye eşit fırsatlar tanımalı ve kaynakların adaletli bir şekilde dağıtılmasını sağlamalıdır. Bu, toplumda adaletin hissedilmesini ve eşitliğin tesisi için temel bir adımdır.
Toplumdaki bireyler, hukukun her zaman ve herkese eşit şekilde işlediğini görmelidir. Yöneticiler, yasa ve düzeni adaletli bir şekilde uygulamalı, ayrımcılığı ortadan kaldıracak önlemler almalıdır.
Sonuç olarak, adaletin ve eşitliğin sağlanabilmesi için bireyler ile yöneticiler arasındaki bağ, güven, karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı olmalı; her iki taraf da toplumu daha adil ve eşitlikçi bir yer haline getirmek için birlikte çalışmalıdır.
E.Y: Göçmenlerin toplumlara etkileri nelerdir?
M.ÖZ: Göçmenlerin toplumlara etkileri, hem olumlu hem de olumsuz birçok farklı boyutta olabilir. Bu etkiler, göçmenlerin geldikleri yerler, uyum süreçleri ve toplumun hazır olma düzeyine göre değişir. Ancak genel olarak şöyle özetlenebilir:
Olumlu Etkiler:
Göçmenler, geldikleri yerin kültürlerini, geleneklerini, mutfaklarını, sanatlarını ve dilini getirirler. Bu, ev sahibi toplumun kültürel çeşitliliğini arttırır ve daha zengin, dinamik bir toplumsal yapının oluşmasına katkı sağlar. İnsanlar arasında daha fazla hoşgörü ve anlayış gelişebilir.
Göçmenler, iş gücü piyasasına dahil olarak ekonomiye katkı sağlarlar. Özellikle düşük ücretli sektörlerde çalışarak, yerel iş gücü açığını doldurabilirler. Aynı zamanda girişimcilik faaliyetleriyle yeni işletmeler açarak yerel ekonomiyi canlandırabilirler.
Göçmenler, yaşlanan nüfusu dengeleyebilir. Genç yaşta gelen göçmenler, ülkelerdeki emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliğini destekleyebilir ve iş gücü açığını kapatarak ekonomik büyümeye katkıda bulunabilir.
Göçmenler farklı düşünce biçimleri, yeni bakış açıları ve yenilikçi fikirler getirebilirler. Bu çeşitlilik, toplumların daha yaratıcı, çözüm odaklı ve açık fikirli olmasına yardımcı olabilir.
Olumsuz Etkiler:
Göçmenlerin, yeni toplumlarına uyum sağlaması bazen zor olabilir. Dil engeli, kültürel farklılıklar ve sosyal dışlanma, göçmenlerin entegrasyonunu zorlaştırabilir. Bu durum, toplumda gerilimlere yol açabilir ve göçmenlerin kendilerini dışlanmış hissetmelerine neden olabilir.
Yerli halkın göçmenlere karşı olumsuz tutumları, sosyal gerginliklere yol açabilir. Irkçılık, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı gibi olumsuz eğilimler, toplumsal huzursuzluğa neden olabilir. Bu, toplumsal uyumu zedeleyebilir.
Özellikle ekonomik olarak zayıf bölgelerde, göçmenlerin gelmesi, sosyal hizmetler ve devlet yardımlarına daha fazla talep yaratabilir. Bu, yerel halk arasında rekabet hissiyatı yaratabilir ve toplumda kaynakların eşit dağılmadığı hissini oluşturabilir.
Göçmenler bazen yerli iş gücüyle rekabet edebilir. Özellikle düşük ücretli işlerde, göçmenlerin daha ucuz iş gücü sağlaması, yerli işçiler için iş kaybına yol açabilir. Bu durum, toplumsal gerilimlere yol açabilir.
Sonuç olarak göçmenlerin toplumlara etkileri, genellikle toplumu nasıl karşılayıp entegre ettikleri ve göçmenlerin uyum süreçlerinin ne kadar başarılı olduğuna bağlıdır. Uygun politikalar ve destekleyici sosyal hizmetlerle, göçmenler toplumlara büyük katkı sağlayabilir. Ancak göçmenlerin entegrasyonu, yalnızca ekonomik değil, kültürel ve sosyal açıdan da sağlanmalı, tüm bireyler için eşit fırsatlar sunulmalıdır.
E.Y: Gelecek nesillere bırakmak istediğiniz bir mesaj ya da öğüt nedir?
M.ÖZ: Gelecek nesillere bırakmak istediğim en önemli mesaj, “Empati ve anlayışla hareket etmek, her zaman güçlüdür” olurdu. Dünyanın karmaşıklığı ve hızla değişen yapısı içinde, insanların birbirini dinlemeye ve anlamaya yönelik çabaları, toplumları iyileştiren en güçlü araçlardandır. Herkesin farklı hikayeleri, zorlukları ve perspektifleri vardır; bu çeşitlilik içinde ortak bir zemin bulmak, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ilerleme kaydetmemize yardımcı olabilir.
Bir diğer öğüt ise, doğal dünyaya ve çevreye saygı duymaktır. Sadece kendi çıkarlarımızı değil, bütün bir ekosistemi düşünmek, uzun vadede sürdürülebilir bir geleceğin temellerini atmamıza olanak sağlar. Kendi küçük eylemlerimizin bile büyük bir değişim yaratabileceğini unutmamalıyız.
Ve belki de en önemlisi, “Her zaman öğrenmeye açık olun” mesajını vermek isterim. Bilgi ve anlayış sınır tanımaz; insan, sürekli öğrenerek daha iyi bir dünya yaratabilir. Geçmişin hatalarından ders almak ve geleceğe umutla bakmak için bu öğrenmeye olan açlık her zaman canlı tutulmalıdır.
15/04/2025
Yazar/Şair
Emily Yaramis
Editör: Nigar KAYA
Genel Yayın Yönetmeni :Elif Ünal Yıldız
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?