ANNEMİN DİKTİĞİ ÇİÇEKLİ ELBİSE

ANNEMİN DİKTİĞİ ÇİÇEKLİ ELBİSE

ÇİÇEKLİ ELBİSE

Scooter’in atası tornettir, üstelik gidip oyuncakçıdan ya da marketten alamazsınız. Her parçasını özenle bulup kendinizin yapması gerekir. Önce ince, uzun bir kalas bulup, onu kendi istediğiniz tornet uzunluğunuzda testere ile keseceksiniz. Sonra hırdavatçı ya da hurdacıdan “Abi ne olur tornet yapacağım” diye arabaların lastiklerinden ya da makinaların aksamında olan metal bilyeden bir büyük, iki eşit biraz küçük, toplam üç bilye alacaksın. Daha sonra bu bilyelerin deliklerinden geçebilecek iki tane dalı kesip tornete göre ayarlayıp bilyelerin büyük olanı öne, küçük olanları arkaya tutturup, kalasa tutturacaksın. Ardından tornetinin her yerini zımparalayıp oturduğunda ya da ayaklarını koyduğunda takılmayasın diye pürüzsüz hale getireceksin. Eğer bir yakınında varsa vernikleyip tornetinle hava atacaksın. Yokuştan aşağı bindiğinde herkesin tornetinden hızlı olsun diye bilyeleri yağlayacaksın. İşte bir yaz boyunca bineceğin, arkadaşlarınla eğleneceğin tornetin hazır!

Biz de sadece Ramazan Bayramı’nda kıyafet alınır ya da annemiz aldığı pazen, emprime gibi kumaşlardan benimle ablama elbise diker, ağbimlere ve erkek kardeşlerime de gömleklik, pantolonluk kumaş alınır yine annem tarafından biçilir, dikilirdi. Senede bir olan bu özel kıyafetler için bir yıl boyunca hayaller kurulur, rengi, kolları, kurdeleleri belirlenirdi. Benim tercihim genelde pazardan ya da mağazadan alınması olurdu. Çünkü onların kurdeleleri, fistoları, düğmeleri daha renkli daha canlı olurdu. Gel gör ki ortada altı çocuk varsa annemin bohçacıdan ya da manifaturadan aldığı çiçekli kumaşlara da razıydık. O sene annem bana mavi, üzerinde minik sarı, pembe çiçekleri olan, eteği fistolarla kat kat gözüken, kolları karpuz, beli kalın lastik şeritli günlerce uğraştığı şirin mi şirin bir elbise dikti. Annem her bir kardeşin kıyafetleri tamamlanmadan asla göstermez, bitenleri sandıkta tutardı. Tabi biz annem dikiş makinesinin başına geçtiğinde hangi kumaş kimin tahmin eder, hemen hemen kime ne dikiliyor bilirdik. Yine de annem her sene bayram kıyafetimize eklediği küçük sürprizlerle bizi şaşırtmayı başarırdı. Bu bazen bir saç kurdelesi bazen küçük bir çanta olabilirdi.

O yıl arefe sabahı annem kahvaltıdan sonra hepimizin bayram kıyafetlerini sandıktan çıkardı. Hepimize tek tek giydirdi, kontrol etti. Kıyafeti olmayan ya da dar gelen yoktu. Ardından geleneksel bayram kıyafetlerimizi göstermeye komşumuz olan ama tüm mahallenin “Dede” dediği Ahmet dedeye gittik. Ahmet dede her sene kıyafetlerimize bakar, “Benim arefe çiçeklerim gelmiş” der, biz elini öper, o da bize akide şekeri verirdi. Bu bizim mahallenin geleneği olmuştu. Akide şekerini alan çocuklar koştur koştur eve gider, bayram kıyafetleri kirlenmesin diye çıkarır, heyecanla bayram sabahını beklerlerdi. Aslında ben de tam öyle yapacaktım ki mahalle arkadaşlarımın tornete bindiğini gördüm. “Hadi koş, konvoy yapacağız” demeleriyle büyük ağbim ve ben üzerimizdeki kıyafetleri unutup onlara koştuk. Konvoy aynı anda arka arkaya koyduğumuz tornetlerle tren oluşturup yukarıdan aşağıya kaymaktı. Çok kalabalık olduğumuz için ağbim beni öne oturttu, önünü görebilmek için de kafamı yana eğerek ayaklarımı öne uzattım. Konvoyun içindeki küçük çocuklardan biriydim ve bu heyecana en önden katılacaktım. Aşağı doğru giderken bayağı bir hızlandık tam en hızlı noktadayken tornetler birbirinden ayrılmaya başladı. Hala son hızla gidiyorduk ki bu sefer arkadakiler öndekilere, öndekiler yandakilere çarpmaya, tüm çocuklar oradan oraya savrulmaya başladık. Tabi bu çarpmalardan ben de payımı aldım ve o hızla bir anda kendimi asfaltta sürüklenir buldum. Ciddi bir şey yoktu, hepimiz tornetlerimizle birlikte yola serilmiş, kahkahalarla gülüyorduk. Benim dizlerim biraz soyulmuştu, başka bir şey var mı diye gülerek bakarken ağbim, Elbisen! Bayramlık elbisen! diye bağırdı. Dizlerimle birlikte tornetin bilyelerine takılan elbisemin fırfırları paramparça olmuştu. “Bittim ben”, dedim!

Sabah bayramdı, annem bu elbise için günlerce uğraşmıştı, ilk defa bu kadar severek giyeceğim bir elbisem olmuştu, dikilecek, onarılacak bir tarafı yoktu. Annem çok kızacaktı.

Koşa koşa eve gittim, annem bahçedeydi. Görünmeden merdivenlerden çıkıp, sessizce odama girdim ve kapıyı kapattım. Elbisemi çıkarıp tüm ailenin tek dolabı olan dolabımızın en dibine sıkıştırdım. Ardından günlük pijamamı, penyemi giyip dışarı çıktım. İşlem tamamdı asıl iş sabah ne olacaktı?

Sabah büyük bir heyecanla ev halkı kalktı, kahvaltı yapıldı, sofra toparlandı. Annem, hadi bayramlıklarınızı giyin, büyüklere bayramlaşmaya gideceğiz, dedi. Ben odaya gidip ağbimlere küçük gelen pantolonlardan annemin ayarladığı pantolonumu giydim. Üzerime de bir penye geçirip çıktım. Annem şaşkın gözlerle bana bakınca, elbisemi giymek istemiyorum, okuldaki bayramlarda giyeceğim, dedim. Annem ne kadar ısrar etse de büyük ağbimin gözlerinin içine bakıp, “Hayır giymeyeceğim”, diyorum. Annem anlamaz mı durumu, “Getir o zaman elbiseni, madem giymiyorsun komşunun kızına vereyim.” dedi. Hayır! Ona da vermeni istemiyorum, deyince annem şimşek bakışlarıyla bana bakıp, çabuk getir elbiseyi, deyince korkmamak mümkün değildi. Koşarak dolabın en dibine tıkıştırdığım, eteği paramparça olmuş elbisemi çıkardım. Annemin eline ağlayarak verdim. Annem halimi ve elbisenin halini görünce bayram günü ağlasın mı gülsün mü bilemedi. Ama tüm kardeşlerim ben ağlarken kahkahalarla elbisenin haline güldüler.

O bayram annemin bir sene önce diktiği, bana kısa gelen elbiseyle geçti. Ne gittiğimiz büyüklerden, ne topladığım şekerlerden ne de bayramdan hiç keyif alamadım. Oturduğum yerlerde kısa gelen eteğimi çekiştirmek annemin diktiği elbiseyi mahvetmemin cezası oldu.

Siz siz olun bayramlık kıyafetlerle oyun oynamaya arefe günü çıkmayın. Olur da kıyafetinize bir şey olursa arefe çiçeği değil bayram somurtkanı olursunuz.

Sevgiyle,

Yıldız Tek Gamlı

16/11/2024

 

Genel Yayın Yönetmeni: Elif Ünal Yıldız

Editör/Redaktör: Hakan DİNÇAY

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Bir önceki yazımı okudunuz mu?

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yıldız TEK GAMLI

1976 yılında Ankara’nın Altındağ ilçesinin bir semti olan Doğantepe’de büyüdüm. Aslen Nevşehirliyim. Tipik bir Anadolu ailesinin altı çocuğundan biriyim. Konya Selçuk Üniversitesi Akşehir M.Y.O. Muhasebe bölümünü bitirmek dışında Ankara’dan ayrılmadım. Ankara Hacettepe Üniversitesi Sağlık İşletmeciliğini tamamladım. Amerikan Kültür Derneği’nde İngilizce öğrendim. Bu arada Ankara Tabipler Odası’ndan Hastane Yönetimi eğitimini bitirdim. Tüm bu eğitimleri tamamlarken Ankara Özel Güven Hastanesi’nde 7 yıl çalıştım. Evlenince kendi sağlık işletmemize geçip 4 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü yürüttüm. AÇEV (Anne-Çocuk Eğitim Vakfı)’le tanışıp, gönüllü annelik yaptım. Çocuklarla daha mutlu olduğumu fark edince Çocuk Gelişimi ve Eğitimi’ni bitirip, 2 yıl devlet okullarında sözleşmeli, 2 yıl özel kurumlarda İngilizce ve İngilizce Drama öğretmenliği yaptım. Meme ve lenf kanseri nedeniyle çocuklarım olan öğrencilerimden ayrıldım. Tedavim devam ederken TEMA Vakfı ile tanışıp, çocuklara doğayı anlatmanın yanında, ara ara yine onlarla birlikte vakit geçirmenin yolunu buldum. 2019 yılında Bursa Nilüfer’e taşındım. Kızlarım üniversiteye başlayınca, “eğitimin yaşı yok” deyip, hayalim olan Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü (Almanca) okudum. Minik Saka Kuşu, Sabun Kokulu Masal, Lunaparkta Keyifli Bir Gün, Cemilhan'ın Maceraları, Büyüklere Küçüklerden Masallar, Kayıp Balerin, Yüzyılın Masalları, Yavru Kedi, Gökçe Özgür Olmak İstiyor, Bir Pazar Günü, Paylaşmak Çok Güzel kitaplarının yazarı.