Cadı Avcıları Ya Da Linç Kültürü

Cadı Avcıları Ya Da Linç Kültürü

Cadı Avcıları Ya Da Linç Kültürü

Geçen hafta Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen “Ekşi Tom” adlı oyunu izledim. 1500’lü yıllardaki cadı avlarını mükemmel oyunculuklarıyla sahneye taşıyan sanatçıları ayakta alkışladım.

Uzun süre etkisinden kurtulamadığım bu oyunu izledikten sonra linç kültürü hakkında yazmaya karar verdim. Linç kültürü, bir başka ifadeyle “cadı avcılığı” hangi kaynaklardan besleniyor ve toplumda neden kabul görüyordu? Yaptığım araştırmada bu vahşi kültürün köklerinin Adem ve Havva’ya kadar uzandığını görmek benim için oldukça şaşırtıcı oldu.

İbrani mitolojisi; Adem’in Havva’dan önceki eşinin Lilith olduğundan bahseder. O da Adem gibi topraktan yaratılmıştır. Gün gelir Lilith hem cinsellikte hem de diğer alanlarda Adem’le eşit olmak ister. Fakat Adem Lilith’in taleplerini kabul etmez.

Lilith bu duruma başkaldırır. Fırsatını bulunca da cennetten kaçar. Sonrasında, Kızıldeniz’de bulunan iblislerle birlikte olur ve günde yüz tane cin çocuk doğurur.

Adem yalnız kalınca Lilith’i geri getirmesi için Tanrı’ya yalvarmaya başlar. Tanrı, evine dönmesi için Lilith’e üç melek gönderir. Melekler; “eğer evine dönmezse her gün bir çocuğunun öldürüleceğini” söyler. Lilith bu çağrıyı geri çevirir ve dönmez.

Günümüzde dahi Lilith’in yeryüzündeki kötülüklerin anası yani “Şeytan” olarak kabul edildiği birçok inanç vardır.

Bunun üzerine her gün bir çocuğu öldürülür. Bunlar olurken Tanrı, Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Çok acı çeken Lilith, Adem’den olan çocuklarını öldüreceğine dair yemin eder. Günümüzde dahi Lilith’in yeryüzündeki kötülüklerin anası yani “Şeytan” olarak kabul edildiği birçok inanç vardır. Bu yüzden kadının şeytan olarak görülmesinin kökeni Lilith efsanesine kadar dayanıyor olabilir.

Yine İbrani Mitolojisine göre; Havva cennet bahçelerinde gezerken, İblis bir yılanın sözüne kanıp merakına yenik düşer ve yasak meyveyi yer. Kendi yemekle kalmaz yasak meyveyi Adem’e de yedirir.

Yasaklara ve kurulu düzene ilk başkaldıranların kadın olduğu inancı bu efsaneden sonra yerleşik bir inanca dönüşür. İnsanlığın ilk yıllarından beri asi ve uyumsuz olarak görülen kadın, artık dışlanmış hatta şeytanlaştırılmıştır.

Antik dünyanın ilk kadın matematikçi, astronom ve filozofu Hypatia’da ne yazık ki bu kör inançlara kurban gitmiştir. Dönemin İskenderiye’sinde konuşma yapan bir papaz; “kadının asla bir erkekle eşit olamayacağını, erkeğe akıl veremeyeceğini, kıyafetlerine ve hareketlerine dikkat etmesi gerektiğini” anlatmış.

Hypatia’yı hedef göstererek: “İskenderiye’de haddini aşmış bir kadının yaşadığını, onun büyücü, günahkâr bir şeytan olduğunu,” söylemişti.

Papazı dinleyen kalabalık soluğu Hypatia’nın kapısında alır. Saçından sürükledikleri Hypatia’yı çırılçıplak soyup en acı şekilde nasıl öldürebileceklerini tartışırlar. Biri “taşlayalım!” derken, diğeri “derisini yüzelim!” der, bir başkası “ateşe vermekten” bahseder. Sonunda karar veremezler ve sırayla hepsini yaparlar.

Kadının dışlanması ve şeytanlaştırılması Orta Çağ ve Yeni Çağ’da “Cadı Avı” olarak karşımıza çıkar. Zira Hristiyanların Kitab-ı Mukaddes’indeki bir ayet: “Bir cadının yaşamasına müsamaha göstermeyeceksin” demektedir. Bu ayet ne yazık ki cadı avlarına dayanak teşkil etmiştir.

Havva’nın cennette yasak elmayı yemesi, toplumda kadınların iradesinin daha zayıf olduğu ve şeytana kolay kandığı kanısını yerleştirmişti. İşte bu yüzden o dönemde öldürülen cadıların tamamına yakını kadındır. Çünkü cadılık kadınlara mahsus bir özellik gibi görülmüştür.

1400 ve 1500’lü yılların Avrupası’nda bir kadının cadı olması için delile dahi gerek yoktu. Ormanda şifalı bitki toplamak, ebe olmak, çilli veya kızıl saçlı olmak, çirkin olmak, yalnız ve kimsesiz olmak… Erken menopoza girmek, ayinde esnemek, komşuyla kavga ettikten sonra komşunun başına bir şey gelmesi gibi nedenler kadının cadı addedilmesi için yeterliydi.

Cadı olarak yaftalanan kişiler çok ağır işkencelere maruz bırakıldıktan sonra yakılarak, asılarak veya linç edilerek öldürülüyordu. Bu korkunç dönemde 40 ila 60 bin arasında kadın “cadı” diye yaftalanarak öldürülmüştü.

Şimdi anlatacağım hikâye ise o kadar eski değil; 2005 yılında Londra’da üç kişi, cadı olduğuna inandıkları sekiz yaşındaki Angolalı kıza işkence etmekten mahkûm edildi. İşkencecilerden biri de kızın teyzesiydi ve ‘şeytanı içinden çıkarmak’ için kıza zulüm ettiklerini söylemişti.

Düşüncesini dile getirdiği için yakın bir tarihte linç edilip yakılarak öldürülen bir diğer kadın da Ferhunde Melikzade’dir. Ferhunde 27 yaşında öğretmenlik görevine başlayacak olan bir kadındı. Dini kullanarak para kazanan kişilere karşıydı.

19 Mart 2015 günü Kabil’de bir caminin önünde muska satan bir mollayla tartışmaya başladı. Kadının cesareti karşısında afallayan molla, Ferhunde’nin Kur’an yaktığını söyleyerek ona iftira attı. Bunun üzerine öfkeli bir güruh, Ferhunde’ye saldırdı.

Ferhunde, Müslüman olduğunu ve Kur’an yakmadığını söylese de dinlemediler. Sopalarla dövdüler, yetmedi arabayla üzerinden geçtiler, o da yetmedi benzin döküp yaktılar.

Akıllarınca bir cadı avlamışlardı. Olay sırasında polis topluluğa müdahale etmeyip yalnızca izlemekle yetindi. Olaydan sonra görgü tanıkları, kadının Kur’an yakmadığını söylediler.

Görünen o ki farklı zamanlarda, mekânlarda, dinlerde ve düzenlerde eşitlik talep eden, cesaret gösteren, muhalif olan, bilgiye ulaşmaya çalışan tüm kadınlar dini ve siyasi gerekçelerle engellenmiş, lanetlenmiş ve cezalandırılmış. İlginç olan ise 21’inci yüzyılda cadı avlarının halen bitmemiş olması…

Yazımızı Margaret Atwood’un 1985’te yazdığı distopik roman “Damızlık Kızın Öyküsü”nün kahramanı June’e ait bir sözle bitirelim:

“Hiçbir şey bir anda değişmez. İçinde olduğun kazan yavaş yavaş ısınırken, farkında olmadan haşlanarak ölürsün.”

Evet değişim bir anda olmaz .Ama aradan binlerce yıl geçtiği halde hâlâ süregelen kör inançların değişim zamanı çoktan gelmedi mi?

Kadınların haşlanarak ölmeden bu cadı kazanından kurtulacağı günlerin yakın olmasını umuyorum.

Önceki çalışmamı da inceleyebilirsiniz: 

Tarih Boyunca Kitap Düşmanlığı

Editör: Mesude Bozkurt
Baş Editör: Elif ÜNAL YILDIZ 

 

Yorumlar (3)

    • 9/04/2024

    Muhteşem olmuş

  1. Leyla BACAKSIZ
    • 2/04/2024

    Murat Bey, kaleminize sağlık efsane bir yazı olmuş. Çok beğenerek okudum.

  2. Lilith benim kadınım❤️ Ne zaman ataerkil bir düzene geçilmiş kadın hırpalanmış yakılmış yıkılmış belki de anaerkil düzendeki refaha rağmen erkek öç alma gereksinimi duymuştur belki de eşit ve birlikte yaşamak erkeğin doğasına aykırıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Murat ÇOKÜRETEN

1963 Diyarbakır doğumluyum. İlk orta ve lise öğrenimimi Ankara’da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu Radyo Televizyon Sinema Bölümü’nden mezun oldum. Mezuniyetimi takiben TRT GAP Diyarbakır Radyosu’nda Yayın Şefi ve Program Yapımcısı olarak çalışmaya başladım. 2017 yılında TRT İzmir Radyosu’na tayin oldum. 2018 yılının ağustos ayında TRT’den emekli oldum. “Sürekli Basın Kartı” taşıyorum. “Küba Günlerim” adlı gezi, “Efsaneler Hikayeler” adında inceleme araştırma ve “Tapınak Ağacı” adıyla öykü türünde yayınlanmış üç kitabım var. Yaşamımı İzmir’de sürdürüyorum.