Bukalemun Falı
- Yazar: Elife AKGÜL
- 11 Mart 2024
- 274 kez okundu
Bukalemun Falı
Bundan yıllar yıllar önceydi. Çukurova’da yerfıstığı çapası zamanıydı. Dönümlerce araziye yerfıstığı ekilmiş, yabani otlardan temizlemek için işçiye ihtiyaç vardı. Arazi sahibinin karısı birkaç gün önceden işçi aramaya koyulur. Köyde kalan genç kızlardan kadınlardan bir topluluk oluşturur.
Köyde o mevsimde yaylacılık faaliyetleri olduğundan, insan bulmak zordur. İşlerin yolunda gitmesi için birbiriyle uyumlu çalışacak tanışık çalışan olması önemlidir. Yaylaya gidenler ekinle, harmanla ve hayvancılıkla uğraşırken, kalanlar, yaz-güz sebzeleri, meyvelerinin bakımı hasadıyla uğraşırlar.
Kadın kapı kapı dolaştı. İşçilerle yapılması gereken işleri konuştu. Gündelik ücreti baştan söyledi ki sonradan maraza çıkmasın. Anlaştılar kendi aralarında. İyi o zaman yarın tarlada bekliyorum sizi deyip evine döndü.
Sabah erken traktör köy meydanında bütün işçileri toplayıp tarlaya bıraktı. Aynı köyün insanları ve yakın akraba oldukları için işe güle oynaya başladılar. Hepsi işin uzmanıydı. İş sahibi kadın kısaca talimat verdi gitti. Bizimkiler azık çıkınlarını ağaç dallarına astılar. Börtü böcek musallat olmasın diye. Bismillah diyerek başladılar günlerce sürecek işlerine. Fıstık fideleriyle yabani otları hepsi bilir.
Kazmayı otların köküne vurup bir seferde kesip atarlar. Kızgın güneşte taze otlar hemen solar. Fıstık fideleri bir bir ortaya çıkar. Yenebilen otları bellerine bağladıkları kuşağa koyarlar. Akşam pişecek aşın hazırlığı da yapılır. Çukurova’nın sıcağı nemi daha sabahtan nefes aldırmaz insana. Yerde toprağın sıcağı, tepelerinde güneşin sıcağı kavurur. Böyle bir ortamda gırgır şamata olmadan şakalaşmadan gün geçmez. Elleri işlerken ağızları da boş durmaz. Biri komik bir anısını anlatır gülerler, diğeri fıkra anlatır gülerler.
Uzun günün uzununda, kızgın güneşin altında, bir ağaç gölgesi çok kıymetlidir. Neyse ki bizimkiler şanslıdır. Tarlanın kenarı boylu boyunca ağaç doludur. Öğle çabuk olur. Ağaç dalına astıkları çıkınları açarlar gölgede. Haşlanmış patates, yumurta, zeytin, peynir, sıkma, börek, nane, maydanoz, yeşil soğan ne varsa ortaya serilir.
Herkes paylaşır azığında ne varsa. Tulumbadan çekilen biraz pas kokan sudan içerler. Karınlar doyar, bir saatlik saati iyi kullanmak gerekir. Sırtüstü yatıp dinlenirler biraz. İş sahibi hanım iki katlı evin damına çıkar arada bir bakar kaytaran var mı diye. Varsa anında yanlarında biter söylenir gider. Elcibaşı çalışanları uyarır. İşin yolunda gitmesini sağlar.
Bizim kızlardan biri sık sık tulumbadan su getirir, dağıtır çalışanlara. Taze su soğuktur hemen içilir bekleyen su anında kaynar. İlk günü güzel geçirirler. Gün ikindi olunca iş paydos edilir. Evinde hayvanı olan taze otlardan toplar götürmek için. Traktöre doluşurlar. Gırgır şamata traktör kasasında tıngır mıngır giderken de devam eder.
Akşam eve yorgun, avuç içleri kabarmış su toplamış gelirler. Zaten alışık oldukları bu durum kimin umurunda. Onlar kazandıkları paraya, günü boş geçirmediklerine bakarlar. Daha ilk akşamdan sivrisinek ordusu misafir olur onlara. Akşam, kavrulmuş taze otların üstüne yoğurt döküp yemek, üstüne içilen bir bardak çay, yapılan banyo tüm yorgunluklarını alır götürür.
Damlara, ayaklıya kurulan cibinliğe giren kanlarını emen sivri sinekler olmasa daha iyiydi. Bu böcekler yaylaya gidemeyenlere cehennem azabı gibi gelirdi. Bizimkilerin gün boyu ağzında sakız olurdu. “Cibinliği yeni aldık hangi delikten girdin elimi kolumu delik deşik etti kökü kuruyasıca.”
Bir diğeri, “el fenerini yaktım tek tek hepsini öldürdüm, nasıl nerden girdi bilmem sabaha kadar kulağımın dibinde vızıladı durdu. Bizim hayvanları da yedi bitirdi. Taze ot yaktım sarı duman çöktü ortalığa da biraz rahat etti hayvancıklar. Yok anam yok buna bir çare bulmak lazım böyle olmaz. Akşama kadar çalış yorul, tam uyku uyuyacak zaman musallat olur uyutmaz adamı.” derler. Bizim kızlar kadınlar, çalışkan, tez canlıdır. Uyku uyutmayan sinek, sıcak, nem onları yıldırır.
Günler bu şekilde geçer. Birkaç günlük işleri kalır. İş sahibi kadın dikilir başlarına, sıkı çalışsaydınız daha erken biterdi bu iş. Elcibaşı, “sıcağın altında o kadar kolaydı çalışması kendinde çalışaydın bizimle.” der ağzını kapatır. Bunun gelecek yılı da var. Kadın dediğine bin pişman döner evine.
Yine sıra sıra dizilmiş çalışırlarken kızlardan biri çığlık atar. Her zaman gördükleri sırtıkılıç sürüngeni ayağının dibinde. Ya üstüme sıçrar yapışırsa. Soğuk hayvan der kaçar uzaklaşır. Ötekiler korkmuş pısmış hayvanın başına üşüşürler. İçlerinden yaşça en büyük olanı” durun korkmayın zararsız bu hayvan üstüne örtü atalım fal bakalım” der.
Genç kızlar hem şaşırırlar hem de ilk kez duydukları bu durum ilgilerini çeker. “Nasıl olacak hadi yap görelim.” diye merakla beklerler. Kızlardan birine başındaki yazmayı ver bakalım der örter hayvancağızın üstüne. Zavallı hayvan o sırada donmuş kalmış, ölü taklidi yapmaktadır. Beyaz yazmayı yavaşça kaldırırlar, hayvanın rengi değişmiştir.
Yazma sahibine, “senin bahtın açık olacak baksana hayvanın rengi bembeyaz oldu.” Hepsi merak eder kaderini. Sırayla hepsi kendi yazmasını atar hayvanın üstüne. Her seferinde yazmanın rengine döner hayvancağız. Kimi sevinir kimi üzülür. Kısa bir moladan sonra dönerler işlerinin başına. Arada hafif bir esinti olur serinletir. Yaylada olanlar ne güzel buz gibi yerde, biz burada sıcağın altında sineğin içinde diye söylene söylene yabani otları kazmaya devam ederler.
İşin son günü, yine uykusuz geçen geceden yorgun, elleri nasır bağlamış bir şekilde varırlar fıstık tarlasına. Yine azık çıkınları ağacın dalına asılır, yine borusu pas kokan tulumbadan su çekilir içilir. Kızgın güneşin altında çapalar sallanırken alından dökülen terler elin tersiyle silinir. Toprak, çıplak ayakları yakarken tepede güneş olanca sıcaklığıyla eşlik eder. Öğle, çıkınlarda ne varsa ortaya konur, paylaşılır. Karınlar doyar sohbetler edilir.
Başka iş planları yapılır. Kısacık dinlenme molasından sonra kalan işler çabucak bitirilir ki yarına iş kalmasın. İş sahibi gelir tarlaya bir göz gezdirir. Defterinde kayıtlı olan işçi sayısı ve ücreti karşılaştırır. İş sahibi gibi çalışanlar da defter tutar. Herkes emeğinin karşılığını alır, helalleşilir. Elcibaşı, iş sahibine ince bir ayar vermeyi de ihmal etmez. “Bak hanım, bu sıcakta yerinmeden kendi işi gibi çalışana ileri geri laf etmeyecen. Yoksa işini yaptıracak adam bulamazsın.” Hepsinde ne yorgunluk kalır ne kırgınlık mutlu mesut evlerine dönerler.
Akıllarda kalan, sıcak, sivrisinek, bukalemun falı, birde yorucu ama güzel anılar.
Not: Bukalemunun bulunduğu yere göre renk değiştirmesi, yaradanın ona verdiği savunma mekanizmasıdır. Bilgilenmekle birlikte kimse hayvancağızı fala alet etmez. Kaderine de üzülmez. Zihinlerde hoş bir anı olarak kalır.
Elife AKGÜL
Editör: Sonay BİLGİ ARABACI
Baş Editör: Elif ÜNAL YILDIZ
Diğer Yazılarımı Okudunuz mu?
https://fisildayankalemler.org/nereden-nereye/
Harika bir Anadolu öyküsü... Yaşadım resmen bir bukalemun yoktu bizim köyde...
Kaleminize sağlık