Bir Yol Hikayesi

Bir Yol Hikayesi

Bir Yol Hikayesi

Bu yolculuğa çok çabuk karar verilmiş bir plan dahilinde çıkılmış, seyahate  çıkacaklar aniden haberdar edilmişti. Sürpriz bir yolculuk, o kadar beklenmedik. Organizasyonu yapan Melisa Hocam beni aradı. Gezi hakkında kısaca bilgi verdi. Ailemle konuşup ona geri döndüm. Biletlerimizi aldı.

Üç kişi Bursa’ya kadar gidip orada diğer üç arkadaşla buluşacağız. Akşamdan çantamı hazırladım. Aklıma geldikçe bir şeyler ekledim çıkardım. Çanta işi tamam. Sırt çantasıyla seyahat daha kolay. Heyecan dorukta, güzel bir uyku ve erkenden ayaktayım.

Dokuz gibi Melisa Hocam ile buluştuk. Otogarda Hediye Hanım bizi bekliyordu. Ayaküstü sohbet ettik. Sözleşmiş gibi hepimiz maviler giymişiz. Otobüs tam saatinde hareket etti. Yolculuk güzel geçti. Bursa’ya indik. Dışarıda sıcak bir hava ve nem var, mevsim normallerinin üstünde.

Nuray arkadaşımız da bize katıldı. Diğer arkadaşı beklerken AVM’de mobilya mağazasına girdik. Sohbet ederken Mihriban ve yeğeni Nur geldi. Arabaya bindik, otogardan hızlıca çıktık. Trafik, kalabalık, sıcak, nem çekilmiyor. Uludağ’ın zirvesinde hâlâ kar var. Yeşil Bursa yüksek binalara teslim olmuş. Bir süre bu manzara eşliğinde yol aldık. Arabada kısa bir sohbetten sonra hareketli müzik açtık. Ne de olsa ruhumuz genç, tatil havasına girmişiz.

Sekiz yaşındaki Nur bize göre yeni şarkılara daha hakim. Şarkı seçimlerini o yapıyor, bu konuda oldukça başarılı. Arabanın camları açık, rüzgâr biraz olsun serinletiyor.

Balıkesir yolculuğumuz başladı, üç saate kadar orada olurmuşuz. Önce Gölyazı’ya vardık. Hafta sonu özel araçlar kasabaya sokulmuyormuş. Girişte görevliler makbuz karşılığı giriş ücreti aldılar. Bir ağaç gölgesine aracı bıraktık. Hava çok sıcak. Ana caddeden yürürken, sağlı sollu iki katlı evler, bahçesinde sebzeler ve meyve ağaçları görüyoruz.

Kediler köpekler hallerinden memnun dolaşıyor, gölge bulmaya çalışıyorlar. Yöresel, el yapımı ürünler satılıyor. Yerel halkı yörük ve mübadil. Rumlar zamanından kalma müze kiliseyi gezdik. Oldukça fazla ziyaretçisi var Gölyazı’nın. Ulubat Gölü kenarında ve adacıkta kurulmuş bir yerleşim yeri. Yol boyunca hediyelik eşya dükkânları var.

Öğle yemeği için bir gözlemeciye girdik. Anne ve kızlarından oluşan ekip bize patatesli, patlıcanlı, peynirli gözleme eşliğinde dilimlenmiş domates ve çay getirdiler. Göl kenarı olduğu için esinti var, serinletiyor.

Burası Yaren leyleğin her yıl geldiği, sandalcı arkadaşıyla buluştuğu yermiş. Leylek, balıkçıl, karabatak ve çeşitli su kuşları var. Taşların üstünde güneşlenirken bize adeta poz veriyorlar. Bolca resim çekiyoruz.

Sahil boyunca sandallar, balıkçı tekneleri ve sultan kayıkları sıralanmış bekliyorlar. Tekne gezintisi yapanlar çoğunlukta. Sazlık yerler çok çeşitli canlıları barındırıyor. Su kenarında sazlık, hayıt çalısı, incir ve dut ağaçları var. Kiraz ağaçları al yeşil olmuş. Kocaman bir çınar ağacının dibinde oturup karadut şerbeti içiyoruz.

Asırlık çınarların bulunduğu adacığa tarihi köprüden geçerek varıyoruz. Ulubat Gölü gezginleri karşılıyor. Adada en büyük anıt ağacının altında bir süre oturduk. Tabelada ada tarihiyle ilgili bilgiler vardı, okuduk. 1962 yılında Gölyazı adını alan köy, yüzyıllarca geniş bir coğrafyada Apollonias adıyla bilinmiş.

Antik Çağ Anadolu kenti, Bizans kalesi olan Gölyazı Apolyant, Osmanlı döneminde ekonomik ve manevi dini merkez olmuş. Mübadele dönemine kadar, Rum ve Türk kasabasıymış. Ulubat Gölü kuzey güney olarak ikiye ayrılmış, bir köprüyle birleşmiş. 12. yüzyıl başlarında Türk hakimiyetine geçmiş. 1307 yılında Osman Gazi tarafından fethedilerek, Osmanlı hakimiyetine geçmiş.

O dönemden itibaren, karma Rum ve Türk nüfusu olduğu bilinen köyde 19. yüzyılda yapılmış bir cami, kilise, iki şapel, Rum ve Türk okulları, her iki topluluk tarafından kullanılan hamam bulunmaktaymış. 20. yüzyıl başlarında inşa edilen Aziz Pandeleimon Kilisesi bulunmaktadır. Cumhuriyet dönemi başlarına kadar kayıklarla Marmara Denizi’ne ulaşan Apolyontlular, göl ve nehir taşımacılığı yapmışlar.

Balıkçılık, kerevit avı ve ticareti, kozacılıkla uğraşmışlar. Mübadele döneminde Rum nüfusu buradan ayrılmış. Çoğunluğu balıkçı olan Selanik mübadilleri Ulubat Gölü’nün ortasında duran Apolyont, Gölyazı’nın yeni sakinleri olmuşlar.

Asırlık çınar ağacının gölgesinde dinlendik, hatıra resmi çektik. Buradaki camide ibadet ve dua ettik. Yerli halk ulu çınarların altındaki kahvehanelerde oturmuş sohbet ediyor. Odun ateşinde pişmiş haşhaşlı ekmek aldık. Bol su tüketiyoruz. Esinti var ama hava çok sıcak. Sultan kayıkları, gezginlere göl turu yaptırıyor. Sahildeki gezimiz ikindiye kadar sürdü. Dönüşte erik ve kiraz aldık. Güneş etkisini yitirdi. Yol boyunca bolca sohbet ettik. Çok güzel yerler gördük.

Akşama doğru Balıkesir Edremit, Akçay’a geldik. Oradan Altınkum ve Melisa Hocam’ın evine geldik. Eşyalarımızı eve bırakıp çay demleyip sahile iniyoruz. Önümüzde masmavi bir deniz, batıda Kazdağları gün batımı harika. Altınkum sahili kalabalık, karavanlar dizilmiş. Masa sandalyesini alan kumsala yerleşmiş. Çocuklar oynuyor, sesleri müzik sesine karışıyor. Denizin serin sularında çıplak ayak yürüyoruz. Kumda oturup sohbet edenler sadece biz değiliz.

Uzakta Kazdağları’nın silüeti, gökyüzünde ay, suya vuran yansıması, lunapark ışıkları… Muhteşem bir akşam ve iyot kokusu… Nur sahilden topladığı taşlara resim çizerek satmayı planlıyor. Hediye Hanım kalem işi sanatkârı olduğu için onu yüreklendiriyor. Yeni bir sanatkâr doğuyor. Eve dönerken yorgun ama yeni yerler görmenin mutluluğu içindeydik. Yarın kurulacak pazar için hazırlık yapılıyor. Gece boyu telaş ve sesler devam etti. Sabah yapılacaklar hakkında konuşup uykuya daldık.

Oysa akşamdan karar almıştık, sabah erken sahilde yürüyüş yapacaktık. Melisa Hocam ile Mihriban gitmişler yürüyüşe, gelirken de fırından sıcak ekmek ve marketten peynir almışlar. Kahvaltı soframız bereketliydi. Nimetleri veren Rabbimize şükrettik. Nur boyadığı taşlarından mini sergi açmış. Beğendiklerimizden satın aldık. Hediye Hanım atık ahşap parçalarından kolyeler, magnetler tasarlamış, onlardan da aldık.

Bugünkü rotamız Ayvalık, Cunda Adası. Pazar yeri kalabalık ve gürültülü, başka yoldan gidiyoruz. Hava ısınmaya başladı. Gömeç, Akçay ve buraların muhteşem doğasını seyrederek Ayvalık’a vardık. Orada da pazar kurulmuş. Çok kalabalık, araç yoğunluğu var. İlk boğaz köprümüzden geçtik. Alibey Cunda Adası’ndayız. Burası denizi, yeşili, adacıkları ve koylarıyla ünlü bir yer. Ar acımızı makbuz karşılığı otoparka bıraktık.

Gezimiz yoğun sıcak altında başladı. Rahmi Koç Müzesi’ne geldik. Nuray, Melisa Hocam ve küçük Nur müzeyi gezmek için makbuz aldılar. Müze kart geçmiyormuş. Hediye Hanım, ben ve Mihriban müze bahçesindeki hediyelik eşyalara baktık. Standı bekleyen Sanat Tarihi mezunu olduğunu söyleyen genç hanımla sohbet ettik. Hediye Hanım kendi el emeği ürünleri tanıttı. Keyifli sohbetin ardından müzeyi gezen arkadaşlar da geldi. Gezimiz sahil boyunca devam etti. Tekne turları aralıksız devam ediyor.

Önceden kilise olan bir camiyi ziyaret ettik. İbadet ve duadan sonra biraz dinlendik. Caminin penceresine birileri hayır için lokum koymuş, birer tane aldık. Cami bahçesinde fıstık ağaçları var. Dökülen kozalaklardan fıstıklar yerlere saçılmış, topladık. İkindi olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Ayvalık tostu, pizza, papalina arasında bir seçim yaptık. Bir teknede balık ekmek yemeye karar verdik. Teknede serin yerde balıkları ekmek kırıntılarıyla besleyerek müzik eşliğinde karnımızı ve ruhumuzu doyurduk.

 

Tekne turu, sahilde dondurma ve tost yemek, hediyelik eşya dükkânlarını gezmek seçenekler arasında. Eski binaların arasında ilerlerken begonvillerin rengi, fesleğen kokusu, rengarenk boyalı kapı ve pencerelerin görüntüsü bizi alıp götürüyor. Buralarda bolca resim çekiyoruz. Çarşı oldukça hareketli. Rumlardan kalan evleri renk renk boyayıp otel, restoran ve dükkân olarak kullanmışlar.

Sokak kedileri pek mutlu, iyi bakılıyor ve seviliyorlar. Bahçesinde sebze ekili bir ev var. Bostanda biber, patlıcan, kabak, salatalık, bamya, karpuz vardı. Dar sokaklarda gezinirken böyle güzelliklerle karşılaşabilirsiniz. Lüks villalar, konaklar, yel değirmenleriyle, zeytin ve akasya ağaçlarıyla, rengarenk çiçekleri ve taş evleriyle görülmeye değer bir yer Cunda Alibey Adası.

Cunda Adası’na veda ederken Ayvalık, Gömeç, Burhaniye ve Havran’dan geçtik. Buradan geçerken Çanakkale kahramanı Koca Seyit Onbaşı’nın ruhu, Atamız ve tüm silah arkadaşlarının ruhları için dua ettik. Onlara minnettarız.

 

Edremit’e geldik. Akçay sahilinde gezerken Sarıkız Heykeli’ni gördük. Melisa Hocam kısaca Sarıkız efsanesini anlattı:

Sarıkız, Çanakkale iline bağlı Ayvacık’ın bir köyünde ailesi ile yaşayan sarı saçlı güzel bir kız çocuğudur. Küçük yaşta annesi ölür, babası ile birlikte başka bir köye göçerler. Kaz Dağları’nın eteklerinde Güre, Kavurmacılar Köyü’ne yerleşirler. Babası çobanlık yapmaya başlar. Aradan yıllar geçer. Sarıkız büyür, güzel bir genç kız olur. Babası da yaşlanır, hacca gitmek ister.

Yolculuk altı aydan fazla sürmektedir. Yaşlı adam Sarıkız’ı komşusuna emanet eder, hacca gider. Köyün delikanlıları Sarıkız’a talip olurlar. O hiçbirini kabul etmez. Kıza iftira atarlar. Babası hacdan gelir. Kızına atılan iftirayı duyar. Köylüler kızını öldürmesini isterler. Kızına kıyamayan baba onu birkaç tane kaz ile birlikte Kaz Dağları’nın zirvesine bırakır.

Aradan yıllar geçer. Dağda yolunu kaybeden yolcuların kendilerine dillere destan güzellikte sarı bir kızın yardım ettiğini söylerler. Yanında da bir sürü kaz olduğundan bahsederler. Anlatılanlar üzerine sarıkızın babası dağın yolunu tutar. Kızının kazları güttüğünü görür. Baba kız birbirlerine kavuşurlar.

Babası abdest almak istediğini söyler. Kızı da ona su getirir ama su tuzludur. Babası nedenini sorar, acele ile denizden aldığını söyler. Babası bakar, deniz çok uzaktadır. Kızının ermiş olduğunu anlar. Sarıkız siyah bir bulutun içinde kaybolmuştur. Sarıkız’ın olduğu yere Sarıkız Tepe denir. O dağlara da Kaz Dağları…

Burada ister lunaparka gidin, ister sahilde yürüyün, ister denize girin, hepsi ayrı güzel. Burada tuz oranı oldukça düşük. Keyifli bir akşamın ardından yine evdeyiz. İlk işimiz çay demlemek oldu. Balkonda edilen dini felsefi sohbet çayla birlikte demlendi, ruhlarımıza şifa oldu. Tekrar bir arada olmak, daha güzel sohbetler yapmak duasıyla daldık uykuya.

Sabah kahvaltıdan sonra, o gün yapılacakları planladık. İki sabahtır altı kişi bir çay kaşığını ortak kullanmıştık. Bu sabah her çay bardağına bir kaşık, iki bardağa ise iki kaşık konmuş. Tabii ki bunu hayra yorduk. Her konu ve konuşulanlar bize farklı bakış açıları sundu.

Bugünkü rotamız Kaz Dağları Milli Parkı, Hasan Boğuldu, Sütüven Şelalesi idi. Bu plan ani gelişen olaylar nedeniyle değişti. Bursa Mudanya, Tirilye üzerinden eve dönmeye karar verdik. Evdeki işler çabucak bitti, Bismillah deyip yola çıktık. Edremit, Havran, İvrindi, Balıkesir ve Bursa il sınırına girdik.

Karacabey ve Mudanya’dayız. Burada Nuray arkadaşımızın ailesi yaşıyor, onları ziyaret edeceğiz. Nur kızımıza denize girme sözü verdik, zaman kalırsa yerine getireceğiz.

Yeşilin en güzel hali, denizin en mavisi, gökyüzünün en mavi tonuna eşlik ederek dar yollardan geçtik. Buraya büyük bir sanayi sitesi kuruluyor. İnşaat tüm hızıyla devam ederken ortalık toz duman. Kocaman hafriyat kamyonları aralıksız gidip geliyor.

Bu güzelim doğanın tahrip edilişini görmek beni üzdü. Köyler büyükşehire bağlanmış, mahalle olmuş. Köyler köy olarak kalmalı bana göre. Tarımsal ve hayvansal üretim devam etmeli. Yolculuk boyunca sohbet ettik, kitap okuduk, dinledik, bolca video çektik. Mudanya Sögütpınar kasabasına geldik.

Burası muhacir ve yörük köyü aslında. Bahçeli tek ve iki katlı evleriyle çok şirin. Büyükanne ve iki gelini bizi çok sıcak karşıladılar. Tarlada çalışırken işi bırakıp eve gelmişler. Aynı bizim gibi şalvar giymiş köylü candan insanlar. Bizden birilerini görmek beni çok mutlu etti. Sıcak bir sohbetin ardından, bize çi börek yaptılar.

Börekler pişerken bahçeyi gezdik. Kara ve beyaz dut ağacından bolca meyve yedik, çok lezzetliydi. Bahçede çilek, sebze, meyve ne arasan vardı. Hele teyzenin evinin önü çiçek bahçesiydi. Hepsi de mis kokulu rengarenk çiçeklerdi.

Asmanın altındaki masada ayran, karadut şurubu ve çay eşliğinde çi böreğimizi yedik. Emeklerinden dolayı onlara teşekkür ettik. Dua ettik, dua aldık. Açık mutfak incir ağacının altındaydı. Köydeki yaşantım, anılarım geldi aklıma. Ne değerliymiş hepsi, şimdi daha iyi anlıyorum. Çiçek fidesi ve tohumlarından verdi teyzem. Sarı kantaron da aldım bir tutam. Martıların uçuşması denize çok yakın olduğumuzun kanıtıydı.

Otobüs biletlerimizi aldık. Nur’a verdiğimiz sözü tutamadık. Planlar yine değişti, otobüsü kaçırmamak adına erken dönüyoruz. Kızımızı üzdük ama elimizden bir şey gelmiyor. Bolca hatıra resmi çektik. Bu güzel aileyle vedalaştık. Yola koyulduk. Mudanya ilçesine bağlı bir mahalle olan Tirilye’yi kenarında görd ük. Tirilye, Zeytinbağı, Üç Papaz, Kırmızı Barbun Balığından adını aldığı belirtilmiş.

Virajlı zeytin bahçelerinin arasından yol alırken arada denizi, sahili görüyoruz. Göze hoş gelmeyen yine düzensiz yapılaşma, kalabalık araç yoğunluğu, virajlı yollar, uçurumlar. Yine de görülmeye değer yerler.

İkindi vakti Mihriban ve Nur’la vedalaştık, bizi Bursa otogarına bıraktılar. Bizi evinde misafir eden Melisa Hocam’a, yine evine misafir eden Nuray arkadaşımıza, aracıyla bizi güvenli bir şekilde gezdiren Mihriban arkadaşımıza, varlığıyla geleceğe olan umudumuzu diri tutan Nur kızımıza, Hediye arkadaşımıza ve kendime çokça teşekkür ettim. Melisa Hocam ile otogarda vedalaştık. O, bilet almak için bizden ayrıldı. O Ankara’ya gidecek, biz eve dönüyoruz.

Yolculuk sırasında yemyeşil bir doğa izledim pencereden. Otogara tam zamanında geldik. Taksiyle evlerimize dönerken vedalaştık. Eve erken gelmek güzeldi. Aileme kavuşmak daha da güzeldi.

Arkadaşlarla çıkılan bu güzel yolculukta hoşça vakit geçirdik. Birlikte olmanın keyfini yaşadık. Sohbeti, bilgiyi, duyguları paylaşmanın önemini anladık. Güzel ülkemde, cennet köşelerden bir kısmını gezip gördük. Yeni rotalarda, yeni yerlerde tekrar buluşmak, yeni yerleri keşfetmek için, gezip görmenin ve dostlarla birlikte olmanın keyfini yaşamak için yeniden niyetlendik en yakın zamanda sevgi ve saygıyla, güzellik ve sağlıkla…

Bu yazının bütünü yazarına aittir.

Editör: Sonay BİLGİ ARABACI

Yazarın Bir Önceki Yazısını Okudunuz mu?

ÇEŞMELERİMİZ

Yorumlar (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Elife AKGÜL

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. 58 yaşındayım ve ev hanımıyım. Yörük kültüründen etkilenerek kendi yaşamım ve ailemin yaşantıları üzerinden hatıralar ile roman ve öyküler yazdım. Aynı konseptte edebi ürünler üretmeye devam ediyorum. Şu ana kadar yazdığım fakat yayınlanmamış bir roman, bir öykü, bir tiyatro senaryosu ve bir şiir bulunmaktadır. Tarzımı Cengiz Aytmatov ve Yaşar Kemal’e yakın görüyorum.